Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

28 Aralık 2013 Cumartesi

Tesirsiz Parçalar 241-245..

241.
Hiçbir şey kişisel değil.. Geçenlerde bir şeye çok sevindiğinden emin olduğum babamın, o an herhangi bir tepki vermediğini fark edip, çaktırmadan göz ucuyla izlemeye koyuldum. Bir süre geçtikten ve kimsenin kendisine bakmadığından emin olduktan sonra hafifçe gülümsediğini ve dudaklarının minik minik kıpırdadığını gördüm. Kısacık bir andı. Ama gördüm. Muhtemelen hep öyle yapıyordu lakin ben ilk kez fark etmiştim. Bir kaç dakika sonra düştü bende jeton. Lan ben de böyle seviniyorum genelde dedim. Sonra üzgün olduğum zamanlarda nasıl davranıyorum diye düşünmeye başladım. Ve bingo! Üzüntüm de tıpkı annemin üzüntüsü gibi. Abartılı, biraz sulu ve etrafa varlığını dehşetle hissettiren türden. İnsan psikolojisinin en uç iki noktası olan mutluluk ve üzüntüyü, daha doğrusu bu iki duygunun sebep olduğu davranışları annemle babamdan almışım. Üstelik onların nasıl üzülüp nasıl mutlu olduklarının farkında bile olmadan yapmışım bunu. Evet. Hiçbir şey kişisel değil. En kendimize ait zannetiğimiz duygu dışavurumlarımız dahil..

242.
Zaman zaman fikrimi soruyorlar bazı konularda. Herhangi bir şey olabiliyor bu. Ülkenin gidişatı ya da Beşiktaş’ın durumu ya da kişisel bir durumla ilgili olabiliyor. Öyle durumlarda çoğu zaman ne söyleyeceğimi bilmiyorum. Söyleyecek bir şeyim olmadığından değil, söylenecek şeyleri kafamın içinde toparlayamadığımdan. Ve diyorum ki o zaman, ben bunu bir yazayım sonra konuşalım. Normal insanlar önce düşünüp sonra yazarlar herhalde. Bende ise durum tam tersi. Önce yazıp sonra düşünüyorum ya da yazarken düşünüyorum. Konuşamadığım için yazıyorum diyen bir yazar vardı. Ona benziyor aslında durumum. Tek farkla. O konuşamadığı için yazıyormuş bense düşünemediğim için yazıyorum..

243.
Eski sevgililerimden biri (o zamanlar eski değildi tabi, ama eskimek üzereydi sanırım) haklı olduğun zamanlar senden nefret ediyorum demişti bana. Ortada bir problem varsa ve haklı olan bensem öyle bir müdafa ediyormuşum ki kendimi, haklı olup olmamamın hiçbir önemi kalmıyormuş. Öyle söyledi. Ve dedi ki, umarım ömrün boyunca girdiğin tartışmalarda haksız olan taraf hep sen olursun. Çünkü haksızlığın verdiği mağduriyet, haklılığın verdiği mağruriyetten çok daha sevimli ve insani.

O zamanlar beddua ettiğini zannetmiştim. Düşünüyorum da yıllar sonra, beddua değil bildiğin dua etmiş aslında. Mağruriyetin kibrindense mağduriyetin hüznü. Sanırım hepimize en çok bu lazım..

244.
Ben şimdi sana, ben iyi bir adam değilim, bırak, benimle uğraşma diyeceğim. Sen diyeceksin ki yok, sen aslında iyi bir adamsın. Değilim diyeceğim, bu kadar kadın yanılmış olamaz. Bu kez farklı diyeceksin, ben farklıyım. Bunu duymuştım daha önce diyeceğim. Bende ilginç bulduğun ne varsa sana doğru çeken, virgülüne bile dokunmadan aynı şeyleri bahane edip beni terk edeceksin diyeceğim. Asla böyle bir şey olmayacak diyeceksin. Gülümseyerek, bunu da daha önce duymuştum diyeceğim. Konuşmaya yelteneceksin. Sus diyeceğim. Sus. Söylenebilecek her şeyi daha önce duydum. Kendini yorma diyeceğim. Usulca kalk ve git buradan. Ve çıkarken bana bir oralet söyle. Çünkü böyle zamanlarda oralet içmek gerekir. İnsan keyifliyken çay, hüzünlüyken de rakı içmeli. Boktan bir tekrarı durup durup yaşıyorsa da, oralet..

245.

İlk gençliğimde kendimden başka herkesin aptal olduğunu zannediyordum. Ortalarda tek aptal benim diye düşünmeye başladım. Şimdilerde ise topyekün mal olduğumuzu düşünüyorum. Hepimizin suyuna ilaç katmışlar sanki, ülkece kafayı sıyırmış gibiyiz. Sebep olanların gözü kör olsun. Amin..



































ECELİ GELMİŞ BİR UMUT


Karşıdan karşıya geçerken caddede
yeşil ışık yansa bile
sen elimden tutmadıkça
kendimi güvende hissetmiyorum
Anne, kendimle ne yapacağımı hiç bilmiyorum

Aslanlı belgesellerde ceylan gibi şaşkınım
dehşetli pençeleri inerken sırtıma hayatın
eceli gelmiş bir umutla etrafta seni arıyorum
Anne, çok mu çabuk büyüdüm ben?

Gidelim mi buradan anne bilmediğimiz bir şehre
hapları arkamızda bırakalım, babamı ve kardeşlerimi
iki göz bir yer tutarız ben sana bakarım, sen bana
Anne, beraber alalım mı iç acılarımızın toplamını?

Bakıyorum da bazen aynaya yanlışlıkla
en az seninkiler kadar kar var benim de saçlarımda
seninkiler benim eserim, her telinde emeğim var
keşke kızsaydın bana, oğluna, hayırsızına

Unutmuşum bak
söylesene anne, en son ne zaman okşadın saçlarımı?

21 Aralık 2013 Cumartesi

SEVDANIN GEÇMİŞİNE DAİR



ben bunları eski bir türk filminde görmüştüm
delirten bir acıyı tek başıma izlemiştim
jilet kesiği bir soğuktu dışarı çıktığımda
nefesleriyle buz üfleyen köpekler görmüştüm
sonradan oyuna girip ilk önce alınmanın
ne demek olduğunu önceden de biliyordum
saçak altlarında çok saçmalardım o zamanlar
hayli cüretkardım üstelik tek elle velesbit sürerdim
şaşırmamam bundan işte aklımı kaybetmem
delirmemem bundan işte çok önceden delirmiştim
ben seni biz daha karşılaşmadan sevmiştim
gülme lütfen şurada ciddi bir şey söylüyorum
ben seni parklarda şarap içerken sevmiştim
ben seni sen daha önlüklü bir çocukken
ben seni sen daha adımı bile bilmezken
ben seni sevmeyi ilk öğrendiğimde sevmiştim
cüretkarlığım bundan işte daha önce de cüret etmiştim
ben bunların hepsini çok önceden yaşamıştım
otlar toplamıştım sana saksına fesleğenler ekmiştim
bakma lütfen şurada bir şey itiraf ediyorum
ben senin melek olduğunu görmeden de anlamıştım
seninle öğrendim ben melekler nasıl sevilir
seninle öğrendim evet ağzı dolusu küfür etmeyi
yoktu haberin doğru ama bunun ne önemi var
ben senin gözlerini görmeden ezberlemiştim..

18 Aralık 2013 Çarşamba

SAZAN

..
ben bazen
dipten yukarı
kaldırıp başımı
ipimin ucundaki
sopayı tutan
kadını
yakalamaya çalışan
bir balık..

7 Aralık 2013 Cumartesi

Tesirsiz Parçalar 239-240..

239.

Güzel laflar etmesini pek beceremezdim belki. Ama her iki Ferdi Tayfur şarkısından birini ezbere bilirdim. Ve birileri bunu takdir etmeliydi. Ve bu birilerinin başında sen gelmeliydin. Ve belki ben ipe sapa gelmez adamın tekiydim ama sen ısrar etsen bende, belki bir şey olurdu benden. Ve çok kızdım ben sana. Ve çok sevdim seni. Ve çok dalgalıydı senin saçların. Ve o kadar güzeldin ki sen, ne bok yiyeceğimi bilmiyordum ben. Gece yarısına kadar rakı içtim ben de, gece yarısından sonra da oralet. Sen enteresan hayallere sarılııp uyudun, ben hayaline sarılıp uyudum. Herkes saçmalık dedi buna, ben kader dedim.. Öyle öyle ağardı işte saçlarım..

240.

Nereni sakınıp kollamaya kalkarsan orandan sokuyor hayat! Benim sana rağmen bir iradem var demesinin farklı bir şekli bu. Arthur Schophenhauer, karar verdiğiniz her şeyi yapabilirsiniz ama neyi istediğinize siz karar veremezsiniz demişti yüz elli yıl önce. O kadar zaman geçti aradan ama bu gerçek hiç değişmedi..

Rüya Tamircisi..



Geceleri kolay kolay uyuyamayan bir adam varmış. Kötü rüyalar görenlerin rüyalarına sızıp sonunu tatlıya bağlamak için uyanık kalırmış günün ilk ışıklarına kadar. Bir gün, bir kadının rüyasında kendi ölümünü görmüş. Usulca ayrılmış rüyadan. O geceden sonra da kimsenin rüyasına girmemiş..

16 Kasım 2013 Cumartesi

ERTELENMİŞ BİR NİYET

Neyim var benim neyim
Bir ey'im var bireyim
Biraz oyuncağım var
Bir de tatlım diyenim
Biraz ağlarım bazen
Bazen biraz gülerim
Neyin var diye sorarlar
Bilmem. Neyim var benim
Oyuncaklarım var sahi
Ha bir de kuzum diyenim
Neyim var başka neyim
Ertelenmiş bir niyetim
Bir evim var benim değil
Ortasında sobası yok
Üşüyünce çay içerim
Demlikte çayım var benim
Neyim var lan benim neyim
İç cebimde bilyelerim
Uzaklarda bir yerlerde
Selvi boylu sevdiceğim
Neyin var demeyin artık
Yok bir şeyim yok bir şeyim
Telaşımı mazur görün
Kalıcı değil gidiciyim..

Tesirsiz Parçalar 238..

238.
Bütün yorulmamışlıklarını birden bire ve bir kerede yoruluverir insan. Aniden. Bakkala gidip gelirken mesela. İki ekmek, bir yoğurt ve bir kısa parlıament alıp dönecektir alt tarafı. Alır da. Sonrası geçmeyecek bir yorgunluk işte. Bütün ölememişliklerini tek seferde öleceği gibi, bütün ağlayamadıklarını tek seferde ağladığı gibi, bütün sahip olduklarını tek seferde yitireceği gibi. Yorulmaz insan bazen. Yorulmaz, yorulmaz, yorulmaz. Sonra birden bire yoruluverir. Ekseriyetle bakkala giderken. İki ekmek, bir yoğurt...

Tesirsiz Parçalar 234-237..

234.
Böbrek taşı düşürdüğüm için sıkça Üroloji polikliniğine gittiğim zamanların birinde orta yaşlı, prostat hastası bir abiyle tanışmıştım. Yan yana oturduğumuz banklarda bir türlü gelmek bilmeyen sıramızı beklerken bir yerlerden laf açıldı ve sohbet etmeye başladık. Oradan buradan konuşurken birden bire bir soru sordu bana. "Sence gerçek mutluluk nedir?" Bir süre düşündüm. Sonra aklıma gelen cevapları sıralamaya başladım. Sevdiğin ve çok özlediğin biriyle görüşmek, torunlarınla oyun oynamak, ihtiyacı olan birilerine yardım etmek vs. Velhasıl herkesin aklına gelebilecek şeyleri teker teker söyledim. Gülümseyerek "Yook" dedi. "Eyvallah bunların hepsi güzel şeyler ve haliyle insanı mutlu eder. Lakin hepsinden daha çok mutlu edebilecek şey nedir biliyor musun?" Sanırım bilmiyordum, bir şey söylemeden abiye bakmaya devam ettim. Bir süre sustu ve sonra "İşeyebilmek" dedi. "Çişin geldiği zaman kolayca, canın yanmadan ve bir yerlere takılmadan son damlasına kadar işeyebilmek kadar mutlu eden hiçbir şey yoktur" Gülümsedim. Sonra başka konulara daldık, mevzu geçti gitti. Ama ben o diyaloğu hiç unutmadım. Ne zaman çok mutsuz hissetsem kendimi, bolca su içip sonra çişimin gelmesini beklemeye başladım. Gelir gelmez de gitmeyip tuvalete biraz daha sıkıştırmasını bekledim. Sonra yüzümde minik bir tebessümle tuvaletin yolunu tutup o huzur veren şırıltıyı dinleyerek dedim ki. "Ohh be, işemek mutluluktur.."

235.
Dünya çok kalabalık, ben stepler kadar tenha
Gelirsen biz oluruz, yalnızlıktan kurtulurum
İyi biri değilim ayıkken, sarhoşken idare ederim
Dünyayı dize getiremem, oralet ısmarlayabilirim..

236.
Ally Moriance "Mutluluk kendi varlığının farkında olmamaktır" der, Oktay Rıfat "Mutluluk bir çimendir, bastığın yerde büyür" der, Esteban Hatche "Senden nefret eden insan sayısıyla mutluluğun doğru orantılıdır" der, Cemal Süreya "Mutluluğun kahvaltıyla ilgisi olmalı" der, Ferdi Tayfur "Gitmekte kararlı isen, mutluluklar dilerim"der, Orhan Baba da her zamanki dervişane tavrıyla "Dertler benim, çile benim, mutluluk senin olsun"der. Ben de bi siktirin gidin la başımdan derim!

Not: Orhan Baba hariç, ona demem
Not 2: Ferdi Tayfur da hariç tabi ona hiç demem
Not Son: Tamam la tamam gavurlara derim türklere demem

237.
Ne öğrendik bu hayattan? Hatırlamamak özgürlüktür. Bellek ise özgür olmamıza tahammül edemeyen sinsi bir orospu çocuğu!

6 Kasım 2013 Çarşamba

ÇARESİZ

"Her şey anlamını yitirmiş gibi. İçimde kocaman bir boşluk var ve ben onu hiçbir şeyle dolduramıyorum. Hiç bu kadar çaresiz hissetmemiştim kendimi."

Başka bir yerde ve zamanda anlatsaydı bunları en azından sesimi çıkarmadan dinler, anlamaya çalışırdım. Ama zamanlama yanlıştı. Çünkü gazete okumuştum. Ve ne zaman gazete okusam bir tür kafayı yemişler ülkesinde yaşadığımızı iliklerime kadar hissederdim. Kötü zamanda gelmişti yanıma. Gazete okumuştum. Engel olamadığım bir öfkeyle, aynı gazetede aynı gün içinde olup biten olaylardan bir buket hazırlayıp dedim ki!

"Çaresiz misin? Hadi ordan. Çaresiz falan değilsin sen. Şımarıksın sadece. Çaresizlik nedir gerçekte biliyor musun? Kimdir biliyor musun aslında çaresiz? 800 lira maaş alıp 300 liralık gaz faturasını ödeyemediği için kendini asan babadır çaresiz. Öpe koklaya askere uğurladığı oğlunun bayrağa sarılı tabutuna sarılıp aklını kaybeden annedir çaresiz. On yaşından beri kendi evinde her gece tecavüze uğrayan ve daha fazla dayanamadığı için evden kaçmaya yeltendiğinin gecesi otogarda 'namus' cinayetine kurban giden kızdır çaresiz. Koca dayağından bunalıp baba evine sığındığında babası ve abileri tarafından çocuklarının gözü önünde öldüresiye dövülen kadındır çaresiz. Torunu yaşında çocuklara titrek elleriyle kağıt mendil satmaya çalışırken kalp krizi geçiren ve bir saat ambulans gelmesini bekledikten sonra ağzı köpürerek ölen seksen yaşındaki dededir çaresiz. Çaresizmiş. Bi siktir git başımdan.

Utandı biraz. Sinirlendi de galiba. Ama pek belli etmedi. Sessizlik oldu bir süre. Sonra dayanamayıp haline, ben bozdum yine sessizliği.

"Oğlum eve gider gitmez Kafka'nın ne kadar kitabı varsa kitaplığında en yakın geri dönüşüm kutusuna at. Ya da benim bundan sonra gazete okumama izin verme!"

KEŞKE

"Keşke bir gemide olsak" dedi. "Nereye gittiğimizi bilmeden denizin sonsuz maviliğinde kaybolsak. Başbaşa.." "Peki gemiyi kim kullanacak? Ne yiyip ne içeceğiz? Bu geminin mazotu hiç mi bitmeyecek?" gibi mantık dışı sorularla kafasını kucalamak istemedim. Gemiye binmekten pek hoşlandığım söylenemezdi, ama gemiye binmemeyi seviyorum da diyemezdim. Bir süre kelime aradım. Sonra 'keşke' dedim. Çok sevdim keşkeyi, Yalan söylemiş olmazsın keşke dediğinde. Söylememiş de olmazsın. Hatta bir şey söylemiş bile olmazsın. Ama söylemişsindir de bir taraftan. Baştan savar bir temenniyle ağır başlı bir istek arasında nazlı nazlı salınan sihirli bir sözcük gibiydi keşke. "Sikeyim gemisini, gel şurada birer oralet içip hiç konuşmadan gelip geçen insanlara bakalım" dedim sonra. Demez olaydım. Benimle hayal kurulmazmış. O an karar verdim, artık keşkeden başka laf etmeyecektim. "Ben gidiyorum" dedi. "Keşke" dedim. Kalsaydı yine keşke diyecektim. Anlamlı olup olmaması umurumda değildi. Çünkü anlamıştım, karşımızdaki insanlar, hatta en sevgililerimiz bile hayallerine yancı arıyorlardı sadece. Gemide de oralet içebiliriz deyip kalbimi fethedebilirdi isteseydi. Aklına bile gelmedi. Gelseydi. Keşke..

28 Ekim 2013 Pazartesi

AYAKLARIN ÜŞÜMESİN DİYE


durdurabilirim diye sustum ayakların üşümesin diye
sustum ama üşüyorsun bir türlü engel olamıyorum
ayaklarından başlıyorsun üşümeye benim kulaklarıma vuruyor
şarkı söylüyorum ben de sıcak ülke şarkıları
Evita dinliyorum sıkça bunu sen de yapmalısın
annemin ördüğü patikleri yollasam giymezsin bilirim
yine de boşlama kapıları belki bir yolunu bulur
tüylü bir çift ev terliğiyle kalkıp yanına gelirim..

sizin sahil gibi değil buralar her yeri müteahhitler kapmış
inşaat yapıyorlar her boşluğa pazar kuracak yer kalmıyor
bayrammış bak yarın çok mutluymuş türküm diyenler
ama senin ayakların üşüyor nasıl da çaresizim
ılık ılık konuşayım diye sarılıyorum telefona
müteahhitin kepçesi telefon tellerini koparmış
mektup yazsam alevli mürekkepler kullanıp
yazdıklarımı ayaklarına okur musun?

Tesirsiz Parçalar 232-233..

232.
Her boka gücüm yeter zannediyorum bazen. Her şeyin üstesinden gelirim, herkesin ağzının payını veririm diye düşünüyorum. Hele ki bir kaç duble de rakı içtiysem Zaloğlu Rüstem Pehlivan çıksa karşıma madara eder yollarmışım gibi geliyor bana. Derken onunla karşılaşıyorum. O.. Dört tarafı kapalı antep fıstığı. En başta görmezden geliyorum onu, bir kenara bırakıp üst tarafı geniş yarıklı fıstıkları indiriyorum mideye. Ama her şey gibi onlar da bitiyor elbet ve pakette kalan ve o ana kadar umursamadığım her tarafı kapalı antep fıstığıyla göz göze geliyorum kaçınılmaz olarak. Ve mücadele başlıyor. Çöplerle birlikte çöp poşetine atmayı gururuma yediremiyorum, çünkü öyle yaparsam güzel devam eden geceyi mağlubiyetle bitirmiş olacağım. Çaresiz elime alıp kendisini, müstehzi bir tavırla süzüp bir çatlak, bir açıklık, bir tırnağımı sokacak boşluk arıyorum. Ama yok, şerefsiz antep fıstığı kırk yerden kilitli kale kapısı gibi ışık sızdırmamacasına kapanmış içine. Umudum kırılıyor lakin mağlubiyeti kendime yediremediğimden ağzımın sol tarafına atıp kendisini yorgun dişlerimle ve birikmiş bir hınçla abanıyorum. Aynı anda kırk yerden kırılıyor melun antep fıstığı. Fıstık içi ve kabuklar imkansız küçüklükte parçalarla iç içe geçiyor. Yenilebilecek kısımlarla yenilemeyecek kısımları birbirinden ayıramıyorum ve derin bir nefretle ne varsa ağzımın içinde çöp poşetine tükürerek haykırıyorum. Mutlu musun orospu çocuğunun antep fıstığı, yenildim sana!!


233.
Kırıklığa yazgılıysa da tüm çocukluk hayalleri
Annemin terliğine ve yer yataklarına rağmen
Tasolarım vardı benim bir de hayal kırıklıklarım.
Bıçkındım, çocuk irilerinden topumu koruyacak kadar
Ve babamın aldığı kolu bozuk atariye
Özürünü hissettirmeyecek kadar da delikanlıydım
Soruyorum bazen n'oldu lan, ne ara bu kadar büyüdüm?
Sanki ben büyümemişim de dünya küçülmüş gibi
Kendimden başka herkese tahammül ediyorum bazen
Kendimle beraber herkesten nefret etmeme rağmen..

25 Ekim 2013 Cuma

Tesirsiz Parçalar 230-231..

230.

Gittiğim her yerden az evvel çıkmış gibiyim
Nereye bakarsam bakayım bulamıyorum kendimi
Olduğum hiçbir yerde değilmişim gibi geliyor
Olmadığım her yerde de varmışım gibi..

231.

Üniversitenin ilk yılları. Her boku bildiğimi zannettiğim zamanlar. Kendimce ezik olduğunu düşündüğüm bir herifle tartışıyoruz. Konu önemli değil, hatırlamıyorum da zaten. Sıkıştığı bir yerde öyle bir soru sordu ki bana lavuk, yıllardır ne içinden çıkabildim ne de cevap bulabildim. Beni kelimenin tam anlamıyla göt eden o soru şuydu. "İyi de, sen kimsin lan?" O gün bugündür durmaksızın düşünürüm. İyi de, ben kimim lan?


19 Ekim 2013 Cumartesi

Tesirsiz Parçalar 228-229..

228.

Tanısam çok seveceğime emin olduğum bir yazar abim tanıdığım ve çok sevdiğim bir yazar abime demiş ki "Abicim seni çok seviyorum ama arayamıyorum, çünkü biz birbirimizi acıdan öldürürüz.." Öyle işte, hayat ne tuhaf lan!!

229.

Geç kalmadığın nisbette erken varırsın velhasıl
İyidir vaktinde varmak seni bekleyen her şeye
Dengeyi kurmak lazım ne geç gibi ne de erken
Güzel adamlar vesselam Ümit Besen ve Nick Cave
Sahi bir düet yapsalar, dinlerken ben rakı içsem.
Uçurtma uçurasım var buradan taa çocukluğuma
Arada ağaran saçlar var, çok ağlama ve çok sancı
Sabaha daha var epey gider bir ufak elbet
Hayaletler konuşmazlar, basit bir fizik kanunu
Yorgunum, uykusuzum bir şey istemiyor canım
Üstümü örtsün biri, toprak da olsa razıyım..

BATTANİYELİ ŞİİR



Çoktan unuttum sandığım bir rüyanın gölgesi
Son gençliğime vurmuş bir süre önce farkettim
Önceleri şey sanırdım her şey kendiyle müsemma
Ağarmaz derdim saçlarım kesilmez hiç soluğum
Hepsi olurmuş meğer gölgelerini gördüm hepsinin
Sahi diz kapağıma bir kedi çizdim dün gece
Sonra sevmediğim ne varsa yaptım hepsini bir bir
Birama şeker attım seni ağlarken düşündüm
Anneme bağırdım biraz kendimden nefret ettim
Daha kötü şeyler de yapacaktım ama yoruldum
Yoruldum ve yıllanmış battaniyeme sığındım
Ben küçükken battaniyemin altını dünya sanırdım
Babam bağırdıkça anneme
Babam ne zaman bağırsa anneme battaniyeme sığınırdım
-Allah beni kahretsin dün anneme bağırdım-
Demem o ki kafamıza çekecek bir battaniye oldukça
Gözlerimizi de yumarsak doğmamış gibi sıkıca
Belki bir süreliğine her şey yoluna girer
Vasiyetimdir ölünce ne kadar param varsa
Hepsiyle battaniye alsın kefen yerine yanımdakiler..

8 Ekim 2013 Salı

Tesirsiz Parçalar 227..

227.

Duvarda duvar saati var, yerde yer halısı, masada masa lambası, elbise askısında elbiseler, kitaplıkta kitaplar, kültabağında sigara izmariti... Eşya bile nerede olmasını gerektiğini biliyor sanki. Hiçbirinin kafası karışık değil. Şu an oturduğum göt kadar odada etrafıma bakıyorum da aslında nerede olması gerektiğini bir türlü bilemeyen bir tek benim gibi geliyor. Annemin karnından hiç çıkmamalıymışım ben. Doğduğum günden beri gözüm hep karanlıkta. Gün ışığına tahammül edemiyorum. İnsan sesine de. Kafka bir kitabında şöyle bir laf etmişti 'Ne şanslıdır şu sağırlar, duyamamak bir özür değil olsa olsa lütfudur Tanrı'nın'. Öyle Kafkacım öyle, aynen öyle..

1 Ekim 2013 Salı

Tesirsiz Parçalar 226..

226.

Kendimi tek bir cümleyle tanımlamam gerekse 'tam olarak hiçbir şey ama herşeyden de birazcık' diye tarif ederim.. Sağcılar fazla solcu buldu beni, solcular da hep biraz sağcı. Tam olarak hiçbir yere ait olamadım. Anneme göre evlatlığımda, sevgililerime göre sevme şeklimde bir eksiklik oldu hep. Aramadıkları sürece aramadığım arkadaşlarım vefasızlığımdan, kendileri için neredeyse hiçbir şey yapmadığım öğrencilerim ilgisizliğimden şikayet ettiler..
Uzun yıllar önce bir balığım vardı, sahip olduğum ilk ve tek evcil hayvanım. Sazanaki'ydi adı. Hayvanı bana kakalayan arkadaşım Japon sazanı olduğunu iddia etmiş, ben de kabul etmiştim ve adını da Sazanaki koymuştum. Sevgilimden ayrılmıştım, canım çok sıkkındı, yaşayan, gözlerinin içine bakabileceğim ve konuşmayan bir canlıya ihtiyacım vardı evde ve balık bu kriterlere son derece uygundu. Sonradan ortaya çıktı foyası, eve gelen nadir arkadaşlarımdan biri 'Ne Japon sazanı lan bildiğin kırmızı dere balığı bu' deyince büyü bozuldu. Ama sevmiştim ben hayvanı, ismini de değiştirmedim o yüzden. Öyle yaşadık gittik bir süre. Sadece uyuduğum ve içki içtiğim bir hafta boyunca yem vermeyi unuttum kendisine. Yaklaşık bir hafta sonra ayıldığımda fark ettim tabi durumu ama yem vermeye de üşendim. İnatla yaşamaya devam etti hayvan. Ben de merak ettim yem vermezsem ne kadar yaşar diye. Hesapta iyice zayıfladığını ve artık dayanamaz hale geldiğini görene kadar bekleyecek, sonra yemleyecektim kendisini. Hiç sesini çıkarmadı hayvan. Fizyolojisinde de bir değişiklik olmadı. Bir sabah kalktığımda öldüğünü gördüm. Çok asil bir ölüm dedim içimden ve alüminyum folyoya sarıp küçük bir cenaze töreniyle karşıdaki çamaşırcının kapı önündeki saksısına gömdüm. Sonra da aklıma bile gelmedi kendisi. Şimdi sorun şu. Aradan geçen onbeş yıldan sonra ilk defa o balık için üzülüyorum ve şu an resmen gözlerim dolu. Yapmış olduğum hayvanlıktan dolayı gecikmiş bir vicdan azabı mı çekiyorum yoksa yaşlanmaya mı başladım bilmiyorum. Bildiğim şu, eğer bir balığınız varsa sakın onun açlıktan ölmesine izin vermeyin. Yoksa onbeş sene sonra bir akşam ferdi tayfur dinleyip acıbadem likörü içerken o balık birden aklınıza gelip içinizin sızlamasına ve ağlamanıza neden olabilir..

22 Eylül 2013 Pazar

UÇURTMALI ŞİİR

Edepsiz bu sonbahar yüzümüzü kızartıyor
Dışımız tir tir titriyor, alışkanlıklarımız terli
Sevgilim bu seninle ilk Eylül'ümüz fark et
Hadi kalk müşterek bir uçurtma hazırlayalım
Kuyruğu saçlarından, Bim poşetinden gövdesi
Evlerin içindekiler sevinçle dışarı çıksın
Peşimizden koşsun çocuklar ve sokak köpekleri
İpini uzun tutalım atmosfere kadar uçsun
Yırtsın göğün göğsünü üstümüze yağmurlar dökülsün
Gecikti bu sonbahar gül yağmurları, affet
Hadi tut bir ucumdan, ayağa kalkayım, yardım et..

EKSİK



Annemin eskise de atmaya kıyamayıp
Tavan arasına kaldırdığı eşyalar gibiyim tek farkla
Onların yüzü her zaman güneşe dönük
Benimse odam zemin katında..

Ben bundan daha evvel de bahsetmiştim hatırlarsanız
Canım sıkılıyor demiştim çok canım sıkılıyor hatırlarsınız
Vazgeçtim artık demiyorum, sıkılmıyor şimdi canım
Acıyor..

Oysa yeni bir oyuncak aldığım zaman bile
Ev önü kedilerine keyifle göz kırptığım
Zamanlarım vardı benim çok olmayan zamanlar önce
Yine yeni oyuncaklar alıyorum
Ama hiçbir kediye göz kırpmıyorum..

12 Eylül 2013 Perşembe

Tesirsiz Parçalar 225..

225.

1997 yılında öğrenciyken saçma sapan bir tekel bayiinde çalışıyordum. Geç vakitte işten çıkıp üç bira bir paket fıstık alıp yurttaki odama gidiyor, Ferdi Tayfur dinleyip, bol bol sigara içip saat dört gibi ancak uyuyabiliyordum..

2013 yılında öğretmenim ve yine gayet saçma sapan bir işte çalışıyorum. Geç vakitte bardan çıkıp üç bira bir paket fıstık alıp evdeki odama giriyor, Ferdi Tayfur dinleyip, bol bol sigara içip saat dört gibi ancak uyuyabiliyorum..

Hani lan her şey değişiyordu .mına kodumun Herakleitos'u?

EFE'YE ALDIĞIM BONİBON ESKİ BONİBON DEĞİLMİŞ MEĞER



Korkunç şeyler düşünüyorduk şehrin tüm polislerine
Bonibon dağıtmak gibi tehlikeli fikirlerimiz vardı
Sevmediğimiz hayvanlara bile sevdiğimiz insanlardan
Daha çok ihtimam gösteriyorduk fonksiyonel bir manyaklıkla
Utanır gibi oluyorduk Allah aklımıza gelince
Ve hemen en kilolumuzu şarap almaya gönderiyorduk
Unutmak için değil hayır, hayır onun için değil
Utandığımızdan belki, belki de umutsuzluğumuzdan
Geniş meydanları yoktu arabalarını çizdiğimiz şehirlerin
Kara çocuğuyduk biz rüzgarda bağrımızı açardık
En yakınımızdaki Deniz duvarımızdaki parkalı oğlandı
Yakışıklıydı, yiğitti, bir gece devlet astı!
Dağıldık sonra her birimiz kaygılarımızda boğulduk
Bonibon el değiştirdi Kent'ten Milka'ya geçti
El değiştirmesi gibiydi gençliğimizin
Hevesle çocukluğumuzu gençlikle takas etmiştik
Utanarak gençliğimizi ekmek parasına değiştik..

3 Eylül 2013 Salı

KİMSE KİMSEYE BAĞIRMASIN


Kimse kimseye bağırmasın yapmasın bunu kimse kimseye
Babam anneme bağırmasın annem bana bağırmasın
Ben kuşa bağırmayayım kimse kimseye bağırmasın
Allah'ı rüyamda gördüm ben valla bak çok ışıklıydı
Uyandım sonra dedim baba anneme bağırma
Ben Allah'ı gördüm rüyamda bana hiç bağırmadı
Bir sürü bira içmiştim oysa yine de bana bağırmadı
Ali Hasan'la Hüseyin'e hiç bağırmamıştır kesin
Peygamber hiç bağırmamıştır kesin çocuklarına
Kimse kimseye bağırmasın yapmasın bunu kimse kimseye
Kulaklarım ağrıyor kulaklarım ağrıyor kulaklarım ağrıyor
Kimse kimseye bağırmasın ben kimseye bağırmayayım
Bağırmak tedavülden kalksın..

Tesirsiz Parçalar 222-224..

222.
Sen ne yaparsan yap sabah olur. Beş bilmem kaç sikim milyar yaşında lan dünya. Bak bakalım geriye, kaç kere doğmamış güneş?

Çok içtiğin, kafanın durdurma kolu bozulmuş atlıkarınca gibi döndüğü ve bokuna kadar kustuğun geceleri düşün. Şey dediğin hani 'Ulan bir daha böyle içersem siksinler beni!.' Ee bak bakalım kaç gece daha deliresiye içtin, içmeye tövbe ettiğin gecelerin üstüne.

Bazen gücün masadaki peyniri kesmeye bile yetmez. Öyle zamanlarda iyi ki Orhan Gencebay var dersin. Ve sessizce akan göz yaşlarını gömleğinin koluyla silerek mırıldanırsın. 'Olsun lan, ne kaldı ki şurada sabaha..'

223.
Ah herkese bir park lazım tek başına ağlamalık
Yandığı yerin uzağında nasıl da şaşkın canımız
Teselli teşebbüsleri yerin dibine batsın
Herkes sussun yahut içinden şarkı söylesin
Bir yer var tahammül sınırının ırzına geçen
Bir şey var sen bilmezsin o bilmez ben bilirim
Bir acı bir can yangını ruhta ustura kesiği
Bir kırmızısından tuborg bir kısasından parlement
Bir vay anasını satayım bi' susun lan bi' dinleyin
R'ye dahi tahammülüm yok yuvarlansın kelimeler
Sıkıldım ben hepinizden herkes evine gitsin
Tusubasa gelsin yanıma bir de obi van kenobi gelsin..

224.
Ferdi Tayfur'dan bir şeyler çal usta dedim. Olmazmış, orada arabesk çalmıyorlarmış. Arabesk değil dedim, Ferdi Tayfur istiyorum bir tane. Tamam işte abi dedi öyle şeyler çalmıyoruz. Ne çalıyorsunuz peki dedim? İstediğiniz bir türkü varsa çalabiriz abi dedi. Bi 50'lik Bomonti bi fıstık ver sonra uzun süre masaya yaklaşma dedim. Öyle şeyler çalmıyorlarmış. Piçler!!

20 Ağustos 2013 Salı

Tesirsiz Parçalar 221..

221.
Yirmi yıl önce dünyayı değiştirebileceğimi zannederdim. On yıl önce dünyanın buna değmeyeceğine, çevremi ve kendimi değiştirmemin yeterli olacağına inandım. Bir kaç yıl önce de iyice hedef küçültüp, sadece kendimi değiştirebilmek için harcamaya başladım bütün enerjimi..
Şimdi ise çoraplarımı değiştirmeye bile üşeniyorum. Bok yesin her şey değişir diyen filozof. Ne dünya, ne insanlar, ne çekilen acılar değişiyor. Sadece rüya görüyor ve umutsuzca uyanacağımız anı bekliyoruz..
Bir meyhane sandalyesi ya da onkoloji kliniği ya da rahat ev yatağı, ne fark eder? O kadar uzak ki aslında herkes herkese, yan yana olsak bile dokunamıyoruz birbirimize..

19 Ağustos 2013 Pazartesi

Olmadık Yerde Biten Rakının Ardından Yazılan Şiirdir

İrtifa kaybedip, kazanacağım yerde
Alkolün ve kalabalığın verdiği esenlikle
Gülümseyerek düşündüm seni, kendimi bir şey zannedip
Oradayken sen ve ben buradayken
İp gerip aramıza yanına gelirim zannederken
Hop! dedi dış ses, kalkalım, rakı bitti!
O an hayvan gibi sövdüm Hegel'e ve Heideggere'e
Sikerim ulan dedim tin'i de ontolojiyi de
Bana ne ulan, bana ne, bana ne, niye?
Niye oradasın sen, neden ben buradayım?
Neden burda kuşlar salak, neden bizim denizimiz yok?
Ve bir yığın soru daha, aynı şeyle biten, niye?
Sigaram var, ayakkabım var, rakı bitmiş, sen yoksun
Alsın biri ayakkabılarımı, seni bana yürütsün
Canım yanıyor be işte, insafın hiç mi namı yok?
Ben ağlarım, susarım sonra, kimselere demem bir şey
Sen ağlama , susma da ama, bak buna bağlı her şey..

12 Ağustos 2013 Pazartesi

Mesaisine Geç Kalmış Ağustos Böceği


Tekel bayii ile onkoloji kliniği arasına
Uzun ve kalın bir ip gerip yürümek istedim üstünde
Terliyor muyum koltuk altlarım mı ağlıyor anlayamadım gitti
Ve sıcak olup olmadığına bir türlü karar veremiyorum gecenin
Bir şey gibiyim, bir böcek, bir değersiz şey işte
Evet evet bir böcek her şeye geç kalmış
Ayındayız tam da bir Ağustos böceği
Mesaisine geç kalmış bir Ağustos Böceği'ne
Bir şey demez diğerleri sadece görmezden gelir
Durdukları yere bile geç kalmayı becerenler
Yok kere yok olmanın ağrısını iyi bilir.
Tam ortasında durduğum bir yolun
İki yanından geçiyor sağlı sollu hayaletler
Geçmiş ne tuhaf spor, geçti deyince geçmeyen
Gelecek, bir okyanus ve ben yüzme bilmeyen
Gazoz kapakları gibi şişe üstündeyken mağrur
Açıldıktan sonraysa çöp, sanırım türkçesi kader..

9 Ağustos 2013 Cuma

Sığınıp İsimsiz Bir Katedralin Gölgesine

Aklından bir katedral tut beni bahçesine gömsünler
Dilini bilmediğim zangoç dışından Fatiha okusun
Sevgilim insan bazen yalan söylemeye bile üşenir
Çocuklar geçer yanından dönüp bakası gelmez
Zaman olur iki kişinin inandığı yalan bile
Bir bakarsın yalan olmaz gerçeğin kralı olur
Herkes ne mutlu ne tuhaf hiç mi özledikleri yok?
Ben ki ölüp özlemekten katedraller düşünürüm
Sevgilim aklından bir katedral tut sonra
Sonra hiç bırakma, o hep aklında kalsın
Kimseler anlamaz beni ihtimal tek sen anlarsın
Sen nerdesin ben nerdeyim ne içtim böyle ne tuhaf
Ne çok tuhaf dedim oysa hiç sevmem tuhaf lafını
Bu bile tuhaf işte hadi sen bi' katedral tut
Katedraller bazen müze anlamına gelir
Seni seviyorum ben biliyorsun değil mi?
Her şey geçer aşk kalır, sen bilmezsen rabbim bilir..

7 Ağustos 2013 Çarşamba

Tesirsiz Parçalar 220..

220.

Kötü alışkanlıklarım olup olmadığını sordu sonra. Beher seviyede içki ve sigara kullandığımı, mütemadiyen iddaa ve at yarışı oynadığımı, ayrıca da Kafka okuyup Ferdi Tayfur dinlediğimi söyledim. İçki ve sigara makul seviyeye çekilebilir, şans oyunlarından da el ayak çekmek mümkün ancak Kafka ve Ferdi Tayfur pazarlık konusu bile yapılamaz diye de ekledim. Açık birer oralet daha söyledik. Sonra kalktı, pazara gidip bakla alması lazımmış. Yüzüne güle güle dedim, içimden de siktir git. Kendi kendime '..., bir sabah uyandığında kendini dev bir ayıya dönüşmüş olarak bulur' diye mırıldandım. Peşinden de Ferdi Baba'dan Postacılar'ı ıslığımla piç ederek ağır ağır masadan kalktım. Cebimde yarım paket sigara vardı, akşam Beşiktaş'ın maçı vardı, annemin yüksek tansiyonu vardı, çevremde koşuşturan herkesin çok işi vardı, galiba bir tek benim hiçbir şeyim yoktu. Aptal bir gülümseme yerleşti birden dudaklarımın kenarına. Olsun dedim, olsun, siktir et..

26 Temmuz 2013 Cuma

PEKİ

Ömrüm şimdi ilk kez gittiğim bir şehrin
Kamil Koç bekleme salonunun televizyonundan
Otobüs geldiğinde yarım kalacağını bile bile
izlediğim bir film..

Nasıl da dışardan bakıyorum kendime
Nasıl da yabancı
Nasıl da tedirgin
Sanki girmediğim mücadeleleri bile
Kaybettim
Oysa böyle konuşmamıştık Allah'la..

Hayatı tasolarımdan ve babamın azarlarından
ibaret sandığım çocukluğumdan
Bir futbolcu çıkartması kadar bile iz yok ne yazık..

18 Temmuz 2013 Perşembe

Tesirsiz Parçalar 219..

219.

Birini çok çok üzdüğünüzü aylar sonra anlarsanız ne yaparsınız? Onun canını çok acıttığınızı, onulmaz yaralar açtığınızı ve daha da kötüsü o yaraları açtığınız zaman bunu hiç fark edemediğinizi çok sonra anlarsanız ne yaparsınız? Ve o biri sizin için çok kıymetliyse, en azından bir zamanlar öyleyse? Ve ne yaparsanız yapın telafi edemeyeceğinizi, içiniz de yansa, deli gibi üzülseniz de elinizden hiçbir şey gelmeyeceğini anladığınızda ne yaparsınız? Ne yapabilirsiniz? Hiçbir şey. Tek bir şey dışında hiçbir şey.. Artık mutlu olması için dua edersiniz. Unutmuş olmasını, ona yaptığınız kötülüğü artık aklına getirmiyor olmasını umarak, mahçup bir röntgenci gibi uzaktan uzağa ondan haber almaya çalışıp, mutluluğuyla içinizi bir nebze olsun rahatlatmaktan başka hiçbir şey..

17 Temmuz 2013 Çarşamba

Tesirsiz Parçalar 218..

218.

Aceleden üzerinde pek durulmamış bir ihtimal gibi
Daha mühim şeylerin arasında kaybolup gitti çığlıklarım..

-Oysa çocukken bi anne dememle koşup yetişirdi annem-

16 Temmuz 2013 Salı

Tesirsiz Parçalar 217..

217.

Otuz beş yaşındayım ve hala ağlarken anne diye ağlıyorum. Bir taraftan da burnumda oluşan sümük baloncuk olunca yavaş yavaş nefes verip balonu genişletmeye çalışıyorum. Saçlarım beyazlaşırken favorilerim kızıllaşıyor ve sakallarım sararıyor. Kıçımın kılı (kimsenin kıçının kılı değilim bu arada kendi kıçımdan bahsediyorum) hangi renge dönüşüyor düşünmek bile istemiyorum. On altı yıllık memurum ve bir kaç bin kitap, bir dolu oyuncak ve bir kaç takım elbiseden başka hiçbir şeyim yok çok şükür. En iyi arkadaşım beş yaşında bir oğlan çocuğu. Köpeklerle mesafeli bir ilişkim var ama kedilerden hiç hazetmiyorum. Ekseriyetle canım sıkkın ve mütemadiyen depresyona giriyorum. Hatta aynı gecede bir kaç kez depresyona girip çıkacak kadar yalama ettim güzelim hastalığı. Ağaçlardan en çok çam ağacını, parklardan Şirintepe Parkı'nı, takımlardan Beşiktaş'ı ve kadınlardan dünyanın en güzel kadınını seviyorum. Çam ağacı meyve vermiyor, parkı yakında tadilata sokacaklar, Beşiktaş Avrupa kupalarından men edildi ve galiba sevdiğim kadın beni sevmiyor. Gerçi seviyor da olabilir, bilmiyorum. Yağmur yağarken kendimi iyi hissediyorum, hiç açıklayamayacağım bir neden yüzünden yağmuru Tanrının bana bir kıyağı olarak görüyorum. Saat şu an dört buçuk bütün aklı başında insanlar uyumuştur kuvvetle muhtemel. Bense uyuyabilmek için onların uyanmasını bekliyorum. Gönüllü gece bekçisi gibiyim, kendi kendine durumdan vazife çıkaran. Bu yazı daha çook uzar. Ama ben bundan da sıkıldım. İyi ki Ceylan Ertem var. Bir de Georges Perec ne güzel yazar, Türkan Şoray ne güzel kadın ve Selim Işık ne güzel arkadaş değil mi? Evet evet öyleler..

BEN SENİNLE HİÇ TRENE BİNMEDİM

Ben seninle hiç yağmurda yürümedim
Islanınca neye benzer tüylerin
Görmedim

Ben seninle hiç rakı içmedim
Açık saçık küfürler edermişsin sarhoşken
Duymadım

Ben seninle hiç trene binmedim
Pencere kenarını mı seversin koridor tarafını mı
Bilmedim

Ben senin ellerini hiç tutmadım
Soğuk mudur sıcak mıdır hayal ettim sadece
Değmedim

Ben senin gözlerine hiç bakmadım
Ama öyle buğuluydu ki rüyalarımda
Aklımdan çıkarmadım..

10 Temmuz 2013 Çarşamba

BOŞLUĞA UZANAN EL

Boşluğa uzanan bir el,
Ve bir el daha (uzakta) o eli tutamayan
El uzanmış boşluğa, hiçbir şey umrunda değil
Uzaktaki el uzanıp tutsam mı diyor acaba?
Tut diyor boşluktaki el, bırakıp tereddütleri
Tutacak uzaktaki el, bir şeylerden korkuyor
Korkma diyor boşluktaki el tut
Tutmazsan hep boş kalırım
Boşluk kabul etmem diyen
doğa yasasına inat
Boşluktaki el bükük, sahibinin boynu gibi
Uzaktaki el uzanıyor, tutuverecekmiş gibi
Yollar ve mesafe ve zaman ve her ne varsa
Boş ver diyor hepsini boşluktaki el
Uzanmış bekliyor
Uzanmış bekliyor boşluktaki el
Uzaktaki elin yanına gelmesini..

7 Temmuz 2013 Pazar

OLSUN, BEN SENİ ÇOK SEVİYORUM



Ay'ın bir sikime benzemediği bir geceydi. Yıldızlar da görünmüyordu ortalıkta, onları saklayan bulutlar da. Yarısını tek seferde içtiğim ucuz şarap patlıcan şerbetine, suratım muşmula hoşafına, kalbim otoyol geçeceği için istimlak edilmiş pancar tarlasına benziyordu..

'Hiç mi özlemiyorsun beni?' dedim.

'Korkuyorum' dedi. 'Sen beni o kadar çok sevdin ki, o yüzden korkuyorum'

Onu kafamda çok yüceltip büyüttüğümü, bunun sonucunda muhtemel bir hayal kırıklığı yaşayacağını, bu hayal kırıklığıyla baş edecek gücü olmadığı için de ne yapacağını bilemediğini söyledi. Ya da işte buna benzer şeyler..

Allah'ım, nasıl da yanılıyordu. Ama ne yapabilirdim ki, inançlı bir yanılgı karşıdakinin felaketi bile olsa kolay kolay ortadan kalkmıyor ne yazık ki..

Lafı değiştirmek istedim. Ay'dan ya da yıldızlardan söz etmeye çalıştım. Ama aksi gibi Ay bir boka benzemiyordu o gece ve lanet olası yıldızların hiçbiri ortalarda yoktu. Bir süre sustum çaresiz..

'Ben seni çok seviyorum' dedim sonra. Bir tek bunu söyleyebildim. Canım bir tek bunu söylemek istiyordu. Biraz daha susup devam ettim.

'Olsun' dedim, 'eğer varsa kırılacak bir hayal, onu tamir edecek kadar çok seviyorum ben seni.

O sustu bu kez. Benden daha uzun sustu, içim acıdı bir an. Sanki benden daha çaresiz gibiydi..

'Uyuyalım mı?' dedi bir süre sonra. Her ne durumda olursam olayım, her duyduğumda gülümseyerek itaat ettiğim tatlı bir buyruk gibiydi bu laf. Yanımda olsa, sıkıca sarılırdım. Değildi..

Olur uyuyalım demedim ilk kez. 'Yatalım hadi' dedim. Zor uyunacak bir geceydi ve ben ona yalan söyleyemezdim.

Başka bir şey konuşmadık. O bir süre sonra uyudu sanırım. Ben de bir süre uzanıp kalktım. Camı aralayıp bir sigara yaktım. Hala tek bir yıldız göremiyordum. Ama Ay.. İlk kez bir şeye benzetir gibi oldum Ay'ı. Evet evet Ay,ağlayan bir çizgi film kahramanına benziyordu. Pepe! Bir süre sessizce ona eşlik ettim. Son yudumunu diplediğim şarabı da nihayet şaraba benzetebilmiştim. Biraz daha seyrettim Ay'ı. Sonra yüzümü doğuya doğru çevirip pencere aralığından usulca mırıldandım.
'Olsun, ben seni çok seviyorum..'

6 Temmuz 2013 Cumartesi

SEVDİM..

Ulaşınca herkes sever seni
ben ulaşamayınca da sevdim
yıldız tozu gibiyken sen
ya da kaf dağı çiçeği
olsun dedim ne yapayım
yatıp en erken uykulara
rüyalarımda göreyim diye
karıştırıp varlığını yokluğuna
yokken de varmışsın gibi sevdim..

5 Temmuz 2013 Cuma

TEMENNİLİ ŞİİR

Gülüşünün kıyısından mutluluk aşırıyorum
Bol geliyor bana dünya fazla mı büyük bilmem
Sığınayım istiyorum diz kapağının dibine
Çok gördüm çok usandım uslandım ama valla
Evim bildim seni kalktım tüm tereddütleri bırakıp
Sana geldim yer göster köşeciğine sokulayım.
Bir İsa'yı sevdim ben bir Ali'yi bir seni
İsa gökte Ali öldü sen bari kal benimle
Bak insanlar bütün akıllarını kaybetmiş
Kim umurundaki kimsenin bir sen varsın bir de ben
Baş ucumda evren diyen şaire selam olsun
Ama kusura bakmasın umurumda değil evren
Bir sen diyorum gülüm bir sen diyorum bir sen
Sen deyince uçuşuyor kalbimde kırlangıçlar
Kırlangıç ne güzel kuştur kıyılılar iyi bilir
Herkes beni kötü bilir bari sen iyi bil
Azcık eğilsen yeter gerisini ben hallederim
Sen teşebbüs et yeter yolları ben tüketirim..

28 Haziran 2013 Cuma

Tesirsiz Parçalar 215-216..

215.
İnsan en çok, basit şeyleri tarif ederken zorlanır. Basit derken, bazen bir şeyin anlamının ve nedeninin o kadar açık olduğunu düşünürsün ki, anlaşılamayıp sorularla karşılaştığında nasıl cevap vereceğini bilemezsin. Ekşi gibi mesela. Nasıl bir şey olduğunu herkes bilir ama iş tarif etmeye gelince mesele çıkar. Zordur tarif etmek.

Beni neden seviyorsun? Neden beni seviyorsun? Benim neyimi seviyorsun? Bu sorulara cevap vermeye çalışmak da, en az ekşiyi tarif etmek kadar zordur. Seni seviyorum, çünkü... Kolay değildir gerisini getirmek. Sevgiyi o kadar derininde hissediyorsundur ki, buna gerekçe aranması tuhaf gelir. Anlasın istersin, inansın. Onu neden seversin? Sevdiğin için seversin. Başka herkeste sıradan ve alışılmış olan şeyler bile vesiledir çünkü. Uykum geldi der, seversin. Saçlarımı kestirmek istiyorum der, seversin. Tavla oynayalım mı der, seversin. Arar, ulaşamazsın bazen, yine severesin..

216.
İlkokul yıllarıma dair hatırladığım en kuvvetli duygu, derin ve şiddetli bir nefrettir. Okuldan, öğretmenlerden, sınıf arkadaşlarımdan, binadan, sıradan, kapıdan, siyah önlükten... Kelimenin tam manasıyla nefret ediyordum. Kafayı sıyırmak üzereyken, Jules Verne tuttu elimden..

Ortaokulla beraber öfkemin yerini bir tür öğrenilmiş çaresizlik aldı. Kendim dahil herkese ve her şeye gittikçe daha çok kızıyordum. Hiçbir şeyi değiştirecek gücüm olmadığını da çok iyi bildiğimden daha da içime kapanıyordum. Eğer o zamanlar yolum Dostoyevski'yle kesişmeseydi, belki de kendi karanlığımda kaybolup giderdim daha o yaşta. Onun, efsanevi huzursuzluklarla satır aralarında acı çeken kahramanları, kendimi mutsuzluk ilahı ilan etmeme engel oldu..

Lisede, derin bir nihilist egoyla yaklaşıyordum her şeye. Kendimi, büyük işlere yeltenip hepsinde başarısız olmuş ve artık mücadeleden vazgeçmiş züppe bir ergen artığı gibi görüyordum. Derken Oğuz Atay girdi hayatıma. Selim Işık'ı ruhani liderim ilan edip, kaybetmenin de soylu olabileceğini keşfettim Tutunamayanlar'ın karanlık dehlizlerinde..

Üniversite'de sayıları arttı güzel abilerimin. Perec, zarifçe meydan okumayı; Calvino, büyüdükçe çocuk kalabilmenin güzelliğini; Tanpınar, anlaşılamamanın o kadar da kötü bir şey olmadığını öğretti bana..

Hayatta ve insanlarda arayıp bulamadığım her şeyi kitaplarda buldum. Başka bir güzel abimin söylediği gibi.. "İyi kitaplar dışında kimse elimden tutmadı.."

GİDERKEN MIRILDANILANLAR

-Kazım Koyuncu'ya-

Kaldırın sınırları, ben gidiyorum
Ben gidiyorum, katlayın pikelerinizi
Geniş zamanlı nutuklarınızı ve içten pazarlıklarınızı
Koyun artık bir kenara, ben gidiyorum.

Alın sizin olsun şarkılarım ve hayallerim
Keten gömleğimi aldım, başka şey istemiyorum
Kimselerin bilmediği bir yerden gelmiştim zaten
Kimselerin bilmediği bir yere gidiyorum.

Anneme anlatırsınız lisan-ı münasiple
Benim hiç vaktim kalmadı, acelem var, gidiyorum
İyi bakın ağaçlara, kuşlara ve çocuklara
Kuş sesi duyamayacağım bir yere gidiyorum..

21 Haziran 2013 Cuma

HAYDARPAŞA'NIN ARDINDAN

Son tren kalkmış Haydarpaşa'dan hayli geç haberim oldu
Son tren kalkmış, ah! ben seninle,
Ben seninle hiç trene binmedim nasıl olur
Ne çok şey var yapmadığımız mütemadiyen düşünüp
Düşünüp, düşünüp, düşünüp delirecek gibi oluyorum..

Sen orada yıldızların altındasın, rahatsın
Ben burada gölgene sığınmışım, bedbahtım
Koyu yeşil bir çocuk yüzüme baktı az evvel
Nasıl olur öyle çocuk sorma hiç çok yorgunum
İnsanlar yürüyorlar, dillerinde sloganlar
Adının geçmediği hiçbir lafı sevmiyorum
Şu anda yıldızlar beni görmüyor ya burda
Yıldızları sevmiyorum, seni çok seviyorum..

19 Haziran 2013 Çarşamba

Tesirsiz Parçalar 213-214..

213.
Beklemenin destanını yazmıştır Samuel Beckett, Godot'yu Beklerken'de.. Sanıyorum bu kitabı okumak hiç bu kadar anlamlı olmamıştı. Saçma sapanlığın manifestosunu okumak için en uygun zamanları yaşıyoruz. İnce ve hayli ucuz bir kitap. Hemen yarın alıp, şehrin en görünen yerinde ayrı ayrı ama hep birlikte okusak ya..

214.
Son zamanlarda şu tür eleştirileri çok sık alır oldum."Ülke birbirine girmiş sen hala şiir yazıp, şarkılar paylaşıp, aşktan sevgiden bahseden şeyler yayınlıyorsun hiç yakışmıyor sana vs.."
Yahu siz kafayı mı yediniz? Elbette ki şiirler yazıp paylaşacağım, çünkü şiirlere de şarkılara da en çok böyle zamanlarda ihtiyaç duyulur. İçinde şiir olmayan, şarkı olmayan, aşk olmayan isyan mı olur? Aşkın da sırası mı diye bana çıkışanlar, sorarım size, siz hiç aşık olmadınız mı? Eğer olmadıysanız kızdığınız, isyan ettiğiniz adamlardan ne farkınız kalır? Ülkenin içine eden adamların tamamı kimseye aşık olamamış ve kimsenin kendilerine aşık olmadığı insanlar değil mi bir düşünsenize? Ben en çok bir yürüyüşte ya da eylemde aşık hissediyorum kendimi, sevdiğim kadın yanımda olsun, el ele tutuşup beraber sloganlar atıp şarkılar söyleyelim istiyorum. Ben onu, tıpkı memleketim gibi, dar ve tehlikeli zamanlarda seviyorum en çok. Kimse aklından çıkarmasın abiler aşksız ne devrim olur ne isyan ne başkaldırı.. Evet ortalık çok karışık ve ben inadına aşk diyorum. Dünyayı sadece aşk kurtaracak ve bir kadını sevmekle başlayacak her şey..

 

OKTAY RİFAT'A


Bulut kadehe daha çok yakışmaz mı?
Gökyüzü tabağa
Apostol çoktan ölmüştür
Burası Bomonti
Dilimizde yarin ismi
Elimizde kısa parlament
Erken sarhoş olduk be usta
İdare et..

16 Haziran 2013 Pazar

KONMAKTAN VAZGEÇMİŞ KUŞLAR

Belki kuşlara gidiyorum nereden biliyorsunuz?
artık tren uğramayan metruk banliyö garında
annemi bekliyorum montumun fermuarını çeksin diye
belki uçmayı biliyorum ben ne malum
ağlıyorum diye şimdi üzgün müyüm sanıyorsunuz?
biliyor musunuz ben aslında uçuruma yazgılıyım
bir melek düşlüyorum kanatlarım çıkıyor
bir melek ki ancak kuş uçuşu yakalanır
kimse arkamdan bakmasın ne yaptığımı biliyorum
yalnız annem el sallasın sıkıca sarsın atkımı
ve söyleyin üzülmesin, ne yaptığımı biliyorum.

O, mavi bir kuş konmalardan vazgeçmiş
o aşağı inemiyor, ben yanına uçuyorum..

10 Haziran 2013 Pazartesi

Tesirsiz Parçalar 212..

212.

Unutur gibi olursun bazen. Bir süre. Ondan önce nasıl akıyorsa öyle akıyor gibi gelir hayat. Bir süre. Başka şeylerle uğraşıp, başka şeylerle heyecanlanıp, başka şeylere üzülürsün. Ama bir süre. Oysa hepsi eksiktir. Her neyle meşgulsen tam da onun ortasında geliverir gülüşü aklına. O an aklını kaybedersin. Elinde bir kaldırım taşıyla polis barikatına doğru koşarken ya da tanımadığın insanlarla özgürlük sloganları atarken ya da kırığı sızlayan koluna daha az sızlayan incinmiş kolunla pres yaparken birden bire aklına geliverir. Ve o an başka her şey anlamsızlaşır. Koşarak onun yanına gitmek istersin. Elinden tutmak, alıp onu, kimsenin kimseye değmediği bir yere kaçırıp, dizlerine yatmak istersin bütün yorgunluklarını diz kapaklarına gömüp. Koşamazsın. Öylece kalakalırsın. Taş elinden düşer. Kolunun sızısı donup kalır. Ne ona gidebilirsin ne bulunduğun yerde kalabilirsin. Onun dışında her şey anlamını yitirir. Sessizce her neredeysen uzaklaşır, ilk gördüğün tekel bayiinden iki tane kırmìzı tuborg alıp parka doğru yol alırsın. Aklında bir tek o, dudaklarında acı bir ıslık, davasına ihanet etmiş ama bundan zerrece pişmanlık duymayan bir suçlu gibi, içine içine akıtırsın akmaktan utanan tüm yaşlarını. Çünkü aşktır bunun adı ve aşk başka her şeyi unutturacak kadar kuvvetli bir gerekçedir. Neye mi? Kendisinden başka her şeye..

29 Mayıs 2013 Çarşamba

ŞİMDİ BİR ŞEY SÖYLE BANA

Şimdi tek bir şey söyle, sonsuza kadar susalım
Şimdi bütün imkanlar ayağımıza serilsin
Şimdi sen uzaksın ya, kilometreler var arada
Şimdi bir mucize yarat her şey lehimize gelişsin
Şimdi alkollüyüm biraz saçmalıyor olabilirim
Şimdi seni seviyorum, gerisini idare et
Şimdi burada olsaydın boynuna sarılırdım
Şimdi yanımda olsaydın sana şunları söylerdim
Şimdi ve daima sen benim ışığımsın
Şimdi ve her zaman tek yerin benim yanım
Şimdi ve sonsuza dek karım olsana benim
Şimdi bu teklif sana biraz tuhaf gelebilir
Şimdi anla ama beni tuhaflığımı sana yor
Şimdi yorgun ve mahçubum kanımın yarısı alkol
Şimdi değil tek her zaman ben seni çok severim
Şimdi bir şey söyle bana söylemezsen deliririm..

26 Mayıs 2013 Pazar

BEN ESKİDEN ÇOK GÜZEL SUSARMIŞIM..



Öğrenciliğimin son senesi bir kızla tanışmıştım. Sadece sarhoş olduğu zamanlar arardı beni. Cep telefonum yoktu o zaman. Şeker fabrikasının yurdunda kalıyordum. Bazı akşamlar arardı yurdun ortak telefonundan, ben de kalkıp yanına giderdim. Yanına gittiğimde hayli sarhoş olurdu genelde. Otururdum karşısına, sessizce içmeye devam eder, mekanın kapanmasına yakın da birkaç şişe şarap alıp evine giderdik. Bazen hiç konuşmaz, bazen de sızana kadar anlatırdı. Ve istisnasız her seferinde ağlayarak kapatırdı geceyi. Ben neredeyse hiç konuşmazdım. Sabaha karşı, çoğu zaman oturduğumuz yerde uyuyakalırdık. Bir kez bile sevişmedik. Kimse kimseye aşık falan olmadı. Hakkında çok az şey biliyordum. BESYO’da okuduğunu, haftada birkaç gün bir spor salonunda aerobik dersleri verdiğini biliyordum o kadar.

İşsiz güçsüz sokaklarda dolaştığım saçma sapan bir öğleden sonra, birdenbire ayaklarımın beni çalıştığı salona götürdüğünü fark ettim. Aslında çok bir merakım yoktu, ama biraz da varmış demek ki, reflekslerime itiraz etmeden salona kadar gittim. Danışmadaki görevliye sordum orada olup olmadığını. Derste olduğunu, yarım saat sonra çıkacağını söyledi. Girişteki sandalyeye oturup beklemeye başladım. Tuhaf vücut geliştirme dergilerini karıştırıp vakit geçirdim bir süre. Sonra sesini duydum. Danışmadaki kızla konuşuyordu. Kız beni gösterdi, o da başını sallayıp hızlıca yanıma geldi. Niye geldin, dedi. Bilmiyorum dedim. Hakikaten de bilmiyordum. Beraber dışarı çıktık, yürümeye başladık. Uzunca bir sessizlikten sonra, gelmemeliydin dedi. Bir şey demedim. Ama çok da anlam veremedim. Sevdiği kadının genelevde çalıştığını gören adam gibi hissettim kendimi. Haliyle, hayli bozuldum. Başka bir şey konuşmadan caddenin sonunda ayrıldık.

Bir daha hiç aramadı beni. Ben de arayıp sormadım. Hatta suçlu hissettim kendimi. Konuşulmamış, sessiz bir anlaşma vardı sanki aramızda ve ben o anlaşmayı bozmuştum. Başlarda düşünüyordum biraz, sonra ne yalan söyleyeyim, ciddi ciddi içtiğim bazı akşamlar dışında neredeyse hiç aklıma bile gelmedi. Sonra mezun oldum, yurttan ayrıldım, göreve başladım vs..

Yaklaşık üç yıl sonra Milli Eğitim Müdürlüğü’nün koridorunda karşılaştık. Yanında uzun boylu bir adam, ellerinde birkaç evrak, telaşla yürüyorlardı. Beni fark etmedi. Ben de kendimi fark ettirmek için bir şey yapmadım. Çıktıkları odadaki şube müdürüyle fena değildi aram. İçeri girip sordum az evvel çıkanların niye geldiğini. Atandığı okulla ilgili bir sıkıntı varmış onu halletmeye gelmişler. O da öğretmen olmuş. Masanın üzerinde duran resimli evrakta soyadının değiştiğini gördüm. Muhtemelen kocasıydı yanındaki. Şeyi düşündüm o an, acaba kocası uğruna istisnasız her gece ağladığı adam mıydı?

O olaydan sonra sık sık düşünmeye başladım. Neden beni sadece sarhoşken arardı. Daha doğrusu neden beni arardı ve aradığında neden hep sarhoş olurdu. Benden zarar gelmeyeceğini bildiği için diye düşündüm başta ama tek sebep bu olmazdı herhalde. Gittikçe içimi kemiren bir soruya dönüştü bu. Çok önemli değildi belki ama kafama takılıyordu işte. Bir süre bu soruyla cebelleştikten sonra işin içinden çıkamayacağımı anlayıp çalıştığı okula gitmeye karar verdim. Okulun ismini öğrenmiştim zaten. Sabahtan boş olduğum bir gün kalkıp çalıştığı okula gittim. Yine bir danışma çıktı karşıma. Bu kez karşımda görevli değil öğrenciler vardı. Hoca’yla görüşmek istediğimi söyledim. Onlar da girişteki koltukları gösterip haber vermeye gittiler. Tenefüs saati gitmişim tesadüfen. İki dakika sonra geldi. Bu kez gülümsedi beni görünce, hoş geldin dedi. Kısa bir hal hatır faslı oldu. O zaten biliyormuş benim burada göreve başladığımı. Nerden bildiğini sormadım. Müdürlükte yanında gördüğüm adam kocasıymış gerçekten. Aynı okulda çalışıyorlarmış. Göreve başladıktan sonra tanışmışlar. Bunu öğrenince kafamdaki ilk soru cevaplanmış oldu, uğruna her gece ağladığı adam kocası olamazdı. Kısa bir suskunluk sonrası daha fazla dayanamayıp soruyu patlattım. Neden? Neden sadece içtiğin zamanlar beni arıyordun ve neden o günden sonra bir daha hiç aramadın? Güldü. Anlatması zor biraz dedi. Sana karşı bir şey hissetmiyordum, senin de bana karşı bir şey hissetmediğini biliyordum ve sen çok güzel susuyordun. O yüzden sana ihtiyacım vardı dedi. Her zaman dinlemediğini biliyordum, ama benim dinleyecek birine değil, konuşurken yanımda olacak ve bana hiç soru sormayacak birine ihtiyacım vardı ve sen çok güzel susuyordun. Ta ki salona gelene kadar, o andan sonra büyü bozuldu. Başka şeyleri de merak edip sorular soracağını biliyordum. O yüzden de bir daha arayamadım dedi. Ben de güldüm bu kez. Ve sustum. Zil çaldı, ayağa kalktı, tokalaşıp ayrıldık.

Tuhaftır, genelde çok konuştuğum söylenir. Ama işte yıllar önce biri vardı, sadece konuşmadığım için ve konuşmamaya devam etmem için ne zaman sarhoş olsa beni arardı. Tuhaf, yaralı biri. Aramızda hiçbir şey olmadı, ona karşı hiçbir zaman duygusal bir şey hissetmedim. Ama başka hiçbir tesiri kalmamış olsa da güzel susmanın ne demek olduğunu ben ondan öğrendim..

25 Mayıs 2013 Cumartesi

Tesirsiz Parçalar 208-211..

208.
Kendimden başka her şeye özeniyorum bazen . Her şeye ama. Bir marula, tırtıla, kediye, muşambaya… Hepsinin yaradığı bir iş var sanki ve sanki bir tek ben hiçbir işe yaramıyorum. İşe yaramayan şeyler de vardır muhakkak ama onlar da işe yaramadıklarının farkında değillerdir eminim. Tanrı her insanı bir şeyle sınar yazıyor kitap. Galiba benim sınavım da yine ben’im. Ben benle sınanıyorum. Bu kadar çok ben dediğim için bile utanıyorum mesela. Diş çürüğü oyuğu kadar kirli, can yakan ve zavallı bir boşluk var içimde. Bir şeylerle doldurmaya çalışıyorum zaman zaman o boşluğu, olmuyor. İçimdeki boşluk ağrıyor her gece ve ben o ağrıyı neyle kesebileceğimi çok iyi biliyorum aslında. Ama onu bile beceremiyorum. Korkuyorum..

209.
Dünya denen şey ne büyük yalnızlık..

210.
Bir mavi vardı aklımda
Koşup yakalayamadığım
Aklım artık kuş aklı
Mavi bana çok uzak..

211.
Yaptıklarıyla değil yapmadıklarıyla kırar insan sevdiğini. Ve söylediklerinden çok söylemedikleriyle..

BEN BU ŞİİRİ SANA YAZDIM..



Bir mide dolusu yalnızlık ve buz gibi bir sessizlik
Ben bu şiiri kusarak yazdım kimseler temizleyemez
Sabaha karşı ağladım ama hiç sesim çıkmadı
Ben bu şiiri susarak yazdım dudaklarım kupkuru
Ağır aksak bir ağrı bir gelip bir giderken
Sen öylece oradayken ve ben yanına gelemezken
Hırsımdan deli gibi olmayışına sarılıp
Gıyabında öperek tüm jest ve mimiklerini
Ben bu şiiri uçarak yazdım tüm yüklerimden kurtulup
Uyudum sonra uyandım gelmedi bir daha uyku
Müezzini duydum sonra Allah'la karıştı adın
Meleksin ya o yüzden gözüm hep yukarlarda
Tavanda ve bulutlarda ve arş-ı ala'nın dışında
Başımın üstünde her yerde gözlerini aradım..

Ben bu şiiri sana yazdım sızayım diye rüyalarına..

30 Nisan 2013 Salı

BEKLEMELİ ŞİİR


Mükerrer oyunları taltif zannedip
İyi sonuçlar çıkartmanın ustasıyım ben
Sevdiğim ihtimalleri sevmediğim gerçeklere
tercih etmeyi
Altı yaşımda öğrendim, komşumuzun atı ölmüştü
Komşumuzun atı vardı bir düşünsenize
Komşumuzun atı vardı sonra ölmüştü
Ağlarken ben, ardiye artığı hasta kütüğün üstünde
Babam geldi yanıma, eğildi ve fısıldadı kulağıma
İlk o zaman duydum cennet denen yerin varlığını
Atları da alırlarmış babam diyorsa doğrudur
O gün bu gündür, ne zaman gözlerim yaşarsa
Kulağımı uzatırım, biri bir şeyler fısıldasın diye
Çekip gitmek istediğim onlarca gecenin hepsinde
Eğilir kulağıma uzaktaki bir melek
Bekle der bana, duyarım, geçecek hepsi bekle
Usul usul beklerim, bilirim geçecek hepsi
Geçecek elbet hepsi, geçecek geçmesine de
Bir de uykum gelse..

15 Nisan 2013 Pazartesi

KORKU..



Birbirimize soracağımız o kadar çok soru, konuşmamız gereken o kadar çok konu vardı ki biz çareyi susmakta bulmuştuk. Hem korkuyorduk da, göz göze geldiğimiz birkaç saniyeden anladığım kadarıyla. "Benim sorularıma cevap verir de sıra ona gelirse?" korkusu vardı üstümüzde muhtemelen. Ya da sadece bende vardı, onu dahil etmeden. Zaten hiç anlayamamışımdır gözlerini, ya onlar yalan söyler ya da ben gerçeklerden kaçıp yalanlara sığınırım. Onun için sadece bende vardı herhalde bu korku, yıllar öncesinden miras kalmıştı hem de. Rakamların yerini harflerin aldığı bir matematik dersinde ilk kez "anlamadım" dedim, ömrümde ilk kez anlamak istediğim halde anlamadığımı birisi anlasın istedim, anlamadı. "Nesi var bunun anlaşılmayacak, gel tahtaya" dedi, gittim. Orda da anlamadım; oturmak ya da ayakta olmak değildi bunun nedeni, ben harflerle matematiği bağdaştıramamıştım, anlamamıştım. O günden sonra vazgeçtim anlamadıklarımı sormaktan. Nasılsa "o" anlardı, ona inanır, aldanırdım. Anlamadığım anlaşılmasındı, aldanmaya razıydım.

"Şehre mega hafıza uzmanı gelmiş, konferanslar verecekmiş, duydun mu?"

dedi, evet gerçekten söyledi bunu. Onca sorunun, geçen onca zamanın muhasebesi bitmişti, maga hafıza uzmanından konuşalım istiyordu.

"Biz çocukken çıkardı ya televizyona, hani seyircilerle oyunlar oynar hafızasının ne kadar güçlü olduğunu gösterirdi"

Aferin ona. Bu nerden çıktı demedim, ben de sarıldım bu gereksiz konunun gittikçe zayıflayan kollarına suskunluğun kuyusunda daha da derinlere düşmemek için:

"Hayret" dedim, "benim ufalıp küçülmesini hatta yok olmaya yüz tutmasını istediğim şeyin, hafızanın ve hatırlamanın, gelişmesi genişlemesi için insanlar uzman oluyor, uzmanları dinliyor."

Anladı, üstelemedi. Ama anlamasın isterdim, sorsun, ben de "ne var bunda anlaşılmayacak" deyip hazırlıksız yakalayayım isterdim, belki de rahatlardım. Olmadı, sormadı, sormadım.

"Ben balık hafızalı olmak istiyorum" dedim saniyeler sonra. İçimde kanatılmayı bekleyip tatlı tatlı kaşınan bir yara vardı, açılsın istiyordum. "Her gördüğüm yeri ilk kez gördüğümü sanıp sonra alışmış olmak, her şeyi önce öğrenip sonra unutmak, akvaryumumu her turumda yeni evimmiş sayıp sağa sola giderek güzelliğine iç geçirmek, süs olsun diye konulan köprünün altından üstünden geçmek ve bunların hepsini yaparken hepsini aynı anda unutmak, beni izleyerek huzur bulanların huzurumu kaçıranlar olduğunu hemen unutmak..."

Yine olmamıştı, tuzağa düşmemiş, neden diye sormamıştı.

Ben de soramam korkarım sıranın bana gelmesinden. Cevaplarından korktuğum sorular var, ne olurdu tuzağa düşseydi?

Bir ben miyim acemi kalan?

8 Nisan 2013 Pazartesi

BİRİ BANA SAKİN DESİN



Biri bana sakin desin ortalık fena karışık
Biri beni dinlesin
Anlasın biri beni
Biri gözlerime baksın
Ortalık fena karışık..

Ayın boynu bükük, neden?
Neden bulanık hep suyum?
Sevmiyor işte beni, biriniz de anlayın
Biriniz şarap getirin, yakarım yoksa ağaçları
Su serpin, tuz dökün, bakın her yerim kanıyor
Ne deseler kanıyorum, sahi ben aptal mıyım?
Bütün seyyar satıcılara yanaşasım geliyor
Yancı bir kederdeyim bütün imkanlarım sakat
Biri bana he desin
Hak versin biri bana
Hak versin geberiyorum
Biri tez şarap getirsin
Şirintepe parkındayım
Ağır ve ağrılıyım, inanmıyorsanız bakın

Babaa! Üşüyorum. Kimse farkımda değil
Birileri bir şey yapsın
Ateş yaksın, çay demlesin
Ne bileyim, bir şey işte
Biriniz de söyleyin lan, neden beni sevmiyor?

Hayata nakavt oldum, izahın tek tarifi tuş
Puştun biri miyim ne hiçbir şeyi haketmeyen
Veysel gelsin beni alsın Şirintepe parkındayım
Bira ve Cin ve Parlement ve yarısı yenmiş Biskrem
Gözlerim mi seğiriyor ben mi yanlış görüyorum?
Onu mu görüyorum hayal mi görüyorum?
Kalkıp gitmem lazım lakin kıçımı kaldıramıyorum
Baba! Beni uyutsana bir süre uyanmayayım
Anneme söylesene ekmeğime salça sürsün
Sen yalan söylemezsin hiç, söyle beni seviyor mu?
Baba! Bak ben çok ciddiyim ortalık fena karışık

Baba, bana 'oğlum' de 'hadi eve gidelim'
-Baba! Söylesene bana,beni neden sevmiyor?-

7 Nisan 2013 Pazar

O, GELSİN ÜSTÜMÜ ÖRTSÜN


Eski bir magirus bulsam girip içine ağlarım
Ne yana dönsem karanlık
bu ne biçim cumartesi
İçimde bir gölge
Bilmiyorum neyin lekesi

Soğuk
Ve yorgunum
Gitmeliyim
Ama yorgunum
Susmalıyım artık
-ki dinleyen de kalmadı!-
Çok yorgunum

Boş bir vagon bulsam girip içine ağlarım
Tersiz ve telaşlıyım
Yolun sonuna doğru
Kopup dört yana dağılan
Tesbih parçaları gibiyim

Ama işte
Umut bu
Bitsin deyince
bitmiyor
Ömür gibi
Bitsin demek
Günah gibi

Kırık bir sandal bulsam girip içine ağlarım
Bütün unutulmuşluklarımı
Tek bir gecede unutup
Kabul eder mi beni
Tahta
Su
Ve karanlık

Uygunsuzum
Ve uykusuz
Kesilsin artık sesim
O, gelsin
Üstümü örtsün..

4 Nisan 2013 Perşembe

Tesirsiz Parçalar 204-207..

204.
Ludwig Wittgenstein, Tractatus isimli efsanevi kitabını "üzerinde konuşulamayan şey hakkında susmak gerekir" cümlesiyle bitirir. Tabi o zamanlar Ferdi Tayfur yoktur. Eğer aynı dönemde yaşasalardı ve Ferdi Tayfur'u dinleseydi Ludwig muhtemelen kitabına şu cümleyi de eklerdi! Bırakın anlatamadıklarınızı Ferdi Tayfur anlatsın..

205.
"Yarım kalmış bir cümleyi bitirmeye çalışan kopmuş bir kafa gibi günlerin içinden geçtim.."
Amy Hempel'in The Harvest romanında buldum az önce bu cümleyi. Ve ömrüm boyunca her ne okumuşsam bu cümleyi bulmak için okumuşum gibi hissettim. Henüz lafı bitmemiş bedensiz bir kafa gibi hissediyormuşum kendimi de bunu doğru sözcüklerle ifade edebilmeyi beceremiyormuşum meğer..

206.
Hüznün en soylu ifadesidir erkek suskunluğu. Söyleyecek bir sürü şeyi olan ama ya hepsini tükettiğinden ya da hiçbir işe yaramadığını gördüğünden, sözleri içinde boğup uzun uzun susan bir adam varsa etrafınızda sakın üstüne gitmeyin. Bir kadının suskunluğu bir sürü anlama gelebilir ve son derece korkutucudur. Fırtına öncesi sessizlik deyiminin vücut bulmuş halidir bu durum. Ciddi bir süre sessiz kalan bir kadının (tabi böyle bir şey mümkünse) suskunluğu öfkeden beklentiye, pazarlıktan alıp başını gitmeye bir sürü ihtimali içinde barındırır. Muhtemelen o, etkili bir darbeye hazırlanmaktadır içten içe. Oysa çaresizlikten kaynaklı hüznün susturduğu adam çoğu zaman diliyle birlikte beynini de susturur. Pazarlık yoktur, öfke yoktur. Çaresizlik vardır. Biraz da yorgunluk. Yıllarca annem sustuğunda ve (nadiren olurdu bu) babam konuştuğunda oh dedim ben. (Anne, seni seviyorum, ama bu örneğe ihtiyacım vardı. Yoksa sen yine konuş hep..)

207.
Son yarım saattir Martin Heidegger'in Varlık ve Zaman kitabıyla boğuşuyorum. Bilenler bilir sağlam ama sıkıntılı kitaptır. Aynı cümleyi beş kere okutur bazen adama. Yine öyle tıkayan cümlelerin birinde radyodan Müslüm babanın sesi geldi. Hayalle yaşarken gerçek dünyada/Zamanı içmişiz haberimiz yok.. Budur lan dedim, Heidegger'in anlatmak istediği de kitabın özeti de bu işte.. Fırlattım sonra kitabı bir köşeye, şarkıyı buldum internetten. Biliyordum zaten ama iyice emin oldum. Tek gerçek Türk Egzistansiyalistidir Müslüm baba..

30 Mart 2013 Cumartesi

BABA BENİ ONA GÖTÜR




Geçtim!
Dönüp sırtımı kalabalıklara
Kanayan yerlerime iki kat fondöten sürüp
(Baba beni makinist yap)
Gençtim, bilmiyordum o zamanlar
Gitmeye yeltenmenin gitmek demek olmadığını.
Şimdi bütün ağrırken, tırnaktan saç diplerime
Ağaramazken şafak ve ağlarken mütemadiyen
(Baba beni depresyona sok)
Doğru ne yanlış ne hepsi iç içe geçmişken
Sen varken tek güzel olan, bırakıp nasıl gideyim?
Geçtim!
Dönüp sırtımı kalabalıklara
Evim bildim seni, geçmişim ve geleceğim
Oralarda bir yerdeyken sen ve en güzel ihtimalken
Bir şey gelmiyor elimden
(Baba benim kafama sık!)
N'olur bana bir şey söyle ne yaptığımı bileyim
Ne eksikse sen tamamla, son derece yorgunum
Çok uykum var, öp beni, öpersen ne güzel uyurum

(Baba beni ona götür..)

YANLIŞLIKLA ÜZERİNE BASILMIŞ SALYANGOZLARA AĞIT


Hassasiyet onluk çiviyle
çakılmış olsa da alnıma
Ve hiç beklenmese de
bu tür incelikler benden
Bilhassa dikkat ettim ve
hiçbir şey istemedim
hiçbirinizden.
Bakın şimdi ben,
bir sürü ilginç özelliğimin yanı sıra
Savaşta ve barışta mütemadiyen
Trenlerinize kömür taşırım
-Beni rahat bırakın!-
Zabıt katiplerinize
ve zaptiyelerinize
ve zabıtalarınıza
Bir tek kötü söz etmem
-Beni rahat bırakın!-
Buradan ilan ediyorum,
bağışlıyorum tüm organlarımı
kimsesiz akreplere ve
sakat salyangozlara
N'olur sağken dokunmayın
-Beni rahat bırakın!-
Ayaklarımın altı ağrıyor
-Beni rahat bırakın!-
Bulvarlarınız sizin olsun
Kır gezmeleriniz
podyumlarınız
havuz başı sohbetleriniz
ve pavyonlarınız
Ara sıra yalvarır gözlerle
bakar gibi olsam da gözlerinize
Değil efendim öyle
Sakın inanmayınız
Bir ilintiye ilişkin
içli içli inlesem de
İlişmeyiniz bana
Beni rahat bırakınız..

Tesirsiz Parçalar 201-203..

201.
Sen ve başka her şey bazen çok önemli gibi olursunuz. Bazen de hiç. Bir şey.. Hiçbir şey. Yahut tek bir şey. Her şey ve sen aslında tek bir şeymişsin gibi. Tek ve önemsiz..
Parktayım. Budağından medet umduğum çam ağacının dibinde, dışardan her zamanki gibi görünen ama içindeyken hiçbir zamana benzetemediğim bir gece. İyinin ve kötünün ötesinde, Deep Purple ile Orhan Gencebay arasında gidip geldiğim ve her türlü kusmama ihtimalimi ortadan kaldırıp beşinci kırmızı tuborg'umu açtığım, yıldızların görünüp görünmemek adına boktan bir bahse tutuştukları lanet bir gece. Biraz uğraşsam unutulmuş septik bir filozof gibi her şeyi sorgulayabilirim. Ama bir yerde durmalıyım. Üşeniyorum da ayrıca. Bir taraftan da saçma sapan şeyler söylemek istiyorum. Trapez, tunik, brokoli, özlemek, etnisite, seni seviyorum, egzistansiyalizm gibi kelimelerden bir çorba yapıp birayla beraber yuvarlamak istiyorum. Ona da üşeniyorum. O kadar yorgunum ki. Şarjım bitmiş. Aramış mıdır beni? Ben ararım aramadıysa. Ama önce eve gitmem ve telefonu şarja takmam, ondan önce de kalan biraları bitirmem lazım. Ve ben biranın halkasını açmaya bile üşeniyorum..

202.
Çıkıyorum bazen evden saçma sapan bir saatte. Dikine on metre yürüyüp önce sol sonra sağ yapıyorum. Bir on metre daha yürüyorum. Solumda park var. Dalıyorum içeri. Ortadan üçüncü banka oturuyorum. Sağ çaprazımda bir çam ağacı var. Ağacın gövdesinin üste doğru dört bölü üçüncü boğumunda bir budak. Ve o budakta isminin baş harfi. Ben yapmadım. Ama ben keşfettim. Kuvvetle muhtemel benden yaşlıdır o ağaç. O harf orada oluşalı da epey zaman olmuştur. Ne zaman gitsem konuşuyorum o budakla. Hiç değilse bir selam veriyorum. Senmişsin gibi. Sonra kalkıp yaklaşıp iki yüz metre uzaklıktaki bayiye gidip iki tane kırmızı tuborg alıyorum. (Yol boyunca seni seviyorum) Gazete kağıdına sardırıyorum. Genelde Posta bazen de Takvim.. Alıp biraları aynı yoldan dönüyorum parka. (Dönerken de seni seviyorum) Oturuyorum banka, ıslık çalmaya başlıyorum. (Anlatmıştım sana, çekirdek yediğim zamanlar çalamıyorum ıslık, hatta çekirdek yediği zaman kimse çalamaz ıslık, sanırım bunu ben keşfettim). Ve inanmazsın belki ama ben ıslık çalarken bile seni seviyorum. Sonra da şarkı söylemeye başlıyorum. Sevme ihtimalin olan şarkılarda (Ortaçgil falan) sesim yükseliyor. O ara budağa bakıyorum. İsminin baş harfi var orda. O harf sen oluyorsun birden. Sana şarkılar söylüyorum. Sen uzakta da olsan, seni yanımdaymışsın gibi seviyorum..

203.
Siz hiç, kimsenin hiç kimsesi oldunuz mu?

22 Mart 2013 Cuma

OTTAWA'DA BİR YERLERDE



Ottawa'da bir otel -nedenini bilmiyorum-
İn the cros files, My Way, Veleddalin amin
İyice bi sıcak olsa, böbreklerim ağrıyor
Geyik kanı istiyorum, lütfen allahım, amin..

Biraz zorlasam kendimi sanki yedi atacağım
Kim sınırlıyor zarları, eski anarşistim lakin
Farklıyım işte sizden, eşitlikçi değilim
Bozun zarın tarifini belki bana yedi lazım
Siz bozun bi ben atmazsam bileklerimi keserim..

Sakin diyorum kendime sakin diyorum sakin
Koyun say, yeşili sev, kuşları düşün.. lakin
Sıçmaya başlıyorlar tam düşündüğüm yerde
Publeno'da ve My Day'de ve Ottawa'da bir yerlerde..

Zorum aklımı da aştı böbreklerime vuruyor
Nasıl yapsam bilmiyorum ve'l ba'sübadel mevt
Sahi kabul olunur mu rakı içerken dua
Edilirse şüphesiz bir kaç şey var aklımda
Bir kaç şey var evet ama bir tanesi çok mühim
Tez zamanda Mardin'e tren seferi diliyorum
Olmazsa da ivedi cevabını bekliyorum
Nasıl da soğudu park ben eve gidiyorum
Saçmaladıysam eğer affını diliyorum
Amin..

21 Mart 2013 Perşembe

Tesirsiz Parçalar 200..

200.
Umutsuzluğa kapılır gibi olduğumda orta boy bir harita alıp önüme sanal bir yolculuk yapıyorum kalemimin tersiyle. Buradan yola çıkıyorum dört saniye sonra yanına geliyorum. Çok özlediğim zamanlar daha küçük haritalar kullanıyorum. Hani şu ders kitaplarının arkasında olanlardan. O zaman aramızdaki mesafe iyice kısalıyor. Bazen de iki elimde iki kalem, biri senin oradan biri de benim buradan aynı anda harekete geçiyor. İki saniye içinde ortalarda bir yerlerde buluşuyoruz. Sonra kapıya çıkıp bir sigara içiyorum. Annem şey dedi az önce 'Odada sigara içmesene, soğuk havalarda havalandırmak zor oluyor. Hem bu harita da ne böyle?' Ülkemizin güzelliklerine bakıyorum anne diyorum. Seyahat ediyorum desem anlamaz şimdi. Ama sözünü dinliyorum ve odada sigara içmiyorum. Aklımda kaldığına göre sevdiğim ama adını hatırlayamadığıma göre çok da önemsemediğim bir yazar şuna benzer bir şey söylemişti. İnsan geçmişi düşünür, geleceği hayal eder, şimdiyi de yaşar. Ben ise şimdiyi de hayal ediyorum..

Ben de. Ben de aynen öyle yapıyorum..

Tesirsiz Parçalar 197-199..

197.
...hayatına girdiğim daha ilk gün canım yanıyordu hazırda. Boynum acıdığı için penguen gibi yürüdüğüm gün. Bu yüzden çok da bir şey beklemiyordum senden. Sesin çok güzeldi,"ne güzel" dedim içimden, hatırlıyorum. sanki benim damarlarımın yollarını izliyor sesin, senin vücudundakiler benim beynime doğru, aynı kıvrımları yaparak içime yerleşiyordu. Mesela o zamanlar sorular soruyordum kendime "benim dondurmam yere düşse kendi dondurmasını bana verir mi dedim bir kere, sonra da "ne garip beraber dondurma yiyoruz.." Farkında olmadan almıştım seni gündelik hayallerimin içine. Ama hiç dondurma yemedik. Sevmezsin de muhtemelen dondurma..


198.
Beni seviyor mu? Bilmiyorum. O da bilmiyor belki. Sevmiyor mu? Bilmiyorum. O biliyordur belki. Eğer beni sevmezse ne yaparım bilmiyorum. Beni severse ne yaparım? Onu da bilmiyorum. Sevmiyorsa eğer beni, sevmesi için ne yapmam gerekir onu hiç bilmiyorum. Beni sıktığını düşünüyormuş zaman zaman, öyle söylüyor. O kadar saçma ki bu, o lafı her duyduğumda kendimi domates kasası gibi hissediyorum. Ağlıyorum öyle konuşmaların sonrasında. Hadi ağlamak demeyelim de gözlerim doluyor diyelim. Hiçbir yere sığamıyorum. Ben onu çok seviyorum. O bana inanmıyor. Bir gün inanacak biliyorum ama ne zaman bilmiyorum. Daha fazlası gelmiyor elimden. Bekliyorum..


199.
Birlikte bir şeyler yapan insanlara özeniyorum zaman zaman. Benzer hassasiyetlerle bir araya gelmiş, genelde birbirlerini çok da iyi tanımayan ama ortak dertleri olan insanlar. Bir şeyi protesto etmek için toplanmış insanlar mesela. Yumruklarını sıkarak yukarı kaldırıp hep birlikte aynı öfke ve sloganla bağıran insanlar. Aralarına girivermek istiyorum bazen. Ne için toplandıkları ya da neyi protesto ettikleri umurumda bile değil. Yeterince öğrenci dövemiyoruz yahut daha fazla orantısız güç kullanmak istiyoruz diyerek bir araya gelen bir grup polisle bile birlikte bağırabilirim. Ama sonra düşünüyorum. Lan ben insan sevmiyorum bir kere. Sonra ne toplumsal kaygılarım var ne de halkın mutluluğu gibi bir derdim. Peki diyorum o zaman, neden sevmediğim bir grup canlıyla beraber boğazım yırtılana kadar bağırmak istiyorum? Galiba özendiğim için! Bana kalırsa insanların deliliğe en yakın oldukları anlar birlikte, birbirlerine gaz vererek toplu işler yaptıkları anlardır. Tribündeki insanlara bakın mesela, ya da bir gecede halay çeken insanlara. Çap ve semptomları farklı da olsa tek bir ortak nokta var ortada. Delilik.. "Kitlesel zeka yoktur, bir grup insan bir yerde toplanınca ilk önce akıllarını ve bilinçlerini kaybeder ve grup dağılana kadar da onlardan her türlü tuhaflık beklenebilir" gibi bir şey okumuştum. Adam haklı. Yoksa halay nedir? Hep bir ağızdan hakeme küfür etmek nedir? Pankart sopalarıyla banka atm'lerine saldırmak nedir? Bunların hangisini yalnızken yapabilirsiniz? Deliyseniz yaparsınız ancak. İşte tam olarak bu yüzden sempatik geliyor bana bazen bu gruplar. Geçici bir süre de olsa delirme garantisi veriyorlar ve ben buna zaman zaman epey ihtiyaç duyuyorum..

ŞEREF AMCA GÜLÜMSÜYOR MUYDU?


O kadar acı çeker ki insan, canlılar arasında bir tek o kahkahayı icat etmek zorunda kalmıştır der Nietzsche. Ya da buna benzer bir şey işte sarhoşum şimdi bu kadar hatırlıyorum...
Elbistan Şeker Fabrikası'nda çalışıyordu babam. Ortaokul yıllarım.. Ertesi tatil olan bazı günler işyerine götürürdü beni. Orada tanışmıştım Şeref amcayla. Dünyanın en güzel gülen adamıydı. Hafiften de Kemal Sunal'a benzerdi. Cebinde hep şeker taşırdı. Ya da benimle karşılaştığı zamanlarda cebinde hep şeker olurdu, bilmiyorum. Ne zaman beni görse kocaman gülümser sonra cebinden şeker çıkartıp verirdi. Bir keresinde şuna benzer bir şey söylediğini anımsıyorum babamın. "Bu Şeref kadar gamsız adam yoktur. Dünya yansa içinde hasırı yok derler ya, öyle bir adam. Surat astığını gören yoktur. Ne olursa olsun hep güler.."
Bir akşam morali epey bozuk geldi babam. Sordu annem ne oldu diye. O anlatırken ben de duydum. Kendini asmış Şeref amca. Fabrikanın kazan dairesinde...
Kim bilir nasıl acı çekiyordu da bu kadar çok gülüyordu. Dinmiştir ölünce acıları. Ölüm her şeyi sıfırlar..
Yirmi küsür yıl geçmiş üstünden. Cin içiyorum Caner'le beraber. Yan masada birileri Nietzsche'den bahsetti. Duyunca yukarda yazdığım sözü hatırladım. O söz de birden bire Şeref amcayı anımsattı durduk yere. Bellek yavşak bir düşman gibi davranıyor bazen. Canını yakacak şeyleri tamamen unutmana izin vermiyor. Freud'unun da amına koyim bilinçaltınında..!
Haberi duyduğum ilk andan daha çok üzgünüm şu an. Şeref amca için yeterince üzülmemiş olmamın mahcubiyeti bu sanırım. Mahcubiyet böyle bir şey işte. Gecikmeye gelmez. Geciken mahcubiyet ekstra üzüntü ve utançla çıkartır acısını..
Son duble cini Şeref amcanın anısına söyledim. Araya bir de çay sıkıştırdım. Ve şu an kafamda tek bir soru var. Eğer uyumamışsa eve gider gitmez babama soracağım. Şeref amca gülümsüyor muydu ipte sallanırken?

NEDEN BEŞİKTAŞ'LIYIM

Beşiktaş'lı oluşumun hikayesi bir tür çaresizlik ve yokluk hikayesidir. Beş altı yaşlarındayım. Yıldıztepe Mahallesinde oturuyoruz. Evimizin tam karşısında geniş bir arsa var. Mahallenin çocuklarıyla beraber sabahtan akşama kadar it gibi top koşturuyoruz. Takım falan tutmuyorum henüz ama kırmızıyı çok sevdiğimden Galatasaray'a yakın gibiyim..
Kahvaltı sonrası kendimi arsaya attığım her zamanki günlerden bir gün. Bir kaç arkadaş bekliyor zaten. Birlikte minyatür kale maç yapmaya başlıyoruz. Bir süre sonra yanımıza geliyorlar sırıta sırıta. Şimdi isimlerini bile anımsamadığım iki kardeş. Sırtlarında pırıl pırıl Galatasaray formaları. Babaları almancı, izne gelirken almış hediye diye. Nasıl da güzeller. O güne kadar ne benim ne de diğer çocukların forması olmamıştı hiç. Geberiyoruz kıskançlıktan. Resmen geberiyoruz. Devam ediyoruz bir süre sonra maça ama kimsenin oyunla alakası kalmamış. Herkesin aklı formalarda. Bırakıyoruz maçı. Ben fazla dayanamayıp koşarak eve gidiyorum. Babam işte. Annem evde. Soluk soluğayım. Annee diyorum, anne n'olur bana forma alalım. Gülüyor annem önce. Israrımı görünce de bağırmaya başlıyor. Para nerde diyor, kardeşinin götüne bez alamıyoruz sen forma derdindesin. Sahi ya lan. Bizim paramız yok ki. Zaten ben bildim bileli hiç olmadı ki paramız. Neyse.. Çekiliyorum bir köşeye burnumu çeke çeke ağlıyorum. Annem kapı aralığından bana bakıyor. İyice abartıyorum ağlamayı. Annem yan odaya geçiyor. Takır tukur sesler. Hiç dışarı çıkasım yok. Ağlamayı da kestim. Mal mal oturuyorum. Annem sesleniyor. İsteksizce yanına gidiyorum. Bir şey uzatıyor bana. Eski siyah tişörtümün üzerine beyaz atlet parçaları dikip forma yapmış. Arkasına da 7 rakamı dikmiş. Anne diyorum bu Beşiktaş forması. Ben Galatasaray istiyorum. Olsun oğlum diyor bu daha güzel. Hem bak 7 numara bu Feyyaz'ın forması. Forma bir şeye benzemiyor aslında. Alelacele çocuk avutmak için yapılmış uyduruk bir şey. Ama annem o kadar güzel gülüyor ki. O dakika karar veriyorum. Ben artık Beşiktaş'lıyım..
Velhasıl neden Beşiktaş sorusunu duyduğumda sallama cevaplar verirdim bugüne kadar. İlk kez itiraf ediyorum. Beşiktaş'lıyım çünkü paramız yoktu. Beşiktaş'lıyım çünkü kırmızı tişörtüm yoktu. Beşiktaş'lıyım çünkü o gün annem bana çok güzel gülüyordu..

17 Mart 2013 Pazar

Jazz Dinlerken Ben Daha Çok Seviyorum Seni..


Jazz dinliyor cemaat cuma hutbesinden önce
Haberlerde uçan atlar sokaklar silme manyak
Herkes kafayı yemiş seni bulamıyorum
Sesin nereden geliyor seni bulamıyorum
Yüksek sesle konuş biraz seni duyamıyorum
Annem hastaneye yattı köpekler bana bağırdı
Fotoğrafın düştü elimden seni göremiyorum
Parka girmem yasaklanmış çocuklar korkuyormuş
Oysa herkes basıyor ben çimlere basmıyorum
Aklım nerde bilmiyorum bana yardımcı olsana
Beni düşünmelerini nasıl da seviyorum
Gülsene arada bana sıcaklığını alayım
Odalar mı çok küçük ben mi çok büyüdüm
Duymayınca sesini bir yere sığamıyorum
Ruhum doğum sancısında kanatlandı kanatlanacak
Kanatlansa ne olacak yanına varamıyorum
Tutup elimden kurtarsan ellerin nasıl da güzel
Sigaramı tutuyorum elini tutamıyorum
Ben seni seviyorum tüm kızmalarına inat
Tüm dünyaya söylüyorum sana söyleyemiyorum..

Bir duble rakı koy bana ben saçlarınla oynayayım
Meze falan istemem sadece konuş benimle
Ne anlatırsan anlat yeter ki eksilmesin
Kulaklarımdan sesin bak her şeyim buna bağlı
Ne hükmü var mesafenin, iste sen ben hallederim
İste sen masallardaki ejderhaları bile döverim
Bir kendime yetmez gücüm başka her şeye yeter
Sen iste gerekirse kendimden de vazgeçerim
İnsanlar ne tuhaf hepsinde ayrı kaygı
Umrunda değiliz kimsenin allah aşkına gör artık
Bir sen varsın işte bir ben bir de senin gülüşün
Gülüşün diyorum gülüm, bak tam burda ağlıyorum
Valla bak ağlıyorum senin haberin bile yok
Kimselerin haberi yok diyorum ya hepsi tuhaf
Tuhaf yer bura bu dünya bilmem ki nasıl anlatsam
Ah bilmiyorum gülüm ben hiçbir şey bilmiyorum
Tek seni seviyorum ben başka bir şey bilmiyorum..