Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

26 Aralık 2010 Pazar

Hayatın koordinatları..

Başım ağrıyor.. Ve yine uyuyamıyorum.. Uyuyamadığım için mi başım ağrıyor yoksa başım ağrıdığı için mi uyuyamıyorum emin değilim. Canım da sıkkın biraz ve onun da belli bir nedeni yok. Uzun zamandır bir şey için canım sıkılmıyor. Tuhaf bir kendiliğinden eklemli can sıkıntısı yerleşti bünyeme. Artık hiçbir şeye şaşırmıyor olmam hayatla aramdaki eşitsizliği dengeye getirdi diye düşünüyorum zaman zaman, ama o ilk fırsatta durumu lehine çevirmeyi başaracak gibi görünüyor. Hayata karşı orantısız zeka kullanıyorum, ama o şaşmaz içgüdüleriyle her defasında beni alt etmeyi başarıyor..

Hayatla ilgili büyük büyük laflar etmek değil niyetim. İsa değilim ben, elbette ne hayatın anlamını çözebildim ne de onun düzenini anlayabildim. Ama çok iyi bildiğim bir şey var; yaşayan, canlı bir şey hayat. Hücrelerden oluşmuş bir tür organizma. Kurallarını kendisinin belirlediği ve ne yazık ki hiç kimseye anlatmadığı geniş katılımlı bir oyunun merkezinde bulunuyor. Ve istediği kişiye torpil yapıp istediğini de oyunun dışında bırakabiliyor. Bazen de benim gibi saf katılımcılarla karşılaşınca eğlenerek hep ebe yapıyor.. Ebe olmaktan şikayetçi değilim aslında ama bazen mızıkçılık yapmak istemiyor da değilim haliyle..

Tuhaf bir oyun bu, yarıda bırakamıyorsun ama o istediği zaman seni oyundan alabiliyor. Sıkılıyorsun bazen, kafanı yukarı kaldırıp 'hocam, beni kenara al artık' işareti yapıyorsun. Ama o gülerek daha sıkı sarmaya başlıyor seni görünmez kollarıyla. Durumu kabulleniyorsun sonra, tamam diyorsun nasıl istiyorsan öyle oynayacağım senin oyununu.. Ama sürekli mutsuz bir oyuncu görmek istemediği için oyununda zaman zaman ödül mahiyetinde küçük rüşvetler sıkıştırıveriyor cebine.. Bazen küçücük bir çocuğun gözlerinde parlayan mavi gülümseme oluyor o ödül, bazen de tamamen umudunu kestiğin eski bir tanıdıktan gelen ani bir sesleniş. Ama şımarmana da tahammülü olmadığı için kendisinin, bunların hiçbiri uzun soluklu olamıyor..

Hayatın koordinatları adlı bir projeye girişmişti çok sevdiğim bir yazar. Galiba çözecekti bu enteresan oyunun şifresini. Ama ömrü yetmedi malesef.. Hayat, oyununun deşifre edilmesine izin vermedi..

İşi arsızlığa vurdurup her şeyle eğleniyor gibi görünmek belki de yapılabilecek en doğru şey. Manik çığlıklar atmak, kendinle hayatla ve her şeyle dalga geçebilmek ve o seni komik duruma düşürmeden kendi kendini küçültebileceğin kadar küçültmek mutlu olabilmenin tek reçetesi sanki. Ama bazen.. bazen çok başım ağrıyor işte, uyuyamıyorum.. Başım ağrıdığı için mi uyuyamıyorum yoksa uyuyamadığım için mi başım ağrıyor. Galiba bu gece de ebe benim.. Saklanın hadi sayıyorum; bir, iki, üç...

25 Aralık 2010 Cumartesi

Alternatif 31 Aralık Gecesi Etkinlikleri..

- Bir yıl daha yaşlandığınızı göz önünde bulundurup maneviyatınıza balans ayarı çekmek maksadıyla abdestinizi alıp iki rekat namaz kılarak huzur içinde uyuyun..



- Varsa şehirde bir gay bara gidip homofobik söylemlerle içerdekileri rencide edin. Daha sonra başınıza gelecekler yaşadığınız en unutulmaz yılbaşı gecesine vesile olacaktır..



- Kız arkadaşınızla birlikte şehrin ara sokaklarına dalın. Sokak kedilerini besleyin, kapının önünde çocuk ayakkabısı gördüğünüz gecekondu taklidi evlerin önüne küçük hediyeler bırakarak zillerini çalın ve uzaklaşın..



- Herhangi bir caminin önünde cemaatin yatsı namazından çıkmasını bekleyin. Namazdan sonra içerden çıkan herkese Happy new year, mutlu noeller, İsa'nın çağrısına kulak verin v. s şeklinde laflar edin. Sonra da koşabildiğiniz kadar koşun..



- Akıllı olun.. Anne-babanıza zaman ayırın. Kestane, tombala, çeyrek piyango bileti, tv.de yılbaşı eğlencesi, çekirdek.. Iyy ne ailesi çok demode lan diyenler olacaktır içinizde. Onlar için de önerim; Bol bol buz ve badem alın sonra kendinizi depresif odanıza kapatın ve yoğun melankoli eşliğinde tüketin..



- Yeni yıla nasıl girerseniz öyle devam eder saçmalığından medet umup sıkılırken bile eğleniyormuş süsü vermeyin kendinize. Sıkılıyorsanız adam gibi sıkılın. Zaten her ne halt ediyor olursanız olun yılın büyük kısmında sıkılıyor olacaksınız..



- Şehrin en salaş meyhanesine gidip tek kişilik samimi bir yılbaşı partisi düzenleyin. Saat yedide rakı içmeye başlayın onbirde kafayı bulun ve en yakınınızdaki elli yaş üstü amcaya sarılıp sarsıla sarsıla ağlayın..



- Gece yarısı telefonunuzu elinize alın. Gıcık olduğunuz herkese galiz küfürler içeren mesajlar yollayın. Sonra hepsinin numarasını silin, geçmişinizi sıfırlayın, yeni arkadaş falan da edinmeye kalkmayın. Başkaları cehennemdir, aklınızdan çıkarmayın..


- Muhalif bir tavır takınıp hiçbir şey yapmayabilirseniz, en kralını yaparsınız. Sloganınız da şu olabilir "Yedi Amerikalı bir danaya ortak olup kurban kesmedikçe, ben noel ağacı süslemem arkadaş"..


- Ve embesil bir arkadaşımdan gelen muhteşem bir etkinlik planı.. 31 aralık gecesi doğuya doğru yatıcam, yeni yıla ilk kafam girsin..

23 Aralık 2010 Perşembe

Çok korkuyorum..

- Üzerlerine saçma sapan yazılar yazdıktan sonra buruşturup attığım peçetelerin dünya psikiyatri birliğince ele geçirilmesi sonucunda keşfedilen psikolojik bozukluğa adımın verilmesinden..

- Ansızın çöp tenekelerinden fırlayan kedilerden, göstere göstere çöp tenekelerinden fırlayan kedilerden, hatta çöp tenekesinin içinde salak salak duran ve fırlamaya hiç niyeti olmayan kedilerden..

- Nepal'li uzmanlar tarafından zorla tabi tutulduğum zeka testleri sonucunda kamuoyuna, aslında normal zekalı sıradan bir vatandaş olduğumun açıklanmasından..

- Unicef yetkililerinin günün birinde zorla evime girip sahip olduğum eşsiz " Kinder Sürpriz Yumurta Oyuncakları Koleksiyonuma" Afrika'lı çocuklara dağıtmak üzere el koymalarından..

- Cezmi Ersöz'ün girmiş olduğu yoğun melankoli krizi sonrasında Müge Anlı'nın programına telefonla bağlanıp, aslında Oğuz Atay'ın gayri meşru çocuğu olduğunu açıklamasından..

- Tartakladığım çocukların örgütlenerek, Birleşmiş Milletler İşkenceyle Mücadele Komisyonuna başvurmalarından ve komisyon kararı uyarınca haftanın üç günü toplum gönüllüsü sıfatıyla yetiştirme yurdundaki çocukların ayakkabılarını boyamak ve saçlarını taramakla görevlendirilmekten..

- İki buçuk yaşındaki kankam Efe'nin aramızda başgösteren derin fikir ayrılıkları neticesinde öfkelenerek uzaktan kumandalı treniyle daha fazla oynamama izin vermemesinden..

- Hayali arkadaşımla odamda gerçekleştirdiğimiz müstesna sohbet görüntülerinin kardeşim tarafından gizli kamerayla kaydedilip Milli Eğitim Bakanlığına iletilmesinden..

- Bütün dini bayramlarda,artık zamanı geldi diye düşünen kafayı yemiş yüzbinlerce beş buçuk yaşında çocuk tarafından "öpeyim amca" nidaları ve bayram şekeri talepleri ile abluka altına alınmaktan..

- Evlilik meraklısı orta yaşlı kadınlar tarafından paylaşılamayan ve hanımların deterjanlarından beklediği her şeye sahip olan uyumlu ve sarsak bir adam imajı yaratmaktan..

14 Aralık 2010 Salı

İtiraflar - 2..

-Noktalama işaretleri içerisinden en çok iki nokta peşpeşeyi seviyorum.. Tek nokta kadar net, üç nokta kadar da belirsiz olmadığından olsa gerek. Bilmiyorum..

-O kadar zaman geçti aradan. Hala oturur,9 yaşındayken kaybettiğim dedem için ağlarım..

-Uğruna hayatımı feda edebileceğim ideallerim yok benim. Küresel ısınmayı engellemek için de hiçbir şey yapmadım bugüne kadar. Afrika'da açlıktan ölen insanlar da neredeyse hiç aklıma gelmez. Duyarsızın önde gideniyim kanımca..

-Yıllarca merhaba demeyen ama bir şekilde bana işi düşen birilerinin beni arayıp sormasından rahatsız olmuyorum, aksine beni bir parça önemli hissettiriyor..

-Yıllar önce Megadeth demişti ki.. Heavy Metal imparatorluğu kuracağız. Hala bekliyorum. Kurun lan. Siz bir kurun o imparatorluğu tebaanız olmayan şerefsizdir..

-Zaman denen kapana kısıldım kaldım..

-Bir tür fırsatlar ülkesinin başbakanıyım sanki. Nemalanan gidiyor..

-Dua etmeyeli o kadar uzun zaman oldu ki. Tanrı'dan ümidi kesmiş olmalıyım..

-Aslında kendimi sevmememe karşın kendimden değerli tek bir insan ya da olgu göremiyorum..

-Aşka aşığım diyen a-salak-lara gıcık oluyorum.

-Bir gün sadece düşünmekten beynim infilak edecek: Tıpta bu ölüm stilinin bir ismi var mı acaba? Beyin kanaması? Beyin yetersizliği? Nedir bunun akademik karşılığı? Bilen beri gelsin..

-Son nefesimde kocaman bir nanik yapmak isterim geride kalanlara..

-Her gece uyumadan önce bir kitaba dokunmazsam içim acıyor..

-Çoğu kez kendimi öldürmeye bile geç kaldım diye düşünüyorum..

-İnsanlara gıcık olup yalnızlıktan nefret ediyorum..

-Yaş 35 yolun yarısı diyen gerizekalının ağzını yüzünü dağıtmak isterdim.. Yaş 32, niye kendimi ömrün sonuna gelmiş gibi hissediyorum o zaman?

-Hafta sonları eve tıkılmaya tahammül edemiyorum ve sanki çok gezen tozan birisiymiş imajı sergileyip dışarı atıyorum kendimi. Dönünce de sonraki hafta sonu kendimi nasıl kandırsam diye plan yapıyorum..

-Eşek kadar adam olmama rağmen hala elime vileda sopası alıp kendi kendime and justice for all'ı çalıp söylüyorum..

-

11 Aralık 2010 Cumartesi

İtiraflar - 1..

-Büyüyünce ne olacaksın diye sormadılar bana. O yüzden de hiçbir şey olamadım..

-Her gün bir kaç saat canım fena sıkılıyor. O anlarda hareket eden her şeye küfür etmek istiyorum, ama ayıp olur diye etmeyip yüzlerine bakarak tespih çekiyorum..

-Babamdan hiç dayak yemedim. Ama hiç beni öptüğünü de hatırlamam. Keşke dövseydi. En azından elleri yüzüme değmiş olurdu..

-Bir tane yazar var. Aslında hiç sevmiyorum. Hatta hiç anlamıyorum da. Ve yazdıkları bir boka da benzemiyor. Ama herkese çok sevdiğimi söyleyip tavsiye ediyorum. Anlayamayacaklarından eminim ama benim anladığımı düşünerek anlayamamanın kendilerinden kaynaklanan bir algı sorunu olduğunu düşünüp sinirleneceklerini bilmek çok mutlu ediyor beni..

-Ayda ikibin dakika bedava görüşme yapabileceğim telefon hattım var ve bindokuzyüzellisini falan kullanmıyorum. Evet lan, cidden yalnızım ben..

-Hayatta dibe vurduğu anlar vardır ya insanların.. Benim yok. Hala en dibe doğru sürükleniyorum sanki..

-Sırf çok acı çeksin diye beni terkeden sevgilimin ölümüme sebebiyet vermesini isterdim. Arabasıyla kazara bana çarpsa mesela, sonra inip baksa ve ben.. Bütün kabahat onda olsa, tabi ben de hiç acı çekmeden oracıkta ölsem. Acıdan çok korkuyorum, öyle uzun uzun acı çekeceksem olmaz o iş. Aniden ölüversem, o da ömür boyu vicdan azabı çekse çok eğlenirdim. Ama bir iki ay üzülüp sonra unutabilir de tabi.. Neyse ya bilemedim şimdi..

-Oğuz Atay akrabamız olsaydı keşke. Şöyle en uzağından bile olsa olurdu. Yürüyüşüm bile değişirdi valla..

-Bir insan başka bir insanın her şeyi olabilir mi gerçekten? Olabilirse eğer ben neden çabuk vazgeçiyorum?

-İnsanların kitap okumaktan daha önemli işleri var. Ve bu bana garip geliyor. Gerçekten çok garip..

-Ümit Besen'i hep sevdim. Nedensizce dinledim, anlamsızca sevdim. Peşpeşe Slayer, Megadeth ve Ümit Besen dinlemişliğim bile vardır..

-Geceleri manik, gündüzleri depresifim..

-Annemi üzdükten hemen sonra boynuna sarılıp özür dilemek istiyorum. Ama gururuma yediremediğimden gidip tulumba tatlısı falan alıyorum..

-Bir erkek ne olursa olsun kışın terkedilmemeli. Yazın da terkedilmemeli. İlkbahar en ideali gibi geliyor bana. Mart sonu Nisan başı falan yapın ne yapacaksanız..

-İsmimi kendim seçebilseydim aylarca düşünür ama sonunda kesin Ali'yi seçerdim. Süper isim lan. Kısa bir kere, bir çırpıda söyleniyor. Soyadımla da uyumlu. Sonra gayet anlamlı. Hem Hazreti Ali falan var, kendisi en süper insanlardandır. Aferin annemle babama..

-İnsan hiçbir şeye mecbur değil aslında. Yaşamak bile mecburi değil..

-Bazen öyle çok saçmalıyorum ki, hep övündüğüm zekamdan bile şüphelendiğim oluyor. Böyle anlarda hemen doktorlara çıkıp iki tur atıyorum özgüvenim yerine geliyor ve zekamın önünde saygıyla eğiliyorum..

-Fena adam değilim aslında. Genelde sinirliyim, ota boka problem çıkarırım, canım hep sıkkındır, dilimin ayarı yoktur ağzıma geleni söylerim, biraz huysuz epeyce de sevimsizim. Ama bunları saymazsak cidden fena adam sayılmam..

-Meyve sevmiyorum bide.. Kırk kere söyledim herkese. Benim için üzülmeyin meyveden alacağım vitamin mineral falan ne varsa şaraptan alıyorum ben..

-Sabaha karşı uyuyamadığım zamanlar nefes alan her şeyle kavga etmek geliyor içimden..

-Sevgilisinin sevdiği her şeye bir anda hayran olan insanlara sinir oluyorum. Plastik neyle dövesim geliyor öyle tipleri. Biraz karakteriniz, biraz da ağırlığınız olsun lan..

-Anti-emperyalistim falan ama kısa parlıament'in de hastasıyım.. O kadar güzel içiliyorki namussuz onun uğruna solculuktan bile vazgeçtim..

-Kendimi bazen Jedi zannediyorum. Kapıları otomatik açılan alış veriş merkezlerine falan gittiğimde elimi soldan sağa doğru yere paralel pozisyonda oynatarak ve ağzımla etrafa çaktırmadan fuffff yaparak kapıyı düşünce gücümle açıyormuşum hissi yaratıyorum. Biliyorum yalan ama kendimi iyi hissediyorum o zamanlarda.

-İdrarın kanda süzüldüğünü çok geç öğrendim çok..

-Toplamada sıfır çarpmada birim. Kendime hiçbir konuda şans tanımıyorum..

-Beş yaşında insanlıktan emekliye ayrıldım. Yaşım tutmadığı için kahveye de almıyorlardı. Ben de can sıkıntısından kitap okumaya başladım..

-Deli numarası yapmak çok işime yarıyor. Ne yapsam oluyor o zaman gerçekten kimse hiçbir şeyime şaşırmıyor..

-"Şiddete meyyalim vallahi dertten.." Günde yirmi kere mırıldanıyorum bu mısrayı..

9 Aralık 2010 Perşembe

Sen en çok kar yağarken güzeldin..

Garip bir tedirginlikle uyandım ve cama yöneldim. Gelmişti sonunda. Çoktan bahçemizin zeminini kaplamıştı. Kışın ilk karı yağmıştı ve sen çoktan gitmiştin. Benden başka kimse bilmez, sen en çok kar yağarken güzeldin.. Bir an önce çıkmam lazımdı evden, ama oyalanmak için de her şeyi yapıyordum. Hatırlıyor musun sözleşmiştik seninle nerede olursak olalım kimin olduğu yere ilk kar düşerse diğeri işini gücünü bırakıp oraya gelecekti.. Televizyonu açtım çıkmadan. Oraya da kar yağmış. Şimdi oradasın ya, nasıl da güzelsinizdir allahın belası şehir ve sen.. Atlayıp trene gelebilsem.. İmkansız biliyorum. Çoktan sokağa atmışsındır kendini. Nefret ettiğin çamur grisine dönüşmesin diye karın rengi basıp ezmeye de kıyamazsın. Oysa benden başka herkese ve her şeye merhametli olan sen istesen bile taze kar öbeklerini incitemezsin. Eprimiş açık mavi berenle, güve yeniği taklidi kaşkolunla ve melek hafifliğinde yürüyüşünle nasıl da güzel süzülürsün uçsuz beyazlığın üzerinde..

Benimse işim zor. Sensiz yağan ilk karla hesaplaşmam lazım. Sıkı sıkı giydirilmiş ve sadece burunlarının ucu görünen bebeklerin berelerini aralayıp baktığımda, seninle beraber gördüğümüz boncuk boncuk gözleri görebilecek miyim yine? Peki bütün dünyadan saklandığımız odunpazarındaki parka nasıl içim titremeden gidebileceğim? Ellerimi yakan boza nasıl boğazımdan geçecek? Konaktan bozma lokantaya kahve içmeye gidersem yine ve ilkokul öğretmenine benzettiğin tonton teyze bana seni sorarsa ne cevap vereceğim? Hem ben eldiven takmam bilirsin ve ellerim hep üşür.. Hiç çıkarmayacak mıyım ceplerimden? Burnumun direği şimdiden sızlamaya başladı. Kaç şişe kanyak içsem sıfırdan başlarım?

7 Aralık 2010 Salı

Sen bana öyle bir baktın ki..

Ama sen orada öylece kayıtsız durarak başka türlü bir yaşam ihtimalinden bahsediyordun bana ve benim buna kayıtsız kalmam çok zordu. Ben ki bir sürü Thomas Bernhard okumuştum Georges Perec Robert Musil falan ama sen başka şekil bakıyordun bana. Ömrümün bütün rakılarını içmiştim sanki bütün İlhan Berk'lerini okumuş bütün mezarlıklarını dolaşmış bütün Leonard Cohen'lerini dinlemiş ve bütün sevişmelerini tüketmiş sonra bütün bilmem ne bokları varsa hepsini yediğimi sanmıştım ki sen çıkıp saçma sapan bir yerlerden bana öylece baktın. Yavrusunu kaybetmiş egzotik bir hayvan gibi baktın bana.. Cepleri sigara dolu kibritsiz bir meczup gibi baktın.. Çaresizlikten ne halt işleyeceğini bilemeyen hastanın doktoruna baktığı gibi baktın. Durduk yere ikinci sarı kartı görüp oyundan atılan topçunun zavallıca hakeme baktığı gibi baktın.. Cadı olduğu iddiasıyla yakılan Elizabet Crowley'in dumanların arasından cellatlarına baktığı gibi baktın.. Çarmıhtaki İsa'nın Yehuda'ya baktığı gibi baktın bana. O an dünyada ne kadar siktir git varsa hepsini birden çekip yol vermeliydim sana, ama sen dilimi bağlayacak kadar kuvvetli baktın. Unutmak üzere olduğum bir Orhan Gencebay şarkısı gibi baktın bana( Bir teselli ver ya da Musalla Taşı), adını bile unuttuğum ilk aşkım gibi baktın. Annemin babama en kızarak attığı bakışla baktın bana -ki içinde otuz beş yıllık senden nefret bile etsem senden başka gidecek nerem var ki- yi en trajik dramatizasyonlarla barındırır o bakış. Öyle bir bakıştır ki o bakış sen bilemezsin kimse bilemez bir ben bilirim Brecht görse tövbe ederdi oyun yazmaya. Komşumuzun oğlu Efe'nin kinder sürpriz yumurtaya baktığı gibi baktın.. Öyle bir baktın ki bana, ben dünyanın en işe yaramaz adamı olan ben kendimi bir halt zannettim.. Senin bakışınla coşup kocaman kocaman misyonlar yükledim kendime. Sen bana biraz daha öyle baksan ben tütünü küfürü tespihi bırakır iyi bir adam bile olurdum. Anahtarın kilite baktığı gibi baktın bana, nalın at topuğuna baktığı gibi.. Uyumamıştım iki gecedir, sıcak bir yatak gibi baktın bana. Sen bana bakarken, ben ömrümün en güzel dersini anlattım en sevimli şarkısını söyledim en görkemli kitaplarını okudum. Kısacık bir an baktın sen bana ama ben o an içimde Einstein'i dirilttim. Aldım o bakışı ışık hızında giden bir uzay mekiğine koydum. Sen bana bakarken zamanı aştık biz. Moleküllerimiz ayrıldı. Saçma sapan bişey olduk bakışların ve ben. Sen bana bakarken Nuri Alço bile Rahibe Teresa kadar masumdu. Cebimde ne varsa şehrin bütün dilencileriyle paylaşabilirdim. Rapunzel bile anlardı beni. Bütün faili meçhuller aydınlığa kavuşurdu biraz daha baksan, belirsizliğin gölgesine saklanmış ne kadar suç varsa hepsi gün ışığına çıkardı. Sen bana öyle bakmaya devam etseydin evren kötülüğe gizliliğe karanlığa daha fazla izin veremezdi.. Ama sen bana bir saniye baktın, tek bir saniye.. Şimdi arkandan ne söylesem boş.. İçimden geçenlerle dilime gelenler saçma bir savaş içindeler.. o değil de sen bana nasıl baktın öyle..

5 Aralık 2010 Pazar

Ne Okurken Ne Dinlesek ??

Az evvel başladığım Nick Hornby'nin son kitabı 31 Şarkı'yı okurken aklıma geldi. Üstat kendi hayatının dönüm noktalarına fon müziği olarak eşlik eden en özel şarkıları anlatmış. Dedim ki kendi kendime, şarkıların gücü tek başına benim hayatımın kırılma noktalarını ifade etmeye yetmez. Ama kitaplar ve şarkılar arasında görünmez bir ilişki olduğu kesin. Özellikle benim gibi müzikle beraber okumak gibi bir okuma tercihiniz varsa, hangi kitabı okurken ne dinlediğiniz çok önemli olabilir. O zaman.. ne okurken ne dinlesek ??



- TUTUNAMAYANLAR : İlk sayfayı açtığınızda artık sizin için hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. O yüzden çok özel bir parça size eşlik etmeli. Benim tavsiyem Turgut'un efsaneye dönüşecek can sıkıntısını daha iyi anlayabilmek için Nick Cave'den yardım almak olacak. Mümkünse 'The Whipping Song' peşinden de 'Shoot Me Down' ve kitabın ilerleyen bölümlerinde bol miktarda Leonard Cohen.. Delirmeden kitabın sonuna gelebilmişseniz eğer, finali görkemli kaybedenlerin anti-milli marşı Batsın Bu Dünya ile yapabilirsiniz..



- KORKMA BEN VARIM : Murat Menteş'in, Türkçe'nin bütün imkanlarını çaresiz bırakarak yazdığı destansı anti-kahraman portreleri.. Kitaba Shivaree ile başlanmalı bence.. 'Goodnight Moon' yerinde bir tercih olacaktır. Devamında Leonard Cohen - The Future ve finalde Behiye Aksoy 'Bir Garip Yolcu'. Egzotik soslu final tutkunları için ise Behiye Aksoy yerine Ümmü Gülsüm 'Ente Ömri' önerilebilir..



- ÇARPIŞMA PARTİSİ : Konformizmin kabusu, modern zamanların post-nihilist peygamberi Palahniuk okumaya başlayacaksanız hazırlığınızı iyi yapın. Giriş biraz hafif olmalı.. Björk- Pagan Poetry fena başlangıç sayılmaz. Akabinde The Tea Party - These Living Arms ve Yavuz Çetin'den Yaşamak İstemem.. Finalin ise alternatifi yok. Her Palahniuk okuru iyi bilir ki bir Palahniuk kitabı biterken fonda duyulan şarkı muhakkak Where is My Mind olmalıdır...



- ÇAVDAR TARLASINDA ÇOCUKLAR : Başucu kitaplarımdan biri olduğu için başucu şarkılarımla beraber okundukça daha anlamlı gelir bana. Ortaçgil'in herhangi bir albümünün bütün parçaları kitap boyunca ne güzel eşlik eder. Ya da güzel seçilmiş bir Frank Sinatra best of u.. Holden'in insanlardan umudunu keserken bile öfke ve masumiyet arasında tercih yapamamasını en güzel anlatacak ses ise kuşkusuz Norah Jones'in sesi olacaktır. Kitap bittiğinde kapağı kapatıp Teoman'la birlikte usul usul Gönülçelen'i mırıldanabilirsiniz..



- YAŞAM KULLANMA KILAVUZU : Issız bir adaya düşünce ( ya da insanlardan kurtulunca) yanınıza en alınası kitap. Orta boy bir ansiklopedi kıvamında olduğundan uzunca bir dinleme listesine ihtiyaç olacaktır. Başlangıç George Perec'in hemşerisi Edit Piaf'la yapılabilir. Ayrıca Liszt-Brahms-Mendelsson üçlemesinden karma bir klasik müzik cd si ara ara devreye sokulmalı. Ve kitabın ritmine uygun olarak ortalara doğru Theatre Of Tragedy - A Rose For The Dead.. Final önerim ise kesinlikle Katatonia - For My Demons..



- DÖNÜŞÜM : Kafka'nın paranoid topraklarına hoş geldiniz.. Girişte sizi Anathema karşılıyor. One Last Goodbye.. Arkasından, Jason Becker - Altitudes ya da Thom Yorke - Hearing Damage soğukkanlığınızı elinize verebilir. Ve sahneyi kapatırken.. Metallica The One ya da Pearl Jam - I am Mine..

- İSTANBUL'DA BİR MERHAMET HAFTASI : Yeni kuşağın kendine ait üslup sahibi olabilmiş bir kaç önemli yazarından biridir Murat Gülsoy.. Özelikle bu kitap depresif bir tedirginlik yaratarak okuru bir deneyin gayri iradi deneklerinden biri haline getirebilir. Kitabın sayfalarını Dream Theater - Space Dye West'le beraber açarsanız etki kronklikitesi muhakkak aracaktır. Peşiden bir doz Pınk Floyd - Your Possible Pasts ve Scorpions - Still Loving You sallarsanız belki siz bile kitap yazabilisiniz :)

- SEKSEK : Cortazar'ın bu kitabı bilinen neredeyse tüm roman tekniklerinin dışında yazılmış,okuduktan sonra kalıcı bi kafa karışıklığı ve rahatsızlık garantisi veren post-post-post modern roman türünün ilk örneğidir. Oldukça hacimli olan kitap boyunca benim dinleme önerim New Age olacaktır.Türün ustaları olan Kitaro, Peter Gabriel, Jean Michelle Jarre'ın tüm albümleri sıra gözetmeden peş peşe size eşlik edebilir..

- KÜÇÜK PRENS : Dünyanın en büyük "çocuk kitabını" dünyanın en büyüdüğü halde bir tarafı hep çocuk kalmış adamıyla beraber dinlemek kitabın eşsiz tadını perçinler kanaatindeyim. Evet evet Michael Jackson'dan bahsediyorum. Kıng of the pop, büyümeyen çocuk, moonwalk, seksenler, çocukluğumun en zarif hareketi ve uzak amerikanya mahallesindeki en şık abimiz..

3 Aralık 2010 Cuma

Alternatif Yalnızlık Tarifleri..

Lanetli Rapunzel'e...


* Hayal kırıklığının uykudaki çocuk ölümleri kadar olağan karşılandığı şehirde sigara külü kadar yalnızım..

* Gölgesine sığındığım ve acımasızca içini boşalttıktan sonra, geri dönüşüm kutusunun içindeki meyveli soda şişelerinin tiksinen bakışlarından kaçacak yer bulamayıp, kendini kendi etiketinden yaptığı iple kutunun kulpuna asıp intihar etmek isteyen bir rakı şişesi kadar yalnızım..

* Gidecek yeri olan herkesin yerine gittiği saatlerde, gidecek yeri olmayan bir yersizin sokulduğu kurumuş bir ağaç kovuğu kadar yalnızım..

* Dokuz kişiyle defans yapan ve tek hedefi yarım düzineden daha az gol yemek olan zavallı bir futbol takımının tek forveti kadar yalnızım..

* Ağrı kesicilerin arasına yanlışlıkla karışmış fare zehiri kadar yalnızım..

* Herkesin mutsuzluktan delirdiği bir yerde deliremeyecek kadar akıllı olan bir nano-fizik profesörü kadar yalnızım..

* Kullanılmadığı için tozla kaplanan unutulmuş porselen bir tabağın, işe yaradıkları için kirli ve mutlu kullanılmış porselen tabaklarla birlikte bulaşık makinesine atıldığında 'ne işim var lan burda' nın şaşkınlığıyla hesaplaşması kadar yalnızım..

* Bitmek üzere olduğu için kullanılmayan, ama henüz bitmediği için atılamayan ve nemli bir banyo rafında kaderine terk edilen zeytinyağlı sabun kadar yalnızım..

* Kimi arasa üçüncü hatır cümlesinden sonra ' ne var ,niye aradın?' imasıyla karşılaşacağını bildiğinden kimseleri arayamayan unutulmuş bir vicdan azabı kadar yalnızım..

* Sarhoşken telefonuna kayıtlı bütün kadın isimlerine coşkulu mesajlar yollayıp, ayılıp pişman olduğunda utancından telefonunu alelacele kapatan ve günlerce açamayan eski zaman artığı bir sarhoşluk edepsizi kadar yalnızım..

* Kendisine birazcık ilgi gösteren her kadına aşık olup, her seferinde alay edilerek yol verilen şaşkın bir ilgi şımarığı kadar yalnızım..

* Afrikalı bir anne ve Kanada'lı bir babanın Çin'deki bir cami avlusuna bıraktığı felçli bir albino bebek kadar yalnızım..

* Bekleyen herkesin küfür ettiği rötar yapmış bir trenin, kimseye yaranamayacağını bile bile bir an önce gara ulaşmak için terleyen makinistinin yasak olduğunu bilmesine rağmen yaktığı ilk sigara kadar yalnızım..

* Rüyasında kafası kopan ve kadın-erkek, yaşlı-genç karışık iki takım kafasıyla top oynarken, onu aralarına aldıkları için minnettar olan eski bir Jedi emeklisi kadar yalnızım..

* Özenle seçilip alındıktan sonra saçkıran yüzünden sahibinin bütün saçları dökülen fildişi saplı tarağın atıldığı çekmecedeki can sıkıntısı kadar yalnızım..