Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

29 Nisan 2014 Salı

BELKİ KADAR KESİN

Belki kadar kesin
ve keşke kadar imkansız
birbirimizden uzaklaşmamız
kırılsak da tırnak uçlarımıza kadar
kırılırız elbet bunu gerektirir yaşamak.
Ben zaten sana ilk baktığımda anlamıştım
içime bakmıştın önce bayılacağımı sanmıştım
dünyayla aramda geçmişim vardı o ara
tupup ellerimi sıkıca saracağına inanmıştım.
Belki şimdi bir uçurumun kenarından geçiyoruz
sallanıyoruz belki arada bir çeşit deprem oluyor
kızıyoruz birbirimize kırılıyoruz inciniyoruz
ama biliyoruz uzak gibi olsak da biz aslında yan yanayız.
Belki kadar kesin
ve keşke kadar imkansız
birbirimizden uzaklaşmamız...

SABAHA KARŞI BEŞ GİBİ

Gündüz çekilen acıları ertelemek kolay gibidir. Akıp giden hayata ve insanlara sadece bakarak bile biraz olsun oyalanmak mümkündür gündüz. Akşam kendi telaşıyla geldiği için başka şeylerle uğraşmaktan kendine pek zaman bulamayabilirsin. Gecenin hüznü de kendisiyle müsemma, biraz romantik ve hafif megaloman bir hüzündür. Peki ya sabaha karşı... Beş gibi...

Köpeklerin bile çoktan uyuduğu bir parkta, sabaha karşı beş gibi, iki gündür açsan ve yedinci birayı da bitirmişsen temel bir aydınlanma anı yaşıyorsun. Öyle ışıklı, uhrevi, rahatlatan bir aydınlanma değil ama; gerçeği tokat gibi suratına çarpan, içinde bolca acı ve nefret olan lanet bir aydınlanma. Dünyanızdan ve çoğunuzdan bu kadar tiksiniyorken neden ısrarla aranıza karışmak için çabalıyorum dedirten türden bir aydınlanma...

O sıra hoca yetişiyor imdada. Saba makamında okunan ezanla birlikte akan gözyaşların içindeki zehri de biraz olsun akıtmanı sağlıyor. Allah affetsin ama en çok uykusuz ve yarı sarhoşken yakın olduğunu hissediyorsun ona. Sonra açık pembe oje düşünüyorsun, sonra aptal bir gülümseme yerleşiyor dudaklarına. Olsun diyorsun biliyorum beni seviyor. Ailem dışında belki de dünyada bir tek kişi beni seviyor. O an, onun nerede ne yaptığını bilmiyor da olsan, sana kırgın olduğunu da bilsen bu his seni biraz olsun rahatlatıyor. O da beni seviyor... Sadece bu bile bu rezil hayata katlanmaya değer...

ÜŞENTİ

Cinnet sonrası
nefes nefese
vahşi bir hayvan gibi
bile bile
kırıp döktüklerimi
tamir edemeyeceğimi
umutsuzca
uykum gibi
bekliyorum gelmeni

günlük telaşlar sızıyor
bazen araya
arkadaş eğlentileri
hastalıklar
açlık susuzluk
çocuk oyunları
fener alayları

belki şimdi orda
öğlenin ikindiye
kavuşma üşentisi
ne kadar mutlu olduysan
o kadar acı çekeceksin
diyen bir kahin karga
sıksa ya biri kafasına

öyle yorgunum
öyle üşeniyorum
öyle kırığım
ki
keşke
bahar
bu
sefer
ertelese
gelmeyi

YAVAŞ YAVAŞ DELİRDİM

Benim üstüm başım görünmez tozlarla kaplı
Toplu konut sıkıntısı lojman deliliği tavanımızdaki çatlak
İntihar eden komşumuz annemin basma perdeleri
Alınmadığım oyunlar alamadığım oyuncaklar
Sabaha karşı biten sigara sürekli ağlayan annem
Hepsi anlıyor musun hepsi birden hepsi
Yavaş yavaş böyle oldum ben kimse farkıma varmadı.

Sırf günlerden pazar diye ağlayabilirim biliyor musun?
Sırf seni göremeyeceğim için kapıları çivileyebilirim
Oysa dışarda dünya var piknikler sabah kahvaltıları
Akıp giden bir telaş var ve ah sen neresindesin?
Birdenbire kaybetmedim seni yavaş yavaş oldu biliyorsun
Birdenbire delirmedim ben yavaş yavaş oldu her şey

Ben bunun üstesinden kendi başıma gelemem
Aniden delirmedim ki farkımdaydım an be an
Ben orada seni değil kendimi ittim aslında
Ben orda sana değil kendime bağırdım esasen
İnsanlar bakıyordu hepsinin aklı başında
Bir tek ben delirmiştim kimse farkında değildi
Ben farkımdaydım kendimin aklımı göğe salmıştım

Tesirsiz Parçalar 262-265

262.
Şu an her neredeyseniz kafanızı hafifçe kaldırıp sağınıza solunuza bakın bi. Evet aynen böyle. Ve düşünün şimdi. Çok saçma değil mi lan? Ne işim var benim burda demiyor musunuz siz de? Ne işimiz var bizim olduğumuz yerde. İnsanların sadece olmak istedikleri yerde olacakları bir dünya vaadeden herhangi bir lider bulursam bir gün kayıtsız şartsız militanı olmazsam şerefsizim!


263.
Herkesin herkese sustuğu anlar olur. Ve bu bazı insanlara iyi gelir. Annesi babası durmadan kavga eden bütün çocuklar ne demek istediğimi çok iyi bilir.

Niye büyüdükçe daha çok hata yapıyoruz? Büyümeye tepki mi bu? Oysa her geçen gün daha çok öğreniyoruz lafta. Öğrendikçe de daha çok hata yapıyoruz. Ne öğrendik o zaman bu işten. Cidden, bana bir harf daha öğretenin ağzını burnunu kırarım diye bağırmak istiyorum. Hatalarımızla birlikte pişmanlıklarımız da artıyor. Keşke biri beni beş yaşıma geri götürüp orada boğsa!

Yanlış olduğunu bile bile, köpek gibi pişman olacağını bile bile söyleyeceğini söylüyor insan. Tek bir laf dünyasını başına yıkabiliyor. Ve bunu bile bile söylüyor yine de söyleyeceğini. Çocuk gibi. Hani büyümüştük lan! Büyüdüğümüz falan yok, yıllanıyor ve çürüyoruz o kadar.

Elimi kesmek istiyorum. Dilimi koparmak istiyorum. Ama çocuğum ben. Canımın yanmasından çok korkuyorum. Üstelik en sevdiklerimin canını bu kadar kolay yakarken...

Ne yazık, utanç ve pişmanlıktan ölemiyor insan. Ölünebilse, siz bu satırları okurken ben çok uzaklarda olurdum. Olurdum... Siz... Sen bu satırları okurken ben çok uzaklarda... Klişemi sikeyim!


264.
Bazen tek bir gece saçmalar insan. Sonra da kalan bütün gecelerini o geceyle hesaplaşarak geçirir... Uykusuz, pişman, mahçup ve çaresiz...


265.
Akşam Fenerbahçe'nin maçını izledim. Şampiyon oldu diye bağıra çağıra şarkı söyleyip alkışladım. Yetmedi sokağa çıkıp şampiyon fener diye bağırarak koştum. Üstelik diş ağrısından ölüyordum. Üstelik Fenerbahçeli de değilim. Üstelik Fenerbahçeden nefret ederim. Üstelik kafamdaki etlerin büyüdüğünü öğrendim. Üstelik sevdiğim kadın benden çok uzakta. Üstelik uyuyamıyorum. Üstelik kendimi bir pet shop'a bırakıp kaçmak istiyorum... Ama ben çılgın gibi gülerek fener fener diye bağırdım dakikalarca... Bir adamın hayatının boka sarması tam olarak böyle bir şey herhalde. Sevinecek hiçbir şey bulamayınca etrafında başkalarının sevinçlerini kıskanıp onları taklit etmek!

20 Nisan 2014 Pazar

BONJOUR MORT

Normandiya Çıkartması'nda
Sahile
İlk adımı atan asker gibi
Atıyorum bir süredir
Adımlarımı
'Bonjour mort'* diye bağırıp
İçimden
Ölümün soluğuyla kutsayıp yaşamı
'Parc de Şirintepeden** 'Papa a la maison'a***
Sürüklüyor
Doğuştan karışık kafam
Ayaklarımı

'Dieu, tu me manques!'****















*Hoşgeldin ölüm
**Şirintepe parkı
***Baba evi
**** Tanrım ne çok özlüyorum

PES

Ruhumu ihbar ediyorum çiğnediğim çimenlere
Ve pes ediyorum peşinden, bıktım, oynamıyorum
Takıldığım yerine hayatın, siyah bir ayraç koyun
Sizden bana hayır yok, kuşlara gidiyorum..

KAFKA'NIN ODASINDA YALNIZ KALMAK İSTİYORUM

Yaralarımızı gösterdik birbirimize
Yaralarımızdan bahsettik birbirimizin
Sağ elim üç yerden kırılmıştı onu gösterdim
Bisikletten düşüp bacağını kırmış onu gösterdi
Polis kırmıştı alt dişimi onu gösterdim
Çok canını yakmış biri onu anlattı
Çok canımı yaktılar benim teferruata girmedim

Biz çok güzel acemşiran dinleyebilirmişiz beraber
Biz hiç beraber acemşiran dinlemedik fakat yazık
Olsun dünyanın bütün makamları bekleyebilir vakit var
Film izlerken uyuyabiliriz büyük balık küçük balık
Atlamadığımız şeyler de oldu tabi birbirimize sessizce sözler verdik
Ezanı en çok saba makamından sevdiğimizi fark ettik

Prag üzerine konuştuk mu bak onu hiç hatırlamıyorum
Kafka'nın odasında on dakika yalnız kalmakla ilgili
Çocukluğumdan kalma bir fantezim olduğunu söyledim mi hiç bilmiyorum
Söylemediysem bir ara muhakkak söylemeliyim
Bir şiirin bir şarkının bir konuşmanın bir bilmiyorum
Bir şeylerin bir yerlerine bunu mutlaka sokmalıyım
Sevgilim ben Kafka'nın öldüğü odada
On dakika da olsa yalnız kalmalıyım
Ayarlayabilir miyiz?

Acılarımızı unutabiliriz yaralarımızı kapatabiliriz
Yen alırız süpermarketten kırık dizin içinde kalabileceği
Yerlerden yer beğenir gideriz bir kararımıza bakar
Acemşiran dinleriz istememiz yeterli
Yüksek sesle Kafka okuruz ruhu şad olur abinin
Rakı masasının altında kedi besleriz istersen
Kedi diyorum bak şimdi düşün fedakarlığın boyutunu
Yeter ki ağlama sen yoksa ne yapacağımı şaşırırım
Yeter ki yalnız gitme beni de götür yalvarırım..

KUYU

Sen bana bakmıyorsun ben sana bakmıyorum ya
O sıra,
Birileri kova sallıyor ortamızdaki kuyuya
Kuyudur, her zaman Yusuf çıkmaz içinden
Faydalı ihtimaller çıkıyor bizim de bahtımıza
İhtimal ki bana baksan bir sürü şey düzelecek
İhtimal ki sana baksam boynuna sarılacağım
İhtimal, dize getireceğiz devleti ve anneni
İhtimal, kuyuya beton bile dökebiliriz
İki susuzuz suyu bulsak kana kana içebiliriz
Başkaları ne der demeden birbirimizi sevebiliriz..

8 Nisan 2014 Salı

N'olur Bunları Çabucak Geçmeyelim Sevgilim

Göremediğimde seni
uyuyayım diyorum
geniş zamanlı
geniş pencereli
geniş yataklı bir evde
belki gelir
dünyayı sığdırdığın yüreğine
beni de sığdırırsın diye

karınca ısırığı kadar
bir umut
vardıysa eğer
hiç kaybolmaması için
şehrin bütün yağmurları
bana yağsın istedim

ıskartadaki bir trenden
biraz anı ödünç alıp
gelsem sokağınızın başına
aldırmadan
üstümün başımın yaşına
misafir eder misin?

7 Nisan 2014 Pazartesi

HEMİNGWAY NE BİLSİN ÖZLEMEYİ

Sonra özlüyorsun işte. Onunla çok şey de yaşamış olsan, henüz neredeyse hiçbir şey yaşamamış da olsan, bir gün önce de görsen, hiç görmemiş de olsan, çörekleniyor içine o melun his. Tarifi zor. Hani anlatmaya üşeniyorum derim ya ben bazen. Aslında o gerçek bir üşenme değil. Ne kadar uğraşırsam uğraşayım anlatamayacağımı bildiğimden, kendi kendime uydurduğum bir savunma mekanizması sadece.

Lisede Hemingway okumuş ve büyülenmiştim. Yazdığı küçük hikayelerde en basit şeyleri bile, paragraflar boyunca, obsesifçe tarif etmesi, insanlara ve nesnelere olan bakış açımı şekillendirmişti resmen. Bazen yarım sayfa boyunca maviyi, denizi, elmayı, tadları, kokuları, bıkıp usanmadan, üzerine söylenecek tek bir söz bile kalmayana kadar tarif etmeye çalışması, betimleme sanatının zirvesiydi benim için. Ve farkında olmadan, Hemingway'i taklit etmeye başladım tesirsiz yazılar yazma serüvenimin başlarında. Herhangi bir şey üzerinde yeterince gözlem yapıp düşünürsem hiçbir boşluk bırakmaksızın, her hücresini anlatabilirim zannettiğim zamanlardı işte. Çok sonra fark ettim. Hemingway özlemeyi hiç tarif etmemişti! Neden acaba?

Özlemekle ilgili çok konuştum, yazdım, düşündüm. Nasıl olur da bir his, bir insanı aynı zamanda hem ağlatıp hem gülümsetip, hem içinde aptal toynaklı yaratıklar koşturup hem de uçsuz bucaksız siyah bir denizin ortasında zavallı bir yaprakmış gibi titretir diye çok kafa patlattım. Ama düşüncelerimin sonunu hiçbir zaman getiremedim.

Üşeniyorum derken kastettiğim tam olarak bu işte. Sonu asla gelmeyecek bir hissi kelimlerle anlatmaya çalışmaktan daha yorucu ne olabilir? Yoruluyorum demedim de ben, üşeniyorum dedim, hepsi bu..

Tesirsiz Parçalar 261.

261.

Uyumakla uyuyamamanın fark etmediği bir yer var. Gitmekle kalmanın aynı şey olduğu bir yer. Sadece istediğiniz sorulara cevap verebileceğiniz, sadece istediğiniz zaman konuşabileceğiniz, ellerinizin ve ayaklarınızın hep soğuk olduğu ama hiç üşümeyeceği bir yer var. Var.. Vardır. Olmalı.. Bu kadar saçmalığın başka açıklaması olamaz çünkü.

6 Nisan 2014 Pazar

KIŞ DA BİTTİ

Kış da bitti;
Bürünüp baharlık hüzünlere
Kendimize yanlarında bir bedenlik yer açtığımız
Kim varsa çoktan gitti, geride sıcaklığını bırakıp..

Kış da bitti;
Çatır çatır kırılma zamanı geldi,
çilek kokulu hayallerin
Ah ne vardı, uyanmayadı içimdeki yabani hayvan
Dedim ama dinlemedi, kapıldı içinin sesine..

Kış da bitti;
Racondandır
Bitti mi kış kim varsa gider
Kış bitti.
Biriktirdiğimiz acı,
bize bir kaç mevsim yeter..

4 Nisan 2014 Cuma

Tesirsiz Parçalar 258-260..

258.
Sıkıntı.. Büyük.. Dağılmıyor ne yapsam. Tuhafım.. Tırnakla et arasındaki pislik gibiyim, gönülsüzce verilen selam gibi, tam namaza duracakken bozulan abdest gibi. Nesli tükenme riski bulunmadığı için kimselerin aklına gelmeyen özelliksiz bir hayvan gibiyim, çarşı iznine askeri kıyafetlerle çıkan vasıfsız er gibi, cari açık gibi, ısınan küre, patlak ampül, yarılmış teker, kokmuş et.. Cami avlusu yerine musalla taşına bırakılmış yatalak bir ihtiyar gibiyim, ingilizce sınavında mal mal etrafa bakınan onikinci sınıf öğrencisi gibi, bozuk küçük ev aleti gibi, kabı yırtık üçüncü sınıf cinayet romanı gibi, Denizaltı'daki sineklik gibi, Afrika'da Ufo, Kuzey Kutbu'nda derin dondurucu gibi.. Ağartmayan dandik çamaşır suyu gibi, onuncu kez kullanılmış yağ gibi...


259.
İyi değilim diyorum herkesin gülesi geliyor
İyi değilim ulan içimde yabancı bir yangın
Valla yalanım varsa vaftizlere geleyim
Sol yanımda gün aşırı revolverler patlasın
Nereden çıkarıyorsunuz benim iyi olduğumu
Efe’ye de anlattım az önce harbiden iyi değilim

Sonu sancılı bir rüyayı ikinci kez görüyorum
Yangın şimdi küçük ama büyüyecek biliyorum..




260.
Ebu Cehil (asıl adı Ömer'dir) ilk günden itibaren Peygamber'in yalan söylediğini hiç düşünmedi. Kendisine gelip Muhammed yalan mı söylüyor ya Ömer diyenlere "asla" diyordu. "O yalan söylemez." Çünkü ona El-Emin lakabını takanlardan biri de Ebu Cehil'di. O güne kadar kim ağzından yalan söz çıktığını duymuştu ki Peygamber'in. Peki diyorlardı madem yalan söylemediğini biliyorsun neden ona inanmıyorsun? "İnanmayan kim?" diye cevap diye cevap veriyordu Ebu Cehil. "Benim onun ağzından çıkan her sözün doğruluğuna itimadım tamdır." Ee diyorlardı neden iman etmiyorsun o zaman? Ne kadar da ibretliktir aslında Ebu Cehil'in onlara verdiği cevap. Diyordu ki " Aklım Muhammed'in doğru söylediğini biliyor ama kalbim kabul etmiyor. Benim gibi soylu, asil biri dururken Allah'ın onu pegamberi olarak seçmesini içime sindiremiyorum !.. "


Kibir ve gurur insanın en büyük düşmanıdır. Eğer kontrolünüzü kibrinize ve gururunuza terk ederseniz bir süre sonra kendi aklınıza bile ihanet etmeye başlarsınız..