Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

27 Temmuz 2014 Pazar

Tesirsiz Parçalar 295..

295.
Hüznün görünmez perdeleri
Tersine çevirdi ruh iklimimi
Kışın lirik ve manik
Yazın tuhaf ve depresif..

Tesirsiz Parçalar 294..

294.

Llosa bir öyküsünde hiçbir şeyi unutmayan bir adamı anlatır. Adını şimdi hatırlayamadığım kahraman doğduğu andan itibaren gördüğü, duyduğu, yaşadığı tek bir şeyi bile unutamaz. Herkes bunun tanrının bir lütfu, çok özel bir yetenek olduğunu düşünür ve adama imrenerek bakar. Adam ise neredeyse her gece tanrıya dua eder unutabilmek için. Fakat nafile... Hiçbir şeyi unutamaz ve başına gelen bir dizi saçma sapan olaydan sonra kafasını duvarlara vura vura intihar eder. İşte o hikayede geçen bir diyalog vardı. Kendisine unutmamanın ne kadar müthiş bir yetenek olduğunu söyleyen bir dostuna şöyle cevap vermişti bizim adam. "Tanrı nefret ettiği insanlara öyle yetenekler verir ki, dışardan bakan herkes bunu ödül zanneder fakat bu aslında cezaların en büyüğüdür. Üstelik bunun nasıl bir lanet olduğunu da kimselere anlatamadığı için aslında iki kere cezalandırılmış olur. Bu da Tanrı'nın yaptığı bir tür espridir!"

Bir süredir kendimi Llosa'nın kahramanı gibi hissediyorum. Hafızam en büyük düşmanım ve ben umutsuzca kafamı vuracak duvar beğenmeye çalışıyorum. Tanrım, afedersin ama bu hiç komik değil!

Sahip olduğum ilk evcil hayvanım bir muhabbet kuşuydu. Her şeyiyle ilgilendiğim, sorumluluğu bana ait olan ilk canlıydı o. Beraberliğimizin birinci senesi dolmadan öldüğünde acım o kadar büyüktü ki ne bok yiyeceğimi şaşırmıştım. O gün babam bir şey söyledi bana. "Üzülme oğlum, yenisini alırız!" Tabi ki babamın iyi niyetinden kuşkum yok, üzülmemem için öyle söyledi. Ama o zaman babamı öldürmek istemiştim. Yenisi nasıl olabilirdi ki? Dostum, arkadaşım, yaşamı bana bağlı olan bir canlı gözümün önünde ölmüştü ve babam yenisinin alınabileceğini söylüyordu. Bilmiyordu. Dünyada milyonlarca muhabbet kuşu vardı evet ama sadece bir tanesi benim dostumdu ve o da ölmüştü. Yenisini istemedim. Babam yine de aldı ama bir kez bile sokulmadım yeni kuşun yanına. Çünkü biliyordum, nasılsa o da en çok bağlandığım anda beni bırakıp gidecekti..

Alın işte size kuşlarla insanlar arasındaki en büyük benzerlik. İkisi de en çok ihtiyaç duyduğunuz anda basıp gidiyor... Gider... En azından ben aksine hiç şahit olmadım bu yaşıma kadar..

Tesirsiz Parçalar 293..

293.

Bir insan bir boku bir kere yediyse bir daha yer. Tecrübeyle sabittir bu. Tabi benim tecrübemle değil. Benim tecrübelerimden aforizma falan çıkmaz. Kederli ve mutsuz sarhoşlar için kafa sikecek anekdotlar çıkar sadece. Kaç tane insan evladı gelip gittiyse bu dünya çöplüğünden alayının tecrübeleriyle sabittir. Yani bunu, bir insanın bir bok yediğinde aynı boku bir daha yiyeceğini herkes bilir. Peki ben niye şimdi herkesin bildiği bir şeyi anlatmaya çalışıyorum? Anlatmaya çalışıyorum çünkü bunu daha önce de yapmıştım. Anlatmaya çalışıyorum çünkü kederli ve mutsuz bir manyaksan daha önce anlatmaya çalıştığın şeyleri durup durup anlatmaya çalışırsın. Anlatmaya çalışıyorum çünkü bu yolunu siktiğimin dünyasında gerçekten anlatmak istediğim şeyler kimsenin umurunda değil. Anlatmaya çalışıyorum çünkü anlatmazsam susup kendi bataklığımda boğulacağım. Al işte yine yaptım gerçekten anlatmak istediğim ama kimsenin umurunda olmayacağını bildiğim için anlatmadığım şeyler anlatmaya başladım bile. Anlatmaya çalışıyorum diye başlayan hiçbir kişisel açıklama umurunuzda değil. Bunu da anlatmaya çalışmıştım eğer unutmadıysanız. Neyse özeli bırakıp genele dönelim. Hepinizin çok iyi bildiği gibi bir insan bir boku bir kere yediyse bir daha yer. Anlatabildim mi!?

Ç.G.S.İ'LER, Ç.G.S.İ'LERİMİZ


Güzel ülkemin güzide insan türlerinden biri de Çok Güzel Sosyalleşebilen İnsanlardır. Ç.G.S.İ diyelim biz onlara. Aslında sosyalleşmek denen zımbırtıyı çok yanlış anlamış olmalarına rağmen kendilerini bu kelimeyle ifade ettikleri için kullanıyoruz mecburen. Bu Ç.G.S.İ denen götler hangi ortamda olurlarsa olsunlar hiç zorluk çekmeden adapte olabilme özellikleriyle öne çıkarlar. Tek ya da bir gurup insanın olduğu her yere teklifsizce sokulup laps diye Müzikten, İzmir'den, edebiyattan, kadınlardan, erkeklerden, Beşiktaş'tan, denizden, anasının .mından falan söz açıp hemen muhabbet başlatabilirler. Sokuldukları insan topluluğu da ya mevzunun şokunu yaşadıkları için ya da en az kendilerine sokulan Ç.G.S.İ mahluğu kadar sefa pezevengi oldukları için herhangi bir tepki göstermeyip kırk yıllık arkadaşmış gibi gülümseyerek dinlemeye koyulurlar. Bu ipneler bebekken bile yavşaklıkla sevimliliğin birbirine karıştığı sikik bir sempati havuzunda yüzmüş ablak suratlı balıklara benzerler. Derste öğretmenler, kantinde kızlar, askeriyede komutanlar bayılırlar bu göt oğlanlarına.

Ç.G.S.İ'lerin en enteresan özelliklerinden biri de küçükken çatlattıkları ar damarlarıyla beraber onur ve haysiyetlerini de kaybetmiş olmalarıdır. Mesela yanlışlıkla size sokulup standart yavşak Ç.G.S.İ hareketleriyle sohbet açmaya kalksalar ve siz her mantıklı insan evladı gibi 'bi siktir git başımdan göt kafalı şamyel' diye tersleyip kovsanız bile özür dileyerek uzaklaşırlar. Bu esnada da suratlarında hep hazır bulunan o sikik gülümsemeyi aynen muhafaza ve müdafaa ederler. Sanırım analarının karnındayken bile sahiptirler o gülümsemeye..

Velhasıl, sayıları hızla artan bu sefa pezevengi Ç.G.S.İ'lere karşı son derece dikkatli olmak gerekir. Yoksa allah muhafaza size de tatlı tatlı sokulup iki dakikada beyninizi bozuk erik hoşafına çevirebilir bu puştlar. Aman diyeyim abicim, benden uyarması!

Tesirsiz Parçalar 292..

292.
Bazen bir bardak çayın hayatınızdaki pek çok insandan daha çok hatırı var gibi geliyorsa, panik yapmayın, bir sigara yakın ve gülümseyin. Siz de artık bir yetişkin olmuşsunuz demektir..

10 Temmuz 2014 Perşembe

YALVARIŞ

Rabbim söz verdin
Kaldıramayacağı yükü
Yüklemem dedin kuluma
Şahidimsin
Kaldıramıyorum
Oyunsa bu
Oynamıyorum
İmtihansa
Kaldım
Ben zaten
İçi geçmiş bir hevesle
Yarım kalmış bir niyetin
Arasında ıskalandım
Pişmeden yandım
Son sözüm sana yine de
Üstesinden gelemedim
Bu yaşamak sınavının
Bağışla
...

Tesirsiz Parçalar 291..

291.

Uyuduğumda uyanacağım gün dünün aynısı olacak. Bugün de bir önceki günün aynısıydı çünkü. Kendimi herkes tarafından aldatılmış salağın teki gibi hisediyorum. Sanki herkes gizli gizli beni izleyip hayvanlar gibi eğleniyor..

Truman Show diye bir film vardı. Jim Carrey'nin. Şimdi uzun uzun filmi anlatamayacağım ama orada bir sahne var. Herkes tarafından kandırıldığını geç de olsa fark eden Truman'ın kafasını yukarı kaldırıp bir kaç saniye bakakaldığı bir sahne. İşte o bakışla bakıyorum günlerdir etrafa...

Bir arkadaşımla konuşuyordum. Nasıl olduğumu sordu. "Bilmem", dedim "mal gibi oldum iyice ya bildiğin gibi değil. Marul gibi bir şey oldum. Marul yani. Sebze işte olsa da olur olmasa da. Mesela bir salata düşün içinde marul varsa yersin ama yoksa fark etmezsin olmadığını. Tadını bile aklına getiremezsin bak düşün bi. Varlığıyla yokluğu fark etmeyen, olsa da olur olmasa da salak bir sebze işte.."

Ait olduğun yeri biliyorsun ama görünmez zincirlerle olduğun yere zincirlenip bırakılmışsın. Kafanın içinde dünya turu yapıyorsun ama tuvaletini yapmak için odadan çıkmaya da üşeniyorsun... Televizyon kumandasına taktığım Duracell pil iki haftada bitti. Ne anlatayım lan ben daha..

BEN GİDİYORUM!

-Ben gidiyorum!
-Bekle şu oyun bitsin ben de geliyorum.

-Ben gidiyorum!
-Hayırlısı be gülüm.

-Ben gidiyorum!
-Al şunu al yolda acıkırsan tost falan alırsın.

-Ben gidiyorum!
-Ne güzel. Kendin mi karar verdin yoksa seyirciye mi danıştın?

-Ben gidiyorum!
-Aa sen burda mıydın?

-Ben gidiyorum!
-Bak bakalım gidince ben orda mıyım?

-Ben gidiyorum!
-Japonlar sizin hiç gitmeyeninizden yapmışlar duydun mu?

-Ben gidiyorum!
-Ya daha karpuz... Öff neyse tamam...

SALLANTI

Düştüm düşüyorum bak
Bir acaip sendelemece
Tut elimden kaldır
Ben gelemiyorum oraya
Beni yanına aldır

Omuzları kepekli
İhtiyarlar oturuyor parkta
Dillerinde bismillah
Ellerinde çekirdek
Hiçbir şeye şaşırmıyorlar hayret

Tam önlerinde sendeliyorum
Düştüm düşeceğim bak
Sen şimdi kuş olup gelsen bir trenle
Hep beraber şaşırsak
Ve ben bir daha hiç sendelemesem

Bir uyku uyusam deliksiz
Gözaltı torbalarımdan kuşlar öpse
Öyle çaresiz
Öyle yorgun
Öyle uykusuzum ki
Sen
Eteklerinden kuşların su içtiği
Gölgende bana da bir uzanımlık yer versen

Kurumuş bir ağaç gibi
Kuşsuz böceksiz bir ağaç
Rüzgarla sallanıyorum
Bir sağa bir sola
Gelmezsen
Çat diye bir ses çıkacak
Ve boylu boyunca serili
Bir gri yıkıntı kalacak
Benden sonsuzluğa

Tesirsiz Parçalar 290..

290.

Vakti zamanında bir zat yollara düşmüş Cüneyd El Bağdadi'yi ziyaret etmek için. Mahalleye gelince kahvedekilere sormuş, evini göstermişler. Gitmiş, kapıyı çalmış. Kapıyı açan Cüneyd El Bağdadi "Kimi arıyorsun?" diye sorunca adam "Cüneyd'i arıyorum" demiş.. Cüneyd El Bağdadi'nin cevabı ibretlik...
"Ben de..."

Kendimi bildim bileli kendimi arıyorum ben de. Kimim? Yani ben benim elbette de benim diyen bu ben aslında kim? Çaresiz bir arayış bu. Yine Cüneyd'in çaresizlikle ilgili muazzam bir tesbiti var. Çare arayanlara "Çare, çareyi terk etmektir", der. Çare çareden vazgeçmektir demek gibi bir şey bu. Cüneyd Allah dostu bir veli, kendinden vazgeçmesi de kolay nefsini öldürmesi de. Ben halt edeceğim peki?

Okuduğum her satırda, içtiğim her dublede, tuttuğum her oruçta, sevdiğim her kadında kendimden bir şeyler arayıp durdum. Dolayısıyla da her şeyle kurduğum ilişkinin öznesi hep ben oldum. Şimdi biri kalkıp bana bencilsin dese kızarım. Peki bu hal, bu yaşantı bencillik değil de ne?

Wittegenstein, "Üzerinde konuşamayacağın şey hakkında sus" dedi. Beceremedim. Sokrates, "Kendini tanı!",dedi. Tanıyamadım. Annem, "Allah akıl fikir versin", dedi. Vermedi Allah akıl fikir. Ortasını zorladığım ömrümün arkada kalan kısmına bakınca tek bir şey görüyorum sislerin ardında. Şikayet... Kime mi? Orhan Gencebay'ın dediği gibi. "Şikayetim yaradana..."

Tesirsiz Parçalar 289.

289.

Freud, insan bir yere özellikle bakmıyorsa muhakkak o bakmadığı şeyi düşünüyordur gibi bir şey söylüyor. Umurumda değil dediğimiz şeyler en çok umursadıklarımız galiba..

Klasik Mantığın evrensel bir kuralı vardır. Bir şeyin olumsuzunun olumsuzu o şeyi olumlar. Şeylere şiddet katmak için kullanılan her türlü pekiştireç de olumsuzu olumluyor olabilir bu durumda. Biri sana senden nefret ediyorum derse nefret ediyordur. Çok nefret ediyorum derse bir düşünmek lazım. Ama çok çok nefret ediyorum diyorsa eğer, etmiyordur abi. O zaman kesin seviyordur ama seninle ilgili başka bir derdi de olduğu için böyle söyleyebiliyordur..

Foucault, Kelimeler Ve Şeyler kitabında dilin gelişimiyle insan ırkının mutsuzluğu arasında paralellik olduğunu iddia eder. Ona göre başta çok az kelimeyle iletişen insanlar son derece mutluydu, kendilerini ifade edecek daha çok kelime buldukça mutsuzlukları da aynı oranda arttı. Süper tespit valla aferin bizim kele..

4 Temmuz 2014 Cuma

BİR AĞAÇ BİZE YETER

Yüzünün silüetiyle belirince özlemek
Aklımı zorluyor kaygım ya seni göremezsem?
Bir ağaç en çok o zamanlar ağaç işte
Orman birilerinin uydurması yok aslında öyle bir şey
Bir sürü yalnız ağaç var yan yana bir sürü ağaç
Yan yana ve yalnız bir sürü ağaç var
Orman demiş birileri orman büyük bir yalan
Bir sürü yalnız insan var yan yana bir sürü yalnız
Yan yanalar yalnızlar dokunuyorlar yalnızlar
Bira içiyorlar yalnızlar sevişiyorlar yalnızlar
Kimse kimsenin kimsesi değil aslında yalnızlar
Kalabalık zannediyorlar kendilerini beraber zannediyorlar
Yanılıyorlar aslında tepeden tırnağa yalnızlar
Çoğalmaya niyetim yok seninle ben beraber
Biz olalım ikimiz yeter seni beni öldürüp
Değmeden kimselere görünmeden kalabalıklara
Usulca sığınsak bir ağaç gölgesine
Bir ağaç bize yeter bir ağaç bize yeter..

Kalbimi deşiyor korkum ya seni göremezsem?

UNUTULAN

Bir zaman sonra hep unutacaksın bunları
Beni unutacaksın sokak ortasında bağırışmalarımızı unutacaksın
Gece yarısı insanlar bize bakarken birbirimize bağırdığımızı unutacaksın
Önce beni unutacaksın sonra neden birbirimize bağırdığımızı
Önce o bağırmıştı diyeceksin yok yok ben bağırdım hayır o hayır hayır ben
Bu arada ben ben'den o'ya dönüşmüş olacağım kalbinde ve dilinde
Şiddet yok olacak o zaman öfke yok olacak acı yok olacak
Kim kime bağırdı önce bir türlü karar veremeyeceksin
Bir önemi de kalmayacak nasılsa unutacaksın
Bağırmadık ki diyeceksin belki eski bir şaka gibi gelecek
Hiç bağırışmamışız gibi olacak
Hiç kavga etmemiş gibi olacağız
Hiç olmamış gibi olacağım ben
Bir yerlerden anımsayacaksın belki
Bağırmak mı diyeceksin, ne münasebet!

3 Temmuz 2014 Perşembe

YARA

Yaralarımızı göstermedik birbirimize
yaralarımızı deştik
eskiden anımsadıkça yeri sızlayan o yara
artık paramparça

Ben şimdi bu acıyla nerelere giderim
hangi taşa vururum bu akılsız başımı
etim ne budum ne benim bununla nasıl baş ederim
gözün aydın içim yanmıyor artık
içim öldü!

SAYIKLAMALAR


Günün onbeş saatini falan yatakta geçiriyorum şu aralar. Uyuduğumdan değil, toplasan üç dört saat ancak uyuyabiliyorum. Yataktan çıkmıyorum, çıkmak istemiyorum çünkü ayağa kalktığımda yapmak istediğim hiçbir şey yok. Oda ısısı ne olursa olsun pikeye sarılıp boş boş duvarlara ya da televizyona bakıyorum. Bir an önce yarın olsun diye bekliyorum, yarın da bir sonraki yarını bekleyeceğim. Ne zamana kadar? Ayağa kalktığımda yapacak çok önemli bir işim olduğunu düşündüğüm zamana kadar..

Kafka'nın doğum günüymüş bugün. Belki de dün. Emin değilim. Onun çağında yaşasaydım gidip ona derdim ki, bu kadar üzülme, bak ben de her şeye çok üzülüyorum ama bi boka yaramıyor. Bir de Milena seni seviyor aslında ben biliyorum.. İyi ki doğmuş Kafka, yoksa kim tarif ederdi sıkıntının nasıl bir şey olduğunu..

Kalp kırdığım zamanlar üzülüyorum en çok. Ama öfke öyle sikik bir şey ki ne ağzından çıkanı duyuyor insan ne de gözü bir şey görüyor. Ve bizi birbirimizden koruyacak kimse yok. Evrensel bir lanet bu. Kesinlikle eminim en büyük hatamız insan içine karışmak. Sebep olanlara bir şey demiyorum bu kez, Allah herkesi bildiği gibi yapsın..