Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

31 Ocak 2013 Perşembe

Altan Abi, Büyük Rakı Ve Hayatın Anlamı

Gümrük müdürlüğünde memurdu Altan abi. 35 sene her akşam bir büyük rakı içti. Kandilmiş bayrammış hastalıkmış hiçbir şey dinlemeden her akşam bir büyük rakı.. Ben son beş senesine yetiştim. Muhtemelen yalan söylemiyordu. Çok konuşmazdı. Sofrasına da kolay kolay misafir kabul etmezdi. Ben ve bir kaç arsız zaman zaman sokulurduk ama yanına. O gecelerin birinde, rakının son iki parmağa yaklaştığı bir an sordum Altan abiye, abi neden bu kadar çok içiyorsun diye. Güldü. Yok dedi, ben çok içmiyorum, insanlar az içiyor!..
Peşinden bir sürü süslü laf gelecek zannettim. Hiçbir şey demedi. Fondipledi rakıyı. Mecburen lafın altını ben doldurdum..
Epey zaman oldu tabi. O gece düşündüklerimin hiçbirini hatırlamıyorum. Ama o laf hiç çıkmadı aklımdan. "Ben çok içmiyorum, insanlar az içiyor." Sahiden de içmeden nasıl dayanır insan bu kadar kepazeliğe?
Altan abi iki sene önce sirozdan öldü. Severdim onu. Ama ölümüne de öyle çok üzüldüm diyemem. Daha fazla dayanamayıp hayatın kepazeliğine, kendi isteğiyle başka bir yere gitti gibi geldi bana hep. Öldüğü günün gecesi Cem, Ahmet ve ben birer büyük rakı alıp onu analım dedik. Oturduk Ahmet'lerin bahçedeki kulübeye. Söyleyecek bir şey gelmedi aklımıza. Ben bir ara ulan dedim, insanlar neden bu kadar az içiyor. Epey güldük. Sonra şarkı söyledik. Ağladık da galiba sonlara doğru. Rakıları bitiremedik. En sonunda da kusup sızdık. Mezarına hiç gitmedik (en azından ben hiç gitmedim) Yokluğu kimse için bir fark yaratmadı. Galiba Altan abim dünyaya o güzelim aforizmayı bırakmak için gelmişti.. "Ben çok içmiyorum, insanlar az içiyor." Sırası gelince sahne alıp en janti tavrıyla lafını söyledi ve gitti. 35 sene her akşam bir büyük rakı içti Altan abi. Tek bir laf ve 35 sene..

Tesirsiz Parçalar 179..



179.

Görkemli kahkahaların arkasında çoğu zaman derin bir ızdırap saklıdır. Izdırap biraz tırt bir kelime, yerine başka bir laf kullansam mı diye düşünmedim değil. Lakin bulamadım. (Sahi lakin var bir de, o da ayrı bir tırttır. Zira gibi. Ama yok severim ben zirayı. Zira, zira iyidir, olduğunuzdan daha derin gösterir sizi) Acı, keder, mutsuzluk falan diyebilirdim belki ama ızdırap daha bir uygun sanki. Kederli insanlar üzgündür. Mutsuzlar acı çeker. Bir süre. Geçer sonra. Geçmeyen bir ızdıraba sahip insanlar ise çoğu zaman kahkahalarla gülerler. İnsanların içindeyken elbet. Yalnız kaldıklarında ise ne bok yiyeceklerini kimse kestiremez. Izdırap işinde yeni olanlar yalnız kaldıklarında mütemadiyen ağlarlar (Bak işte mütemadiyen var bir de) Eskiler ise genelde bira içerler. Mümkünse kırmızı tuborg, olmadı şişe efes..

29 Ocak 2013 Salı

Tesirsiz Parçalar 178..



178.

Birileri size hayatın adil olduğundan falan bahsederse ona sakın inanmayın. Tabi adaleti benim gibi tanımlıyorsanız. Bence adalet insanın hak ettiği muameleyi görmesidir. Ve malesef hayat denilen şey buna göre programlanmamıştır. Biri vardır örneğin, deli gibi görmek istediğiniz. Haketmişsinizdir de bunu ama göremezsiniz. Kırk çeşit imkansızlık bir araya gelir ve bir türlü göremezsiniz. Oysa onu görmeyi hiç haketmeyen (hak etmeyi bilerek kullanıyorum, çünkü bu bir hak bence) bir sürü saçma sapan adam her gün görürken, burnunun dibinden ayrılmazken hatta, siz göremezsiniz. Mahalle bakkalı, mesai arkadaşı, komşusu.. Coğrafi mecburiyet dışında hiçbir vasfı olmayan bir dolu insan sizin bir kez bakmak için yanıp tutuştuğunuz gözlere her gün bakar. Siz bakamazsınız.. Adaletini sikeyim böyle işin demek gelir içinizden, bazen dersiniz.. Bazen de diyemez bir bira daha söylersiniz..

17 Ocak 2013 Perşembe

ÇOCUKLUĞUMUN EN GÜZEL OYUNU





Neredeyse otuz yılın ardından çocukluğumun en sevdiğim oyununu oynarken yakaladım bugün kendimi. Doktorlar Caddesi boyunca yürüyüp sonra dümeni İki Eylül Caddesi'ne kırıp oradan da Odunpazarı meydanına kadar yürüdüm ve yol boyunca tabelaları okudum. Doktor tabelaları, mağaza tabelaları, market tabelaları, telefon bayii tabelaları, bujiteri tabelaları, lokanta tabelaları.. Ne varsa artık yol boyunca teker teker okudum. Hafif dışımdan, dudaklarımı kıpırdata kıpırdata okudum. "Avukat Rasim Günersoy, Diş Hekimi Funda Anar, Avea, Migros, Compedan, İnci Bujiteri.." Bir saate yakın dolaştım öyle okuya okuya..


Üç-dört yaşlarımdayken en büyük eğlencem buydu benim. Hafta sonları, kahvaltıdan sonra, babam elimden tutup çarşıya götürürdü beni. Sonra ben ona bağıra bağıra iki yana sıralanmış dükkanların tabelalarını okurdum (öğrenmiştim bir şekilde okumayı, o da ayrı bir hikaye bir ara anlatırım). Babam kocaman gülümsemesiyle hiç kesmeden beni dinlerdi. Arada sırada da eğilip öperdi usulca. Sebebini hiç anlamazdım ama öyle hoşuma giderdi ki, daha bir gazla, daha bir bağıra çağıra okumaya devam ederdim. "Ar Kebap, Posta Pide, Esnaf Sarayı, Anahtarcı Hilmi.."


Sonra sonra öğrendim işi aslını. Hiç okula gidememiş meğer benim babam. Hatta okuma yazmayı askere gittiğinde öğrenmiş. Anlatması saatler sürecek kocaman bir trajedi işte babamın çocukluğunun hikayesi. Neyse.. Ben ele avuca gelmeye başladıktan sonra da en büyük tutkusu beni bir şeyler okurken seyretmek olmuş..


Sorarlar bazen bana neden bu kadar çok kitap okuyorsun diye. Genelde yuvarlak cevaplar veririm. Bugün keyfim yerinde, o yüzden alın size en harbisinden cevap. Çok okuyorum evet, çünkü nedeni babam. Yerden bitme bir veledken ben, onun koltuğunun altına girip heceleye heceleye kitap okumaya çalışırken, hem yüzünü güldürüp hem gözlerini yaşartan, dünyanın en güzel ve tarifsiz ifadesinden aldım enerjimi. Onu, bana öyle bakarken görmek için; babasızlığını, okumamışlığını, bütün çocukluğuna ve gençliğine sinen en büyük acıları ancak böyle unutturduğumu bildiğim için, o yaşlarda elime aldığım kitapları bir daha hiç bırakmadım..

Babam evdeydi bugün. Tabelaları okurken bir ara aklıma geldi. Telefon edip çağırsam, gelse Doktorlar Caddesi'ne, tutsa yine elimden, tabelaları okurken gülümseyerek baksa yine bana. Arayamadım tabi, kazık kadar adam oldum. Öyle eskisi gibi el ele tutuşup yürümemiz imkansız artık. Olsun, ben bugün dört yaşındaydım bir süre. Hafif dışımdan, dudaklarımı kıpırdata kıpırdata tabelaları okudum. Babam da yanımdaydı işte, kimse görmedi. Babam da farkında değildi. Ama ben biliyorum, babam yanımdaydı bugün ve ben onunla birlikte çocukluğumun en güzel oyununu oynadım..

ANCAK ORTAÇGİL DİNLERKEN OKUNDUĞUNDA ANLAŞILABİLECEK HİKAYE


Ortada bir sürü şey vardır aslında, ama söyleyecek hiçbir şey yoktur. Durmaksızın düşünmeler, uykusuz geçen geceler, (uyku ile geçen geceler), parkta içilen şaraplar, sırf şirin gözükmek için teşebbüs edilen yalanlar; bazen kıskançlık, bazen deli eden bir sarılma isteği, görülmeyen ama orada olduğu bilinen kocaman bir gülümseme (nasıl da berrak. Su gibi. Aydınlık. İtaat hissi veren), tek bir sözle üzülmeler tek bir sözle sevinmeler tek bir sözle ne bok yiyeceğini bilememeler ve kaygı ve sevgi ve özlem ve sarılma isteği.. İlle de o sarılma isteği. Nasıl anlatılır bu? Sana sarılmak istiyorum. Yazınca olmuyor işte, söyleyince de eksik. Ne kadar da uzağında söylemek hissetmenin. Bazen insan bin küsür kilometre uzaktayken bile o kadar çok sarmak ister ki, sonunda sarılır. Korkunç güçlü bir sarılmadır bu üstelik. Sert ve metafizik. Gerçek bir sarılma olmaz belki ama nedir ki zaten gerçek? Gözlerini yeterince sıkı kapatıp içindeki tüm boşlukları onunla doldurabilirsen eğer, pekala mümkündür sarılabilmek. Bu sarılmayı sözlerle anlatamazsın. En fazla sana sarılmak istiyorum dersin, o da gülümser, belki iglo'lardan falan bahseder. Sen de gülümsersin. Söz amacına ulaşamamıştır belki. Ama bilirsin, o kadar kuvvetli yummuşsundur ki gözlerini ve o kadar yürekten istemişsindir ki sarılmayı.. O anlar. Cevap vermez belki ama anlar. Çünkü bilir o da, ortada bir sürü şey vardır aslında ve kelimelerin hisler karşısında hiçbir hükmü yoktur..

Tesirsiz Parçalar 176-177



176.
Mutluluk bir lafa bakıyor mutsuzluk başka her şeye..


177.
Ölüm var bir de.. Ama düşününce o kadar da kötü gelmiyor aslında. Ölüm var ve onun olduğu yerde başka hiçbir şey yok. Bütün hayal kırıklıkları, aldatılmışlıklar, aşağılanmalar, anlatamamalar, çaresizlikler. Hepsi.. Hepsi tek seferde silinip yok oluveriyor. Böyle bakınca kötü bir şey olmaktan ziyade bir tür kurtuluş seçeneği gibi bile gelebiliyor..



10 Ocak 2013 Perşembe

Parkta Yazılan Şiir..


bir insanın ötekini sevmesi
bu kadar zorken -içimizden geçen- bu çağda
ben kalktım seni sevdim bir anlamı olmalı
sen yokken ben hayallerinin boyu
şarap rezervine endeksli bir adamdım
vazgeçmişken içinden aşk geçen her şeyden
düşünüp geceler boyu kendimi hayatı allahı
işin içinden çıkamayıp kendimi parka atardım
kar yağdığı zamanlar kararıp kara kara
gece parkta kim olur? gece parkta kediler
köpekler ve bir baykuş (sahi onun ne derdi var?)
içli şarkılar söyleyip içsizlere yollardım
sonra kalktın sen geldin ben de kalktım seni sevdim
seni sevdim bu zamanda kolay mı böyle bir şey?
bir dolu boşluğun sıkıntının ve kabusun
tortusundan sıyrılıp tutunarak gölgene
kalktım ben seni sevdim bir anlamı olmalı..

Tesirsiz Parçalar 174-175..

174.

‎- Evlenelim o zaman.
- Olmaz.
- Neden?
- Çünkü henüz o noktaya gelmedik. Evet eskisi kadar iyi değiliz belki. Ama o kadar da değil. Evlenecek kadar kötü değil henüz işler. Gözlerinin içine baktığımda doğalgaz faturası, çocuk bezi, alış veriş listesi görmek istemiyorum henüz. Buna hazır değilim. Evlenmeyelim, çünkü ben seni hala seviyorum..

175.

Sen, bir sürü şeyin arasında fırsat buldukça beni düşünürsün; ben hep seni düşünürüm..
Sen, benimle birlikte çocukları, tabiatı, sokak köpeklerini falan seversin; ben bir tek seni severim..
Sen, eski türk filmlerine, trafik kazalarına, fakir öğrencilerine ağlarsın; ben yalnız sana ağlarım..
Sen, arkadaş sohbetlerinde, fotoğraf çekinmelerinde ve metruk meyhanelerde mütemadiyen gülersin; ben sadece seninle gülerim..
Sen, sıkıntı dağıtırsın; ben sıkıntı yaratırım..
Sen, seninle birlikte her şeye anlam katarsın; ben senin haricinde herkese öfke saçarım..
Sen, şiirlere layıksın, ben yazmalardan aciz..
Malumudur herkesin 
Sen güzelsin ben çirkin..

8 Ocak 2013 Salı

Emrah Serbes Hikayesine Hüzünlü Piç Adını Vermeseydi Bu Hikayenin Adı Hüzünlü Piç Olurdu..


- Seni seviyorum dedi mi sana?

- Demedi. Ama seviyor gibiydi. Bana öyle geliyordu yani. Tamam benim gibi sevmiyordu belki ama sevecekti. Beni sevmesi için gereken her şeyi yapıyordum. Tek istediğim umudumu kırmaması ve bana biraz güvenmesiydi.

- Öyle olur mu lan? Sevmek denilen şey böyle bir şey değil. Süs bitkisi gibi ışığı suyu sağlayınca yeşertip büyütemezsin onu. Sana karışık gibi görünen şey aslında çok basit. Birini seviyorsan seversin sevmiyorsan da sevmezsin. Bazen de ikisi birbirine karışır.

- Peki abi, sevip sevmediğini nasıl anlarsın?

- Bak o biraz karışık işte. Bir sevgilim vardı benim. Sürdü bir süre. Geçmiş zaman. Neyse bir hafta sonu beraberdik bununla. Gezdik, yedik, içtik falan. Sonra pazar akşamı trene bindirip uğurladım Ankara'ya. Trenden inince aradı hemen beni. Sanki az önce yanından ayrılmışım gibi değil de aylardır görüşmemişiz gibiydi. Bir ara peş peşe seni seviyorum dedi. Seni seviyorum seni seviyorum seni seviyorum... Çok hoşuma gitti elbet. Biraz daha konuşup kapattık.

- Ee, sonra?

- Salı günü ayrıldık, yine bir telefon konuşmasıyla. Eski sevgilisi aramış bunu, buluşmuşlar. Sonra aslında birbirlerini unutamadıklarını fark edip tekrar denemeye karar vermişler. Ne deniyorlarsa artık. Bozuldum tabi. Ağladım, yalvardım, tehdit, küfür kıyamet.. Ama faydası olmadı tabi.

- Yani yalan mı söylemiş? Sevmiyor muymuş seni?

- Bilmiyorum. Başta öyle zannettim tabi. Sonra zaman geçince şöyle düşünmeye başladım. Belki o ana kadar ve öncesinde gerçekten sevmiştir beni. Hatta belki insan aynı anda iki kişiyi bile sevebiliyordur. Yani belki yalan söylememiştir.

- Yani abi?

- Yanisi şu. Sen artık bir şey yapma. Bırak. Eğer seviyorsa seviyordur. Sevmiyorsa da sevmiyordur. Üzerine gitmenin, sıkıştırmanın hiçbir faydası olmaz. Bırak. Sevecekse seni, sever. Sevmeyecekse de ne yaparsan yap sevmez. O yüzden hezeyana kapılıp saçmalama.

- İyi de abi ben onu çok seviyorum.

- Biliyorum. Bakma inanmaz gibi durduğuna, bence o da biliyordur. Ama şunu unutma bu tek başına hiçbir işe yaramaz. Eğer birini seviyorsan ve o seni sevmiyorsa bundan çok güzel kaos çıkar. Bir sürü şiir, sağlam bir roman ve anlatacak bir sürü hikaye çıkar. Uykusuz geçen geceler, parklarda içilen şaraplar, yerli yersiz kıskançlık krizleri çıkar. Ama sevgine karşılık çıkar mı? O biraz zor işte..

4 Ocak 2013 Cuma

Tesirsiz Parçalar 169-173..



169.
Gürkan abi.. İyi değilim be abi ben. Dağılıyorum. Yok mu elinde şöyle ruh kırıklarını iyileştirecek bir ilaç? Gürkan abi, abim.. Bir ilaç versen bana, şöyle bir hafta uyutsa beni kesintisiz. Yatsam uzun uzun kalkmasam. Sonra bir uyansam her şey yoluna girmiş olsa. Niye bu kadar kolay kırılıyorum ben be abi? Niye benim anlaşılmam bu kadar zor? Gözümden bile sakındıklarıma sıkıntıdan başka bir şey veremiyorum. Bana azcık yaklaşan biri tek bir şeyle karşılaşıyor. Sıkıntı.. Ama ben artık böyle olsun istemiyorum abi. Düzeltemez miyiz bunu? Sen bilirsin be abi. Gürkan abim.. Nasıl yapalım?

170.
Bazen bir sese ihtiyaç duyarsın. Herhangi bir ses değil ama, tek bir ses. Ruhunun kulağını iyice kabartı, nefesini tutar ve o sesi beklersin. Ama her şeyden ses gelir, o ses gelmez. Çağrı merkezi operatörü, çaydanlık, duvar saati, su satıcısı, anne, çöp kamyonu, sindirim sistemi. Hatta süs bitkileri.. Her şey, sadece bir ses haline gelip hücum eder kulaklarına. Çıldıracak gibi olursun. Tek bir sese ihtiyacın vardır senin. Sadece o ses her şeyi yoluna koyacaktır. Başını ellerinin arasına alıp o sesi beklersin. Alnını duvara dayarsın. Kafandan ses gelir, duvardan ses gelir, o ses gelmez..


171.
‎'Her ölüm erkendir' demiş şair. Yanlış.. Ölüm de geç kalabiliyor bazen, bir türlü gelemiyor..


172.
İnsanlar ekseriyetle duymak istedikleri yalanları, duymak istemedikleri gerçeklere tercih ederler. Çok da güzel isimler koyarlar bu duruma. Anlaşmak.. Anlamak.. Anladım..

173.
Tanrı'nın ev sahipliği yaptığı büyük bir çıldırma partisinin zorunlu davetlileriyiz hepimiz. En akıllı halimizle partiye katılıp (doğup) yavaş yavaş deliriyoruz. Her geçen an biraz daha deliriyoruz. Birbirimizi delirtiyoruz. Selam verdiğimiz her insan deliliğimizin harcına biraz daha çimento katıyor. Partinin (ömrümüzün) sonuna doğru sadece iki şey kalıyor elimizde. Sıkıntı ve delilik..