Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

16 Şubat 2014 Pazar

DONDURMA MEVSİMİ

Aptal değildim. Söylediklerinin doğru olmadığını biliyordum (en azından bir kısmının). Ama umurumda bile değildi. Duyduklarım bir süre de olsa mutlu ediyordu beni. O söylemek istediklerini söylüyordu ben de duymak istediklerimi duyuyordum. Ve bu ikimize de iyi geliyordu. Belki bu esnada bir sürü doğru piç olup gidiyordu ama olsun. Doğru ne ki diyordum. Beş sene boyunca her sabah, hep bir ağızdan "doğruyum" diye bağırarak güne başlayan çocuk korosuyla büyüdüm ben. Küçüklerini sevmeyi yasa olarak kabul edip sonra küçüklerin götünün altına raptiye koyarak eğlenen bir neslin parçasıyım. Ne önemi var lan doğrunun, yalandan da olsa mutlu hissetmenin yanında?

Mevzuyu detaylandırıp lafı uzatmak istemiyorum. Birincisi, anlatacaklarım onu kızdırabilir; ikincisi, detaylar sizi hiç ilgilendirmez. Ama şu kadarını söyleyeyim bizim üzüntümüz onun artık yalan söylemekten vazgeçmesiyle başladı. Doğrular boynumuzu büktü çünkü. Oysa ben yıllarca oynayabilirdim başlarda oynadığımız oyunu. Ya da bilmiyorum belki de oynayamazdım, ama denerdim. Nafile.. Kağıtları dağıttı kader. Zarlar atıldı. Son taş çekildi ortadan ve kimse açamadı. Oyun pat'a kaldı..

Ne istediğimi soruyor sık sık. Ne istiyorsun diyor? Ne istiyorum? Bütün samimiyetimle söylüyorum bunu, sadece ve sadece iyi olmasını istiyorum. İyiyim diyerek geçiştirmesini değil ama. Gerçekten iyi olmasını istiyorum. Eğer böyle bir şey mümkün olsa, onun hep iyi olabilmesi için gerekirse sol elimi kesebilirim. Sikik bir mübalağa romantizmiyle söylemiyorum bunu. Gerçek bir satırı gerçek sağ elimle tutup gerçek sol bileğimin köküne tek seferde indirip kopan parçayı ayağımla tekmeleyebilirim eğer acıdan bayılmazsam. Bir keresinde, yoğun böbrek acısıyla kıvrandığım zamanların birinde, bana eğer böbreğim tamamen çürürse kendi böbreğinin birini hiç düşünmeden verebileceğini söylemişti. Verirdi de. Şimdi de verir. Senin için gözünü bile kırpmadan böbreğini verecek biri söz konusuysa elin lafı mı olur lan? Valla keser atarım n'olacak. Başka bir zamanda şey sormuştum ona. Demiştim ki, çok sıcak bir havada birer dondurma aldık ve yürüyoruz. Sonra birden benim ayağım takılıyor, sendeliyorum ve dondurmam yere düşüyor. O zaman kendi dondurmanı bana verir misin demiştim. Yine hiç düşünmeden veririm demişti. Ben de onu sevmeye karar vermiştim.

*Hiç dondurma yiyemedik beraber, ama ben onu hep çok sevdim..

8 Şubat 2014 Cumartesi

MUTSUZLUĞUMUN MÜSEBBİBİSİN BATMAN!


Rakı masasından aç kalktığımız gecelerden biri. Son tramvaya yaklaşık yarım saat var. Yürürken birbirimize bakıyoruz Caner'le..

"Mc Donalds'a girip Big Mac yiyelim mi?"

Çok canım istemiyor aslında. Ama diğer seçenek olan kokoreçi hiç istemediğimden peki diyorum gönülsüzce, yiyelim. Önündeyiz de zaten dükkanın. Giriyoruz..

Kasada sipariş verirken gözüm sağdaki camekanlı bölmeye kayıyor. Ve bingo!! Oradalar, görüyorum. Dört farklı Batman oyuncağı. Çocuk menüsüyle beraber verilenlerden. Görür görmez Big Mac'ten vazgeçip dört tane çocuk menüsü istiyorum. Saat onikiye geliyor. Dükkanda iki tane sarhoştan başka kimse yok ve sarhoşlardan biri dört tane çocuk menüsü istiyor! Haliyle kasadaki çocuk bir tuhaf bakıyor bize.

"Paket mi olacak abi?"
"Yok. Yerim ben burda, paket olmasın."

Dört hamburger,dört küçük patates, dört Ice Tea şeftali ve dört süper oyuncak.. Batman gözlüğü, Batmobil, Batman Motorsikleti ve elinde arbalet benzeri bir silah tutan Batman. Hızlıca önümdekileri yutup oyuncakları cebime sokuyorum ve çıkıyoruz dükkandan. Tramvay durağına doğru yürüyoruz. Caner yan yan bakıyor.

"Manyaksın sen oğlum!?"
"Abi çok güzeller ya."
"E parayla da satıyorlar onları. Tanesi dört lira. Niye dört tane hamburger yedin hayvan gibi?"
"Ne bileyim amına koyim. İçerde söyleseydin ya"

Yetişiyoruz son tramvaya. Hayli kalabalık. Ayaktayız. Önümüzde, annesinin kucağında oturan sevimli bir kız çocuğu var. Gözleri ağlamaktan şişmiş. Belli ki çok mutsuz. Öyle boş boş bakıyor sağa sola. İçimi eziyor onun o hali. Cebimden oyuncakları çıkarıp gösteriyorum. Elini uzatıyor gülümseyerek. Ve bende o an düşüyor jeton. "Laan, ne yapıyorum ben!?" Ama artık çok geç. Çocuğun eli havada. Allah belamı versin diyerek kendime, oyuncakların içinden reytingi en düşük olanı, gözlüğü uzatıyorum. Başını sallıyor iki yana. Batmobil'i verecek oluyorum. Iıhh. Oyuncakların en güzelini, elinde silah tutan Batman'i istiyor çakal. Ee bi bok yedim, gerisini getirmem gerekecek maalesef. Çaresiz, suratımdan düşen bin parçayla beraber veledin avuçlarına bırakıyorum, oynamaya doyamadığım sevgilimi! Caner pis pis gülüyor. Çocuğun annesi teşekkür ediyor. Ben dokunsan ağlayacak haldeyim. Gitti canım Batman..

İniyoruz tramvaydan. Caner evine gidiyor. Ben evime. Mutsuzum. Bildiğin mutsuzum. Ulan salak diyorum kendi kendime, sana ne lan elalemin çocuğundan. Ne bok yemeye gösterirsin oyuncakları. Al işte gitti mis gibi Batman!!

Kalan oyuncakları bilgisayar masasına koyup seyretmeye başlıyorum. Gözlük, motosiklet, Batmobil.. Zerre kadar oynamak gelmiyor içimden. Ben eli silahlı Batman'i istiyorum!

Zaman geçiyor biraz. Mutsuzluğum geçmiyor. İnternetten en yakın Mc Donalds'ın telefonunu bulup arıyorum. Saat ikiye kadar servis yapıyorlarmış. Saate bakıyorum. Bir buçuk. Ohh diyorum. Bir tane söylersem ayıp olacak şimdi; sadece oyuncak için de gelmezler bizim eve kadar. Üç diyorum birden, üç makul bir sayı gibi geliyor. Üç çocuk menüsü isteyip, oyuncakları da güzel güzel tarif edip beklemeye başlıyorum..

Yarım saat sonra geliyor emanetler. Parayı ödeyip paketle beraber geçiyorum odama. Yiyecekler umurumda değil. Hemen oyuncaklara saldırıyorum. Batmobil. Motorsiklet. Gözlük.. Batman yok! Nasıl olur lan? Hemen telefonu alıyorum elime. Arıyorum Bağlar Mc Donalds'ı. Oyuncağım nerde lan diyorum. "Ondan kalmamış abi" diyor eleman. "Farketmez diye düşünüp olanlardan gönderdim." Allah belanızı versin diye bağırıp fırlatıyorum telefonu!

Dört hamburger yedim. Dört patates, dört Ice Tea. Üçer tane de önümde var. Kusmak üzereyim. Ve mutsuzum. Hayvan gibi mutsuzum..

Tesirsiz Parçalar 252-254..

252.
"Ne kadar geç uyursam yarın o kadar geç kalkarım" temennisindeki gizli çaresizliği bulunuz..

253.
Soru : Katıldığınız ya da destek olduğunuz bir sosyal sorumluluk projesi var mı?
Cevap : Valla ben sosyal sorumluluk gereği mecbur kalmadıkça evden dışarı çıkmamaya çalışıyorum. İnsanlara da aynısını tavsiye ediyorum. Bence bütün sosyal problemler gereğinden fazla dışarda kalmaktan kaynaklanıyor. İş dışında herkes evinde otursa mis gibi olur ülke..

254.
Ara sıra herkesten kaçıp gittiğim köhne bir meyhane var. Adı Halit Baba. Orada yetmişli yaşlarda bir amcayla tanışmıştım. Tam otuz yıldır hiç ara vermeden her akşam içiyormuş. Öncesindeyse ağzına bile sürmemiş hiç. Laf lafı açtı sordum, amca ne oldu da içmeye başladın diye. Tam otuz yıl önce karısı bunu bırakıp başka bir adamla kaçmış. Amca da o gün bir ufak rakı alıp içmeye başlamış, sonra da hiç bırakmamış. Çok mu seviyordun amca dedim. Yok be evlat dedi, siktir olup gitmiş kadının nesini seveceğim. Ee dedim o zaman, niye böyle oldu? Çok alışmıştım evlat dedi, öyle gidiverince o ev bomboş kaldı..
Gerisini getirmedi amca, ama ben tahmin ettim. Amca o kadar alışmıştı ki alışmış olmaya, birdenbire yapayalnız kalınca ne yapacağını bilememiş muhtemelen. Ve yeni bir insana alışıp tekrar aynı şeyi yaşamaktan da korktuğu için başka bir alışkanlık yaratmış kendine. Kendisini hiç terk etmeyecek bir alışkanlık. En azından parası olduğu sürece kendisini hiç terk etmeyecek bir alışkanlık..

2 Şubat 2014 Pazar

BAŞARISIZ BİR PROJE

Ben nerenin yanlışıyım hangi sokağın çıkmazı
Ağaramayan gün gibi gecenin körüne tutsak
İçlerden uzak bir sızı evlerden ırak bir kasvet
Mataramda bir içim su, ben nerenin arsızıyım?
Tanrım iki yanımda üç boyutlu duvarlar var
Rica etsem yıksan onları bak hareket edemiyorum
Kimin günahıyım ben kimin dilinin ucundaki küfür
İttifakla ihtilaf vesilesiyim neredeysem ve kiminleysem
Ve neredeyse vazgeçecek gibiyim söylüyorum bak sen bilirsin.
Kime biraz fazla yaklaşsam delirdiğini görür gibiyim
Mitolojilerden hikaye bakıyorum kendime trajediler beğeniyorum
Histerik kahkahalar atıyorum sümükten şelalelerle
Biliyorsun değil mi Tanrım çok iyi biliyorsun
İkimizde biliyoruz birbirimizi kandırmayalım
Ben aslında annemin, babamın ve senin
Müşterek ve başarısız projesiyim..

1 Şubat 2014 Cumartesi

Tesirsiz Parçalar 249-251..

249.

Ara sıra kesilen, zaman zaman da şiddetini artıran rüzgar, içi gibiydi adamın. Lise'deyken Lodos, Karayel, Keşişleme gibi türleri olduğunu öğrenmiş; ne bok yiyeceğini bilemeyen rüzgar diye bir türü ise hiç duymamıştı..
"Bir kuş olsam kanatlarımı hiç çırpmadan ona doğru süzülürdüm" diye geçirdi içinden. "Kavak poleni olsam savrulurdum ona doğru. Hiç değil, içi boş bir poşet olsam, karasız rüzgarın her esintisinde ona biraz daha yaklaşırdım." Mırıldandı sonra, "polen yada poşet olamadığı için bile üzülebiliyormuş insan.."
Gülümsedi sonra, ucuz kitaplarda yazılan türden 'acı acı' gülümsedi. Sonra birasından büyük bir yudum alıp aşağıya baktı. Bulunduğu balkonun altından güneye ve kuzeye doğru hızlı hızlı yürüyen insanları gördü. Herkes bir yere doğru gidiyordu kararlı adımlarla. Herkesin işi vardı sanki ve sanki herkes bir yerlere yetişmenin telaşına düşmüştü. Bir süre daha boş boş baktı adam, sonra birasından daha da büyük bir yudum çekip, "bir tek ben ve rüzgar" dedi. Bir tek ben ve rüzgar varız, nereye gideceğimizi bilmeyen!"

250.
..
Ve bende ciddi bir ciddiyet problemi var sanırım. Çocukluğumdan beri asık suratımın altında çiftleşen bir kaç çift tilki saklıydı hep. Lüzumsuz tevazu kıytırıklığına girmek istemem, bir gün herhangi bir şeyi ciddiye alırsam muhakkak üstesinden gelirim diye düşünüyorum. Ama ne zaman bir şeyi birazcık ciddiye almaya kalksam, sikindirik bir gülme geliyor bana, kendimi tutamıyorum. Ömrü hayatımda yaptığım en ciddi iş bir kadını deli gibi sevmek oldu, o da bir melekmiş, ben nereden bileyim. Oturdum ciddi ciddi sevdim onu, yüzüne hasret ölüp gideceğim muhtemelen.. Velhasıl bir gün yazmayı ciddiye alırsam tek satır bile yazmam, öğretmenliği ciddiye aldığım gün istifa ederim, hayatı ciddiye alırsam da kafama sıkarım!

Ey ehl-i müneccid, ehl-i demkeş, ehl-i zar ve ehl-i jack daniels ve ehl-i devrim ve ehl-i ukala.. Kulak verin sözlerime, bir kere söyleyeceğim. Her neyi ciddiye alıyorsanız bilin ki ondandır kahr-u belanız.. O yüzden meşhur ve meşum sokak filozofu Recep Usta'nın dediği gibi yapınız. Siktir ediniz!!

251.

Doksanların sonu. Şeker fabrikasının öğrenci yurdunda kalıyorum. Yeni gelen çömezlere eşek şakası yapılan saçma sapan zamanlar işte. Gecenin üçü, bir gurup çömez koridora toplanmış, sırayla şarkı söylemeleri isteniyor. Mevzu hayli sevimsiz esasında ama yurdun en kıdemlilerinden olduğum için çocukların oyunu bozmak da istemiyorum. Uzaktan göz ucuyla bakıyorum, biraz da can sıkıntısından oradayım. Abuk sabuk şarkılar söyleyen bir kaç korkmuş çocuktan sonra önce sesi duyuyorum. Uzun saçlı, iki üç küpesi, burnunda piercing'i olan bir çömez. Bu şarkıyı bi söylüyor aga, bi söylüyor (Cengiz Kurtoğlu-Demek Gidiyorsun). Bitiminde ben meydana çıkıp kükrüyorum, bu çocuğa dokunanın amına korum lan diyerek.. Adamım Bora, nerde n'apıyor la şimdi acaba?