Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

29 Mayıs 2011 Pazar

CV..

Bir şey yapmadan önce durup düşünmeyi öğrenmedim. Aklıma ne gelirse yaptım, peşinden ne bok yedim lan ben dedim bu yaşıma kadar. Öfkemi kontrol edemiyorum. En büyük hobim etrafımdakileri kırıp dökmek. İnsan sevmiyorum ( bebekler hariç ) İnsanların toplu halde duyarlılık gösterdiği şeyler ( sokak çocukları, sokak köpekleri, sokak lambaları v.s) zerrece umurumda değil. Çoğu zaman çaktırmasam da canım hep sıkkındır. İleri derecede ukala olduğum da beni tanıyan herkesin ortak kanaatidir. Buna bir de patavatsızlığı eklemek gerekir. En son söylenmesi gereken şeyleri kafadan söyleyip konu her neyse rezil etmeye bayılırım. Kimsenin sevmediği yazarları sever kimsenin dinlemediği şarkıları dinlerim. En çok eğlendiğim zamanlar oyuncaklarımla oynadığım zamanlardır. Günde en az bir 'ciddi saçma sapanlık' yapmazsam rahat edemem. Herhangi bir şey olabilir bu, ama mutlaka en az bir tane ağır saçmalığım olur her gün. Yüzüm hep asıktır. Hatta ayna karşısına geçip farklı tekniklerle yüz asma denemeleri yapmışlığım bile vardır. Senede en az iki kere depresyona girerim. Elimden neredeyse hiçbir iş gelmez, el becerisi gerektiren akla gelebilecek her işte çuvallama şampiyonu olabilirim. Becerebildiğim hatta becerebilmek bir yana idare edebildiğim tek bir spor dalı bile yoktur ( Hatırlayabildiğim en büyük başarım: ilkokuldayken top sektirme yarışması gibi bir şey yapıyorduk dört arkadaş. Onbeş ya da onaltı kere sektirmiştim, hala zaman zaman o anı düşünüp hayaller kurup gülümserim.) İnsanları küstürerek koşarak etrafımdan uzaklaşmalarını sağlamak konusunda muazzam yetenekliyim. Bildiğim en zayıf iradeli insan ben olabilirim. Hemen hemen hergün sigarayı bırakmak konusunda sözler veririm kendime, ama uyku hariç maksimum iki saat ara vermişimdir. Üç yaşından beri düzenli olarak küfrederim. Elimden tesbihim hiç düşmez. Mutluluktan da hiç hazetmem, mutlu gibi olduğum zamanlar muhakkak üzülecek bir şeyler bulur, bulamazsam da hemen o an yaratırım. Bunlar bir çırpıda aklıma gelenler birazcık düşünürsem eğer yüzlerce şey daha ilave edilebilir..

28 Mayıs 2011 Cumartesi

Anti-emperyalist Aşk Şiiri..

Varlığında ben
Karayiplerde korsanım
kılıcımı sana balık tutmak için kullanıyorum
müsade et ellerimle besleyeyim seni
ellerim temiz
ellerim eve ekmek götüren işçi eli..

Varlığında ben
Hüseyin'in matarasıyım
Kerbela'nın sıcağına inat
son nefesinde içtiği buz gibi
son damla suyum..

Varlığında ben
emperyalizme direnen bir devrimciyim
bütün tersaneleri işgal edilse de yurdumun
iki kişilik bir sal yapıp kuytuda
okyanus okyanus dolaşıp
illegal bildiriler dağıtabilirim..

Varlığında ben
gıyabında sevmekten kurtulup seni
gözlerinin içine bakıp
Seni seviyorum diyebilirim..

27 Mayıs 2011 Cuma

Tesirsiz Parçalar 43..

43.

Babalarımız, öğretmenlerimiz ve sevgililerimiz istedikleri gibi olmamız için çekiştirip durdular bizi ve hepsinin istediği de başka türlü adamlar olduğu için gerçekte nasıl olmamız gerektiğini bir türlü anlayamadık. Onların projeleriydik sanki ve 'başarısız hayat projesi' olup çıktık sonunda. 'Kötü yaşanmış hayat garibesi..' Babalarımız kendileri gibi sert erkekler görmek istedi karşılarında, öğretmenlerimiz ise sertliklerimizi törpüleyip diğer koyunlara benzememizi sağlamak için ellerinden geleni yaptı. Onlar etraflarında uslu çocuklar görmek istiyorlardı ve uslu olmayanları zorla uslandırma yoluna gittiler. Kadınlar ise.. Her biri nasıl bir adam yarattıysa kafasında ona uydurmaya çalıştı bizi. Umutsuzca uğraştık aslında onların hayallerindeki adam olabilmek için, olmadı. Komik kopyalar olmaktan öteye geçemedik. İyi niyetliydik ama iyi niyet beceriksizliğimizi ortadan kaldıramıyordu. Bizden bir halt olmayacağını anladıklarında fazla oyalanmadan çekip gittiler. Galiba asıl sorun da bundan sonra başladı. Çünkü onlardan geriye yarım bir iyi niyet ve hayal kırıklığı enkazı kalıyordu her seferinde. Eski bizden kurtulup onların istediği biz olma yolunun tam ortasında bir başımıza kalıveriyorduk. Geri gidip eski kendimize dönemezdik. İleri doğru tek bir adım atmamız da imkansızdı artık. Gücümüz yoktu. Bir tür ruh arafında asılı kaldı içimiz. Birer bilinçsiz uydu misali bulunduğumuz yerde kıpırdamadan, yanımızdan geçecek ve mutlak bir itaatle yörüngesine gireceğimiz yeni gezegenler beklemekten başka seçeneğimiz de kalmamıştı. Daha çocukken köleliğe ve itaate koşullandırılan bizden, başka bir şey de beklenemezdi zaten..

26 Mayıs 2011 Perşembe

Tesirsiz Parçalar 42..

42.
Her insan bazen kendini çok özel hisseder, dünyanın odağındadır adeta, merkez odur. Her şeyin kendi etrafında döndüğünü, o olmadan hiçbir şeyin anlamlı olamayacağını falan zanneder.. Dünyanın hakimi olmuştur artık. Ve bunu insanlarla paylaşmak ister. Telefona uzanır, ama anlatabilecek kimsesi olmadığını görür. Dünyanın merkezidir o, ama bunu paylaşabileceği kimsesi yoktur.. Sonra ayakları yere basmaya başlar. Bulutlardan inmiştir artık. Yatağına kapanır. Büzülür, büzülür, büzülür.. Küçücük bir nokta haline gelene kadar yaklaştırır diz kapaklarını kafasına. Sonra biraz ağlar. Daha sonra da bunun ne kadar saçma olduğunu fark eder. Sonra konuşur. Kendi kendine konuşur boş boş.. Sonra.. Bundan sonrası yoktur. Hayatın tam da orasına takılıp kalır bazen insan..

25 Mayıs 2011 Çarşamba

Tesirsiz Parçalar 41..

41.

Canımız çok sıkılıyor. Felaket sıkılıyor.. Eğlenirken, kitap okurken, günlük hayatın bokluklarıyla uğraşırken bir taraftan da sıkılmayı hiç ihmal etmiyoruz. Bizim kuşağın tanımlayıcı özelliği bu olsa gerek. Çok güzel canımız sıkılıyor. Biraz dağılacak gibi olduğunda sıkıntımız, kendimize imkansız aşklar yaratıp, bayılana kadar içip, etrafımızdaki her şeyi kırıp dökerek daha da arttırıyoruz.. Bizim en büyük sermayemiz, can sıkıntımız. Hayıflandığımız bir şey yok, geçip giden güzel günleri iç çekerek anımsadığımız da yok. Galiba güzel günler diye bir şey bile yok. Kaldırımların bir halt bildiği yok, hiçbir devirde muhteşem falan olamadık. Olmayan şeyleri anlatıp, olmayan eski kendimizle gururlanıp tanıdık masallarla soslayarak boktan hayatlarımızı, kendimizi ve başkalarını kandırmak konusunda çok marifetliyiz sadece hepsi bu..

22 Mayıs 2011 Pazar

Tesirsiz Parçalar 40..

40.

David Foster Wallace okuyunca yalnız olmadığımı anladım. Her ne kadar ilaçlarla üstesinden gelemediği süregelen depresyonun sonucunda intihar etmiş olsa da, büyük laflar edip gitmiş gittiği yere..
" Tamam, peki, evet, ama dur biraz tamam mı? Beni anlaman gerek. Tamam mı? Bak. Huysuz olduğumu biliyorum. Bazen biraz içe kapanık olduğumu da biliyorum. Benimle beraber olmanın kolay olmadığını biliyorum tamam mı? Tamam mı? Ama ne zaman huysuz olsam, içe kapanık olsam, benim seni terk ettiğimi ya da sepetlemeye hazırlandığımı düşünüyorsun. Dayanamıyorum buna. Sürekli korkman yoruyor beni. Hangi ruh hali içinde olursam olayım saklamam gerekliymiş gibi geliyor, çünkü sen hemen seninle ilgili olduğunu ve seni sepetleyip terk etmeye hazırlandığımı düşünüyorsun. Bana güvenmiyorsun. Güvenmiyorsun. Yaşadıklarımıza bakarak bana kayıtsız şartsız güvenmen gerektiğini falan söylemiyorum. Ama sen de hiç güvenmiyorsun bana. Ne yaparsam yapayım bana karşı güvenin sıfır. Değil mi? Seni terk etmeyeceğime söz veriyorum dedim ve sen de bu beraberliği uzun soluklu gördüğüme inandığını söyledin, ama inanmadın. Değil mi? Bunu olsun kabul et, edebilir misin? Bana güvenmiyorsun. Hep kaygan zemindeyim. Görmüyor musun? İkide bir sana güven vermekle uğraşamam ki."
Parmenides haklı galiba. Akış yok.. Hareket yok.. Değişim yok.. Dönüşüm yok.. Her şey tek ve bütün ve sabit ve sonsuz.. Diyalektiğin canı cehenneme. Hem Kadıköylü şairin dediği gibi.. "Ölümün olduğu yerde daha ciddi ne olabilir?"

20 Mayıs 2011 Cuma

Tesirsiz Parçalar 39..

39.
Ben ona biriktirdiğim her şeyi sundum. Zamanı, kitaplardan süzdüklerimi, yazabildiğim ve yazabileceğim her şeyi. O ise günlük hayatın sıradan beklentilerine o kadar alıştırmıştı ki kendini, başka türlü bir sevme şekline ihtimal bile vermiyordu. Olmadı, olamazdı da. Benim yanımda uçmak için can atan bir kedi yavrusu gibi takıldı bir süre, uçabilmek için gereken arzu ve iyi niyete de sahipti aslında. Ama, kanatları yoktu..

14 Mayıs 2011 Cumartesi

Gecikmiş Bir Anneler Günü İtirafı..

16 yaşındaydım. Babamı uğurlayana kadar da ne olup bittiğinin tam olarak farkında değildim. Okul ve yurt kaydı işlemleri bittikten sonra babamla valizlerimi odaya çıkarıp çıktık. Babam memlekete geri dönecek ben burada kalacaktım. O, otobüse bindikten sonra aklım başıma geldi. Artık gerçekten yapayalnızdım. Koskoca bir şehirde 16 yaşında tek başıma kalmıştım. O ana kadar aklıma gelmemişti ama otobüs hareket ettikten ve babamın görüntüsü silikleşmeye başladıktan sonra evimi ve annemi çok özlediğimi farkettim. Kardeşlerim ve babam da vardı tabi, ama ev demek olan annemi ve annem demek olan evimi başka türlü özlüyordum işte. Babamı geçirdikten sonra yurda döndüm. Tanımadığım bir sürü insanın arasında aptal serçeler gibi dolaştıktan sonra erkenden kendimi yatağa attım. Ve yanlış hatırlamıyorsam - ki böyle bir şey yanlış hatırlanmaz- sızana kadar da ağladım..
Ertesi sabah okula gittim, sonra akşam yurda döndüm. Sonra tekrar okul ve peşinden yurt.. Bir hafta boyunca başka hiçbir şey yapmadım, çarşıya bile çıkmadım. Aklımda haftayı bitirip eve gitmekten başka hiçbir şey yoktu. Kelimenin tam anlamıyla gün, hatta saat sayıyordum..
Otobüsten inip eve doğru yürümeye başladığımda yüzüm de gülmeye başlamıştı. Sabah ezanı okunuyordu bir taraftan, benimse feci halde ıslık çalasım vardı. Tuttum tabi kendimi ne olur ne olmaz..
Eve gelip kapıyı anahtarımla açtım ve olabildiğince gürültü yapmamaya çalıştım. Tahmin ettiğim gibi herkes uykudaydı. Parmak uçlarımda yürüyerek odama doğru yollandım ve ve kapıyı açıp yatağıma doğru yöneldiğimde birden durdum. Ben neredeydim? Yatağımda ( artık eski yatağım)Yasin yatıyordu. Ben evden ayrılınca odam onun olmuştu anlaşılan. Kitaplığım da ortalarda yoktu. Yatağımın üstünde beş yıldır gözümü açar açmaz baktığım ve güne muhteşem başlamamı sağlayan Beşiktaşın efsanevi 89-90 sezonu posteri de yoktu yerinde. Ondan kalan boşluğu saçma sapan bir duvar takvimi doldurmaya çalışmıştı. Nefesimi tutarak usulca çıktım odadan. Elimde bavulum bir süre kapının ağzında bekledikten sonra umutla küçük odaya doğru yöneldim. Belki dedim içimden, belki eşyalarımı oraya taşımışlardır. Şimdi düşünüyorum da ne kadar aptalca.. Oraya da Veysel yerleşmişti çoktan ve eşyalarımdan eser yoktu. O an anladım, benim eşyalarım yoktu artık. Artık benim evim değildi orası, ara sıra gelen ve geldiğinde misafir muamelesi görecek olan biri oluvermiştim bir hafta içinde..
Yorulmuştum. Salondaki çekyata iliştim. Oturmadım, iliştim, ucuna ve usulcana.. On dakikadır evin içinde dolaşmama rağmen kimseler uyanmamıştı. Oracıkta durumumu gözden geçirdim tekrar. Evet bitmişti. Benim evim değildi artık burası, tam olarak yabancı sayılmazdım doğru, ama artık bensiz bir düzen kurulmuştu bu evde. Geldiğim sessizlikle evden çıktım Otogara gidip ilk otobüse atladım ve aynı hafta ikinci kez ağlamaya başladım. İnene kadar kesintisiz ağladım diyebilirim. Ve bu esnada karar verdim. Madem onlar beni gözden çıkarmışlardı, ben de onları unutacaktım. Bu satırları okuyan birileri varsa ne kadar geri zekalı olduğumu düşünebilirler. Düşünsünler. Ama şunu da unutmasınlar, 16 yaşındaydım ve annemi çok seviyordum. O ise bir hafta içinde kalan evlatlarıyla bensiz bir düzen kuruvermişti..
Aylarca eve gitmedim. Cep telefonu da yoktu o zamanlar. Ayda bir kaç kez bir kaç dakika konuşmak dışında temas bile kurmadım evdekilerle. Aklım sıra intikam alıyordum. Üçüncü ayın sonunda babam geldi yurda. Konuştu, 'niye hiç gelmiyorsun eve' dedi. 'Niye böyle yapıyorsun, bak annen çok üzülüyor.' Yuvarlak laflarla geçiştirdim. İçimden oh olsun benzeri şeyler geçti. Üzülürse üzülsün bana ne.. Ben az mı üzülmüştüm? Gitmeyecektim işte oraya bir daha hem orası benim evim değildi ki artık..
Babam konuştu ben dinledim. Sonra birlikte yemek yedik ve ayrıldık. Ayrılırken babam ne kelimelerin sıralanışını ne de vurgusunu ölene kadar unutamayacağım o lafı edip otobüse bindi. ' Yapma böyle. Üzme anneni. Yakında bir kardeşin daha olacak !!!!!'
Mal gibi kaldım. Bir şey söylemek bir yana ne düşünüp ne hissedeceğimi bile bilemedim. 16 yaşındaydım ve bir kardeşim olacaktı. Küçük kardeş.. Biraz daha kassam benim çocuğum olabilecek yaşta bir kardeş.. Artık benim olmayan evde, artık annem diyemediğm annemin bir bebeği olacakmış..
Öfkem başka her hissi örttü. İyice bilendim anneme. Beni yüz üstü bırakmakla kalmamış bir de bebek yapmaya kalkmıştı. Neredeyse hiç konuşmadım onunla ve aylarca eve gitmemeyi sürdürdüm. Şimdi hiçbir anlamı olmayan bir sürü şeyle oyalanıp evi ve annemi aklıma getirmemek için uğraşıp durdum. Çok fena solcu oldum mesela, peşinden aşık oldum, boktan bir öğrenci oldum. Uzaklarda, eski evimde annemin gözlerinin hep yaşlı olduğunu biliyor ve bundan sinsi bir haz alıyordum. - Hayır hayır almıyordum, alıyormuş gibi yapıyordum, kendimi kandırıyordum.. Ben annemi çok özlüyordum..-
Saçma sapan ve her akşama benzeyen bir kış akşamı Yasin aradı. 'Ali' dedi 'Kardeşimiz oldu' ' Ne ' dedim 'kız' dedi. Gülşah koymuşlar adını. Başka şeyler de konuşmuş olmalıyız ama hiçbirini hatırlamıyorum. O konuşmayla ilgili aklımda kalan tek şey.. Bir kız bebek.. Gülşah..
Yaklaşık bir ay hergün kendimle kavga ettim. İçimden koşarak evet gitmek, bebeği koklamak, anneme sarılıp affet diye yalvarmak dışında bir şey geçmedi. Ama ergen gururu bir adım öndeydi hep. Tabi bir yere kadar..
Tesadüf işte. İlk sefer çıktığım saatte çıktım yola. Kimseye haber vermedim. Mola yerinde hediye alayım dedim. Ama bilemedim ki bir aylık bebeğe ne alınır? Oyuncak ayı aldım çaresiz ( hala durur o oyuncak ayı, ama hikayesini kimse bilmez) İndim ve yürümeye başladım. Ezan okunmuyordu bu kez ama benim hiç ıslık çalasım yoktu. Kapıyı açtım, çantamı ( valiz değil küçük bir çanta vardı bu kez yanımda ) kapının ağzına bıraktım. Dersimi almıştım tabi. Doğrudan salona yöneldim. Çekyata kendimi bırakmak üzereyken sesi duydum. Ses.. Ağlama değil, konuşma hiç değil. Dünyadaki hiçbir sese benzemeyen ve dünyadaki bütün seslerden daha güzel olan o ses.. Annemlerin odasından geliyordu. Sese doğru yürüdüm. Annemlerin yatağının yanında bir beşik vardı . Ve beşikte gözleri kocaman açık bir bebek. Annem ve babam uyuyordu. Normalde bir aylık bebekler o saatte uyanırlarsa eğer ağlarlardı. Ama o ağlamıyordu. Hatta gülüyordu bana kalırsa. Başında dikildim nefes bile almadan. Ne yapacağımı bilemedim. Sonra yavaşça uzanıp yatağından kaldırdım. Hala gülümsüyordu ve hiç sesini çıkarmadı. Göğsüme sıkıca bastırıp odadan çıkıp salona gittim. Çekyata oturup kucağıma yerleştirdim bebeği. Önce burnumu, sonra kulağımı okşadı gülerek. Çok ağladım yine, ama onu ürkütmemek için hiç çaktırmadım. 'Gülşah' diye fısıldadım kulağına. 'Gülşah, ben geldim. Abinn'
Uyuyakaldı bir süre sonra. Beşiğine bıraktım. Annem hala uyuyordu, öyle öpesim geldi ki onu, nasıl tuttum kendimi hala şaşarım..
Dönüp çekyata uzandım. Sızmışım. Uyandığımda üzerimde battaniye vardı. Doğruldum, annem ayak ucumda oturuyordu ve gözleri kıpkırmızıydı. 'Hoşgeldin' dedi. 'Hoşbuldum' dedim. Nasıl tuttuk birbirimizi bilmiyorum ama sarılmadık. ' Aç mısın?' dedi. ' Açım anne' dedim. Kahvaltı hazırladı bana. Hiçbir şey sormadı. Kızmadı, ağlamadı, sitem etmedi. Bunlardan herhangi birini yapsa vicdan azabım azalırdı belki. Yapmadı. Ama ben gördüm. Saçları bembeyazdı annemin. Annem, benim annem, dünyanın en güzel kadını olan annem iki görüşümün arasında benim yüzümden yaşlanmıştı. Kahırdan ölünmüyormuş o an anladım, öyle olsa oracıkta ölüverirdim.. Son yedi ay hiç yaşanmamış gibi davrandı annem bana, bu ne demektir hiçbiriniz anlayamazsınız..
Bugün Gülşah 16 yaşında...
O günden bu güne bir sürü saçma sapanlık yaptım elbet. Ama o sabah gözlerimi açtığımda kıpkırmızı olmuş gözlerini ve bembeyaz olmuş saçlarını hiç aklımdan çıkarmadım. Biliyorum, daha oracıkta affetmişti annem beni. Ama ben kendimi hiçbir zaman affetmedim..

13 Mayıs 2011 Cuma

Boncuk..

Gitmek istiyorum derken dudakları titriyordu. Dudakları, intihar tereddütü yaşayan onuncu kez yakalanmış asker kaçağıydı. Son kez uzattığı eli ter içindeydi. Avuçları, saunaya kilitlenmiş mülteci penguen yavrusu kadar ürkekti. Hoşça kal derken benim olmadığım her yere değdi gözleri. Gözleri, fetiş eşyalar satan mağazada aranıp da bulunamayan her şeydi. Dükkanı mühürlenmiş genelev patroniçesi tedirginliğiydi yüzünün tamamında gördüğüm. Gözbebekleri bile titriyordu. Belli ki zorluk çıkaracağımdan korkuyordu. Onca çok uzun bence çok kısa bir sessizlikten sonra 'tamam' dedim. 'Tamam git, ama Boncuk bende kalacak.' Boncuk birlikte aldığımız ilk 'içinden oyuncak çıkan yumurta'nın içinden çıkan oyuncaktı. Herhangi bir boncuğa falan benzediği yoktu, herhangi bir boka benzediği de yoktu aslında. Ama sevimliydi işte. Koca kafalı bir dinozor tarafından tecavüze uğradıktan sonra istemeden hamile kalmış bir koalanın yavrusunu andırsa da, sevimliydi. Ve ilkti.. Görür görmez kutsamıştım kendisini. Oracıkta karar verdik. Sırayla yanımızda taşıyacaktık onu ve ne olursa olsun yanımızdan ayırmayacaktık. İlk gün bende kalacaktı, sonraki görüşmemizde ona verecektim ertesi görüşmemizde o bana verecekti ve bu döngü biz görüşmeye devam ettikçe devam edip gidecekti. Etti de. O güne kadar..

'Boncuk bende kalacak' dedim.Başka hiçbir şartım yoktu. Hafifçe gülümsedi, problem çıkarmamış olmam onu rahatlatmış gibiydi. Ben tamam dediğimde benden başka hiç kimsenin farketmeyeceği bir müstehzilikle gülümsedi. 'Olur' dedi. 'Senin olsun.' Çantasından çıkardı, alelacele avuçlarıma bıraktı ve bir kaç aptal veda cümlesi mırıldanarak çekip gitti..

O an anladım ki Boncuk onun umurunda bile değildi. Galiba ben de değildim. Avucumda gayrı meşru dinozor yavrusu tek başıma oturdum bir süre. Bayılana kadar ağlamak, peşinden koşup ağzını burnunu kırmak, önüme ilk çıkan meyhaneye kendimi kapatıp anason götümden fışkırana kadar rakı içmek ve hiçbir şey yapmamak arasında gidip geldi bir süre zavallı aklım. Hiçbirini yapmadım. Hesabı ödeyip usulca kalktım. Önüme ilk çıkan bakkala girip bir tane 'içinden oyuncak çıkan yumurta' aldım. Ertesi gün bir tane daha, sonra bir tane daha, sonra bir...

750 tane oyuncağım var benim. Ama hala en çok sevdiğim ve hiç yanımdan ayırmadığım o ilk oyuncak. Ne zaman kendimi ve zekamı birazcık önemsediğimi farketsem, elim hemen cebime gider. Sakin sakin Boncuğu okşarım dışarı çıkarmadan. O an yüzümde salakça bir gülümseme belirir. 'Salaksın lan' derim kendi kendime 'malın önde gidenisin, sakın kendini bir bok zannetmeye kalkma..'

12 Mayıs 2011 Perşembe

Müteveffa Şiir..

Ben bir kere ölmüştüm ve sen yanımda yoktun
bir kere ben sen yanımda yoksun diye ölmüştüm
artık yanımda olmaman sadece lüks eksikliği
kedi değilim tek canım var ben o zaman ölmüştüm

Ben o zaman ölmüştüm sen şimdi duyuyorsun
konuştuğun bir ceset, aklını mı kaybettin
tüketim çılgınısın sen tükkettin mi dönmemelisin
bir ölüyü problem çıkarmaya zorluyorsun

Ölmüştüm ben kafanı çevirseydin görürdün
ama olsun sana sırt çevirmek de yakışıyor
hadi canım oyalanma al voltanı yavaştan
saçların cenaze levazımatçısı gibi kokuyor..

10 Mayıs 2011 Salı

İstanbul Seninle Tamam..

Sen şimdi ordasın diye nasıl güzeldir İstanbul
Artık eksiği kalmadı, seninle güzeldir İstanbul
Canımın içi, boğaza baktıysan hele,
dünya gözüyle buluştuysa Haliç'le gözlerin
Nasıl da tamamlanmıştır ikinizin de mavisi

Ellerin şifa dağıtır dokundukça,
Pera'nın yosunlu duvarlarına.
Galata kulesinin restorasyonu tamamlanır.
İhmal etme yedi tepenin hiçbirini.
Kutsasın varlığın teker teker her birini
Anlamını yitirmiş her semt seninle anlamlanır
Sen şimdi İstanbul'dasın ya
Kız Kulesinin kız kardeşi.
Artık başka her yer gurbettir

Sakın dönme, orada kal İstanbul seninle güzel
Bana artık usulca yanına sokulmak yakışır..

Tesirsiz Parçalar 37-38..

37.
Birer kahve içelim mi dedi. Olmaz dedim, çay içelim. Kahve içmek sıkıntılı iş, bin çeşit kahve var. Çoğunun ismini telaffuz etmekte bile zorlanırım. Sonra nerede içeceksin? Şöyle afili bir mekana gitmek gerekir. Çay öyle mi ama? Çay çaydır işte (tabi sütlü-buzlu çay v.s saçmalıklarını saymazsak eğer) çay sadece çaydır. Ve belki de bu yüzden çok güzeldir. Uzun boylu düşünmeye zorlamaz insanı. En fazla açık ya da demli içme opsiyonun vardır. Çay iyidir, beraberinde buğulu bir samimiyet getirir..


38.
Depresyon belirtileri gösterdiğimde çevremdeki insanların bana sundukları kurtuluş reçeteleri;
Annem : İki rekat namaz kıl da yüreğin ferahlasın.
Babam : (Gıyabımda) Evlendiremedik gitti bu herifi olacağı bu işte, iyice tohuma kaçtı hıyar !
Murat : Siktiret hacı ya takma kafana hiçbir şeyi.
Berkant : O değil de n'olur bu akşam Liverpool maçı?
Kardeşim : Oğlum rapor al üç beş gün git dolaş bir yerlerde. Paran var pulun var mal oturuyon evde akşama kadar ondan sonra da kendi kendine bunalıyon tabi.
Efe : Abii, oyun oynayalım mı?
Çelik : Hayat çok boktan be usta !!
Ben : Öff, dağılın lan !!!

6 Mayıs 2011 Cuma

Tesirsiz Parçalar 34-36..

34.
Bedenimin içindeki boşluk ya da ruhumun ağırlığı 'hiç' mertebesine ulaştığında; yani beni çevreleyen havanın ağırlığından daha hafif olduğumda, aramızdaki aşılmaz gibi görünen mesafe sıfırlanacak ve ben yanıbaşında olacağım. Bu nasıl gerçekleşecek? Henüz emin değilim. Ama tam olarak bununla ilgili bir rüya gördüm, üstelik alkolsüzdü. Çalışmalara başladım bile, bekle. Şimdilik, bitti..

35.
Doğum günün kutlu olsun!!
Tam 33 yaşındasın. 33 yaş bugüne kadar başına önemli şeyler geldiğini anlaman için önemli bir yaş. Allah, İsa'yı 33'ünde yanına aldı. Vardır elbet bir bildiği. Geçen 33 yılı hayal kırıklıkları ve pişmanlıklarla özetliyorsun. Olsun.. Kimselerin umurunda olmasan da mühimdir 33 yaş. Kutlu olsun..


36.
Kadınları severim. En çok onlar üzdü beni. Olsun. Annem de kadın sonuçta. Annemi çok severim. Ama hiç belli etmem. Galiba benim en büyük hobim bu. Kimi ne kadar çok seversem o kadar az belli ederim. Kadınlar iyidir.. Kedileri sevmem. Ve bazı kadınlar kedilere benzer. Kadınları severim ama kedileri sevmem. Kedilere benzeyen kadınları sevmem. Kadınlara benzeyen kedileri hiç sevmem. Yeterince içersem kedilere benzeyen kadınlara biraz sempati duyabilirim ama her koşulda kadınlara benzeyen kedileri sevmem. Pek uyuyamıyorum ben. İnsomnia dedi doktor. Gebermeyesice dedi annem. İyidir annem. Bir de bizim mahallede kadın az, kedi çok. Kedileri sevmem, kadınlar iyidir. Aslında kediler üzmez, kadınlar üzer. Ama yine de ben kadınları severim, kedileri sevmem..

Kişisel Haçlı Seferi..

Şeytan Ortadoğu'da aşkım işi başından aşkın
Gel biz girelim günaha sonra tövbe ederiz
Yavaş yavaş dağılırken kanımızda rakı
Kanımca bizden haklı hiç kimse yok
Hakedilmiş bir sevişme nasıl da kıymetli
-ki solculuk yıllarımdan kalma alışkanlıktır
hangi cümlede haklı hukuklu laflar geçse
ayak baş tırnaklarım devrim türküleri söyler-
Neyse, bunları boşver..

Konuşmaya başlamadan öpüşsek ya!
Ağzından sızan sıvı beni nasıl da kutsar.
Boynumun üstü Kudüs
Sen aslan yürekli Richard
Durma saldır hadi aşkım
Başlasın haçlı seferi..

5 Mayıs 2011 Perşembe

Helallik..

Sırtını son kez gördüğümden beri
yüzümde, gidiş yönünde tekerlek izleri.
Mor gabriel, Neve-Şalom, Sultanahmet.
Hepsinin fotoğrafı önünde tek tek allaha yalvardım
dinle diye beni.
Şaşırma, ne de olsa hepsi
aynı allahın evi..

Çok hakkın var üstümde helal etmezsen
kul hakkı bu, şaka değil eğer helal etmezsen
dua etmeyi bir yana bırak
camiye gidip allahın halısına bile basamam utancımdan..

Ailesince dışlanmış cüzzamlı bir kurbağayım.
Kendime bile fazlayım bu ayıp bana yeter
Büyüklük sende kalsın, beni affet,
hem sen affedersen, belki allah da affeder..