Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

28 Haziran 2013 Cuma

Tesirsiz Parçalar 215-216..

215.
İnsan en çok, basit şeyleri tarif ederken zorlanır. Basit derken, bazen bir şeyin anlamının ve nedeninin o kadar açık olduğunu düşünürsün ki, anlaşılamayıp sorularla karşılaştığında nasıl cevap vereceğini bilemezsin. Ekşi gibi mesela. Nasıl bir şey olduğunu herkes bilir ama iş tarif etmeye gelince mesele çıkar. Zordur tarif etmek.

Beni neden seviyorsun? Neden beni seviyorsun? Benim neyimi seviyorsun? Bu sorulara cevap vermeye çalışmak da, en az ekşiyi tarif etmek kadar zordur. Seni seviyorum, çünkü... Kolay değildir gerisini getirmek. Sevgiyi o kadar derininde hissediyorsundur ki, buna gerekçe aranması tuhaf gelir. Anlasın istersin, inansın. Onu neden seversin? Sevdiğin için seversin. Başka herkeste sıradan ve alışılmış olan şeyler bile vesiledir çünkü. Uykum geldi der, seversin. Saçlarımı kestirmek istiyorum der, seversin. Tavla oynayalım mı der, seversin. Arar, ulaşamazsın bazen, yine severesin..

216.
İlkokul yıllarıma dair hatırladığım en kuvvetli duygu, derin ve şiddetli bir nefrettir. Okuldan, öğretmenlerden, sınıf arkadaşlarımdan, binadan, sıradan, kapıdan, siyah önlükten... Kelimenin tam manasıyla nefret ediyordum. Kafayı sıyırmak üzereyken, Jules Verne tuttu elimden..

Ortaokulla beraber öfkemin yerini bir tür öğrenilmiş çaresizlik aldı. Kendim dahil herkese ve her şeye gittikçe daha çok kızıyordum. Hiçbir şeyi değiştirecek gücüm olmadığını da çok iyi bildiğimden daha da içime kapanıyordum. Eğer o zamanlar yolum Dostoyevski'yle kesişmeseydi, belki de kendi karanlığımda kaybolup giderdim daha o yaşta. Onun, efsanevi huzursuzluklarla satır aralarında acı çeken kahramanları, kendimi mutsuzluk ilahı ilan etmeme engel oldu..

Lisede, derin bir nihilist egoyla yaklaşıyordum her şeye. Kendimi, büyük işlere yeltenip hepsinde başarısız olmuş ve artık mücadeleden vazgeçmiş züppe bir ergen artığı gibi görüyordum. Derken Oğuz Atay girdi hayatıma. Selim Işık'ı ruhani liderim ilan edip, kaybetmenin de soylu olabileceğini keşfettim Tutunamayanlar'ın karanlık dehlizlerinde..

Üniversite'de sayıları arttı güzel abilerimin. Perec, zarifçe meydan okumayı; Calvino, büyüdükçe çocuk kalabilmenin güzelliğini; Tanpınar, anlaşılamamanın o kadar da kötü bir şey olmadığını öğretti bana..

Hayatta ve insanlarda arayıp bulamadığım her şeyi kitaplarda buldum. Başka bir güzel abimin söylediği gibi.. "İyi kitaplar dışında kimse elimden tutmadı.."

GİDERKEN MIRILDANILANLAR

-Kazım Koyuncu'ya-

Kaldırın sınırları, ben gidiyorum
Ben gidiyorum, katlayın pikelerinizi
Geniş zamanlı nutuklarınızı ve içten pazarlıklarınızı
Koyun artık bir kenara, ben gidiyorum.

Alın sizin olsun şarkılarım ve hayallerim
Keten gömleğimi aldım, başka şey istemiyorum
Kimselerin bilmediği bir yerden gelmiştim zaten
Kimselerin bilmediği bir yere gidiyorum.

Anneme anlatırsınız lisan-ı münasiple
Benim hiç vaktim kalmadı, acelem var, gidiyorum
İyi bakın ağaçlara, kuşlara ve çocuklara
Kuş sesi duyamayacağım bir yere gidiyorum..

21 Haziran 2013 Cuma

HAYDARPAŞA'NIN ARDINDAN

Son tren kalkmış Haydarpaşa'dan hayli geç haberim oldu
Son tren kalkmış, ah! ben seninle,
Ben seninle hiç trene binmedim nasıl olur
Ne çok şey var yapmadığımız mütemadiyen düşünüp
Düşünüp, düşünüp, düşünüp delirecek gibi oluyorum..

Sen orada yıldızların altındasın, rahatsın
Ben burada gölgene sığınmışım, bedbahtım
Koyu yeşil bir çocuk yüzüme baktı az evvel
Nasıl olur öyle çocuk sorma hiç çok yorgunum
İnsanlar yürüyorlar, dillerinde sloganlar
Adının geçmediği hiçbir lafı sevmiyorum
Şu anda yıldızlar beni görmüyor ya burda
Yıldızları sevmiyorum, seni çok seviyorum..

19 Haziran 2013 Çarşamba

Tesirsiz Parçalar 213-214..

213.
Beklemenin destanını yazmıştır Samuel Beckett, Godot'yu Beklerken'de.. Sanıyorum bu kitabı okumak hiç bu kadar anlamlı olmamıştı. Saçma sapanlığın manifestosunu okumak için en uygun zamanları yaşıyoruz. İnce ve hayli ucuz bir kitap. Hemen yarın alıp, şehrin en görünen yerinde ayrı ayrı ama hep birlikte okusak ya..

214.
Son zamanlarda şu tür eleştirileri çok sık alır oldum."Ülke birbirine girmiş sen hala şiir yazıp, şarkılar paylaşıp, aşktan sevgiden bahseden şeyler yayınlıyorsun hiç yakışmıyor sana vs.."
Yahu siz kafayı mı yediniz? Elbette ki şiirler yazıp paylaşacağım, çünkü şiirlere de şarkılara da en çok böyle zamanlarda ihtiyaç duyulur. İçinde şiir olmayan, şarkı olmayan, aşk olmayan isyan mı olur? Aşkın da sırası mı diye bana çıkışanlar, sorarım size, siz hiç aşık olmadınız mı? Eğer olmadıysanız kızdığınız, isyan ettiğiniz adamlardan ne farkınız kalır? Ülkenin içine eden adamların tamamı kimseye aşık olamamış ve kimsenin kendilerine aşık olmadığı insanlar değil mi bir düşünsenize? Ben en çok bir yürüyüşte ya da eylemde aşık hissediyorum kendimi, sevdiğim kadın yanımda olsun, el ele tutuşup beraber sloganlar atıp şarkılar söyleyelim istiyorum. Ben onu, tıpkı memleketim gibi, dar ve tehlikeli zamanlarda seviyorum en çok. Kimse aklından çıkarmasın abiler aşksız ne devrim olur ne isyan ne başkaldırı.. Evet ortalık çok karışık ve ben inadına aşk diyorum. Dünyayı sadece aşk kurtaracak ve bir kadını sevmekle başlayacak her şey..

 

OKTAY RİFAT'A


Bulut kadehe daha çok yakışmaz mı?
Gökyüzü tabağa
Apostol çoktan ölmüştür
Burası Bomonti
Dilimizde yarin ismi
Elimizde kısa parlament
Erken sarhoş olduk be usta
İdare et..

16 Haziran 2013 Pazar

KONMAKTAN VAZGEÇMİŞ KUŞLAR

Belki kuşlara gidiyorum nereden biliyorsunuz?
artık tren uğramayan metruk banliyö garında
annemi bekliyorum montumun fermuarını çeksin diye
belki uçmayı biliyorum ben ne malum
ağlıyorum diye şimdi üzgün müyüm sanıyorsunuz?
biliyor musunuz ben aslında uçuruma yazgılıyım
bir melek düşlüyorum kanatlarım çıkıyor
bir melek ki ancak kuş uçuşu yakalanır
kimse arkamdan bakmasın ne yaptığımı biliyorum
yalnız annem el sallasın sıkıca sarsın atkımı
ve söyleyin üzülmesin, ne yaptığımı biliyorum.

O, mavi bir kuş konmalardan vazgeçmiş
o aşağı inemiyor, ben yanına uçuyorum..

10 Haziran 2013 Pazartesi

Tesirsiz Parçalar 212..

212.

Unutur gibi olursun bazen. Bir süre. Ondan önce nasıl akıyorsa öyle akıyor gibi gelir hayat. Bir süre. Başka şeylerle uğraşıp, başka şeylerle heyecanlanıp, başka şeylere üzülürsün. Ama bir süre. Oysa hepsi eksiktir. Her neyle meşgulsen tam da onun ortasında geliverir gülüşü aklına. O an aklını kaybedersin. Elinde bir kaldırım taşıyla polis barikatına doğru koşarken ya da tanımadığın insanlarla özgürlük sloganları atarken ya da kırığı sızlayan koluna daha az sızlayan incinmiş kolunla pres yaparken birden bire aklına geliverir. Ve o an başka her şey anlamsızlaşır. Koşarak onun yanına gitmek istersin. Elinden tutmak, alıp onu, kimsenin kimseye değmediği bir yere kaçırıp, dizlerine yatmak istersin bütün yorgunluklarını diz kapaklarına gömüp. Koşamazsın. Öylece kalakalırsın. Taş elinden düşer. Kolunun sızısı donup kalır. Ne ona gidebilirsin ne bulunduğun yerde kalabilirsin. Onun dışında her şey anlamını yitirir. Sessizce her neredeysen uzaklaşır, ilk gördüğün tekel bayiinden iki tane kırmìzı tuborg alıp parka doğru yol alırsın. Aklında bir tek o, dudaklarında acı bir ıslık, davasına ihanet etmiş ama bundan zerrece pişmanlık duymayan bir suçlu gibi, içine içine akıtırsın akmaktan utanan tüm yaşlarını. Çünkü aşktır bunun adı ve aşk başka her şeyi unutturacak kadar kuvvetli bir gerekçedir. Neye mi? Kendisinden başka her şeye..