Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

30 Mart 2013 Cumartesi

BABA BENİ ONA GÖTÜR




Geçtim!
Dönüp sırtımı kalabalıklara
Kanayan yerlerime iki kat fondöten sürüp
(Baba beni makinist yap)
Gençtim, bilmiyordum o zamanlar
Gitmeye yeltenmenin gitmek demek olmadığını.
Şimdi bütün ağrırken, tırnaktan saç diplerime
Ağaramazken şafak ve ağlarken mütemadiyen
(Baba beni depresyona sok)
Doğru ne yanlış ne hepsi iç içe geçmişken
Sen varken tek güzel olan, bırakıp nasıl gideyim?
Geçtim!
Dönüp sırtımı kalabalıklara
Evim bildim seni, geçmişim ve geleceğim
Oralarda bir yerdeyken sen ve en güzel ihtimalken
Bir şey gelmiyor elimden
(Baba benim kafama sık!)
N'olur bana bir şey söyle ne yaptığımı bileyim
Ne eksikse sen tamamla, son derece yorgunum
Çok uykum var, öp beni, öpersen ne güzel uyurum

(Baba beni ona götür..)

YANLIŞLIKLA ÜZERİNE BASILMIŞ SALYANGOZLARA AĞIT


Hassasiyet onluk çiviyle
çakılmış olsa da alnıma
Ve hiç beklenmese de
bu tür incelikler benden
Bilhassa dikkat ettim ve
hiçbir şey istemedim
hiçbirinizden.
Bakın şimdi ben,
bir sürü ilginç özelliğimin yanı sıra
Savaşta ve barışta mütemadiyen
Trenlerinize kömür taşırım
-Beni rahat bırakın!-
Zabıt katiplerinize
ve zaptiyelerinize
ve zabıtalarınıza
Bir tek kötü söz etmem
-Beni rahat bırakın!-
Buradan ilan ediyorum,
bağışlıyorum tüm organlarımı
kimsesiz akreplere ve
sakat salyangozlara
N'olur sağken dokunmayın
-Beni rahat bırakın!-
Ayaklarımın altı ağrıyor
-Beni rahat bırakın!-
Bulvarlarınız sizin olsun
Kır gezmeleriniz
podyumlarınız
havuz başı sohbetleriniz
ve pavyonlarınız
Ara sıra yalvarır gözlerle
bakar gibi olsam da gözlerinize
Değil efendim öyle
Sakın inanmayınız
Bir ilintiye ilişkin
içli içli inlesem de
İlişmeyiniz bana
Beni rahat bırakınız..

Tesirsiz Parçalar 201-203..

201.
Sen ve başka her şey bazen çok önemli gibi olursunuz. Bazen de hiç. Bir şey.. Hiçbir şey. Yahut tek bir şey. Her şey ve sen aslında tek bir şeymişsin gibi. Tek ve önemsiz..
Parktayım. Budağından medet umduğum çam ağacının dibinde, dışardan her zamanki gibi görünen ama içindeyken hiçbir zamana benzetemediğim bir gece. İyinin ve kötünün ötesinde, Deep Purple ile Orhan Gencebay arasında gidip geldiğim ve her türlü kusmama ihtimalimi ortadan kaldırıp beşinci kırmızı tuborg'umu açtığım, yıldızların görünüp görünmemek adına boktan bir bahse tutuştukları lanet bir gece. Biraz uğraşsam unutulmuş septik bir filozof gibi her şeyi sorgulayabilirim. Ama bir yerde durmalıyım. Üşeniyorum da ayrıca. Bir taraftan da saçma sapan şeyler söylemek istiyorum. Trapez, tunik, brokoli, özlemek, etnisite, seni seviyorum, egzistansiyalizm gibi kelimelerden bir çorba yapıp birayla beraber yuvarlamak istiyorum. Ona da üşeniyorum. O kadar yorgunum ki. Şarjım bitmiş. Aramış mıdır beni? Ben ararım aramadıysa. Ama önce eve gitmem ve telefonu şarja takmam, ondan önce de kalan biraları bitirmem lazım. Ve ben biranın halkasını açmaya bile üşeniyorum..

202.
Çıkıyorum bazen evden saçma sapan bir saatte. Dikine on metre yürüyüp önce sol sonra sağ yapıyorum. Bir on metre daha yürüyorum. Solumda park var. Dalıyorum içeri. Ortadan üçüncü banka oturuyorum. Sağ çaprazımda bir çam ağacı var. Ağacın gövdesinin üste doğru dört bölü üçüncü boğumunda bir budak. Ve o budakta isminin baş harfi. Ben yapmadım. Ama ben keşfettim. Kuvvetle muhtemel benden yaşlıdır o ağaç. O harf orada oluşalı da epey zaman olmuştur. Ne zaman gitsem konuşuyorum o budakla. Hiç değilse bir selam veriyorum. Senmişsin gibi. Sonra kalkıp yaklaşıp iki yüz metre uzaklıktaki bayiye gidip iki tane kırmızı tuborg alıyorum. (Yol boyunca seni seviyorum) Gazete kağıdına sardırıyorum. Genelde Posta bazen de Takvim.. Alıp biraları aynı yoldan dönüyorum parka. (Dönerken de seni seviyorum) Oturuyorum banka, ıslık çalmaya başlıyorum. (Anlatmıştım sana, çekirdek yediğim zamanlar çalamıyorum ıslık, hatta çekirdek yediği zaman kimse çalamaz ıslık, sanırım bunu ben keşfettim). Ve inanmazsın belki ama ben ıslık çalarken bile seni seviyorum. Sonra da şarkı söylemeye başlıyorum. Sevme ihtimalin olan şarkılarda (Ortaçgil falan) sesim yükseliyor. O ara budağa bakıyorum. İsminin baş harfi var orda. O harf sen oluyorsun birden. Sana şarkılar söylüyorum. Sen uzakta da olsan, seni yanımdaymışsın gibi seviyorum..

203.
Siz hiç, kimsenin hiç kimsesi oldunuz mu?

22 Mart 2013 Cuma

OTTAWA'DA BİR YERLERDE



Ottawa'da bir otel -nedenini bilmiyorum-
İn the cros files, My Way, Veleddalin amin
İyice bi sıcak olsa, böbreklerim ağrıyor
Geyik kanı istiyorum, lütfen allahım, amin..

Biraz zorlasam kendimi sanki yedi atacağım
Kim sınırlıyor zarları, eski anarşistim lakin
Farklıyım işte sizden, eşitlikçi değilim
Bozun zarın tarifini belki bana yedi lazım
Siz bozun bi ben atmazsam bileklerimi keserim..

Sakin diyorum kendime sakin diyorum sakin
Koyun say, yeşili sev, kuşları düşün.. lakin
Sıçmaya başlıyorlar tam düşündüğüm yerde
Publeno'da ve My Day'de ve Ottawa'da bir yerlerde..

Zorum aklımı da aştı böbreklerime vuruyor
Nasıl yapsam bilmiyorum ve'l ba'sübadel mevt
Sahi kabul olunur mu rakı içerken dua
Edilirse şüphesiz bir kaç şey var aklımda
Bir kaç şey var evet ama bir tanesi çok mühim
Tez zamanda Mardin'e tren seferi diliyorum
Olmazsa da ivedi cevabını bekliyorum
Nasıl da soğudu park ben eve gidiyorum
Saçmaladıysam eğer affını diliyorum
Amin..

21 Mart 2013 Perşembe

Tesirsiz Parçalar 200..

200.
Umutsuzluğa kapılır gibi olduğumda orta boy bir harita alıp önüme sanal bir yolculuk yapıyorum kalemimin tersiyle. Buradan yola çıkıyorum dört saniye sonra yanına geliyorum. Çok özlediğim zamanlar daha küçük haritalar kullanıyorum. Hani şu ders kitaplarının arkasında olanlardan. O zaman aramızdaki mesafe iyice kısalıyor. Bazen de iki elimde iki kalem, biri senin oradan biri de benim buradan aynı anda harekete geçiyor. İki saniye içinde ortalarda bir yerlerde buluşuyoruz. Sonra kapıya çıkıp bir sigara içiyorum. Annem şey dedi az önce 'Odada sigara içmesene, soğuk havalarda havalandırmak zor oluyor. Hem bu harita da ne böyle?' Ülkemizin güzelliklerine bakıyorum anne diyorum. Seyahat ediyorum desem anlamaz şimdi. Ama sözünü dinliyorum ve odada sigara içmiyorum. Aklımda kaldığına göre sevdiğim ama adını hatırlayamadığıma göre çok da önemsemediğim bir yazar şuna benzer bir şey söylemişti. İnsan geçmişi düşünür, geleceği hayal eder, şimdiyi de yaşar. Ben ise şimdiyi de hayal ediyorum..

Ben de. Ben de aynen öyle yapıyorum..

Tesirsiz Parçalar 197-199..

197.
...hayatına girdiğim daha ilk gün canım yanıyordu hazırda. Boynum acıdığı için penguen gibi yürüdüğüm gün. Bu yüzden çok da bir şey beklemiyordum senden. Sesin çok güzeldi,"ne güzel" dedim içimden, hatırlıyorum. sanki benim damarlarımın yollarını izliyor sesin, senin vücudundakiler benim beynime doğru, aynı kıvrımları yaparak içime yerleşiyordu. Mesela o zamanlar sorular soruyordum kendime "benim dondurmam yere düşse kendi dondurmasını bana verir mi dedim bir kere, sonra da "ne garip beraber dondurma yiyoruz.." Farkında olmadan almıştım seni gündelik hayallerimin içine. Ama hiç dondurma yemedik. Sevmezsin de muhtemelen dondurma..


198.
Beni seviyor mu? Bilmiyorum. O da bilmiyor belki. Sevmiyor mu? Bilmiyorum. O biliyordur belki. Eğer beni sevmezse ne yaparım bilmiyorum. Beni severse ne yaparım? Onu da bilmiyorum. Sevmiyorsa eğer beni, sevmesi için ne yapmam gerekir onu hiç bilmiyorum. Beni sıktığını düşünüyormuş zaman zaman, öyle söylüyor. O kadar saçma ki bu, o lafı her duyduğumda kendimi domates kasası gibi hissediyorum. Ağlıyorum öyle konuşmaların sonrasında. Hadi ağlamak demeyelim de gözlerim doluyor diyelim. Hiçbir yere sığamıyorum. Ben onu çok seviyorum. O bana inanmıyor. Bir gün inanacak biliyorum ama ne zaman bilmiyorum. Daha fazlası gelmiyor elimden. Bekliyorum..


199.
Birlikte bir şeyler yapan insanlara özeniyorum zaman zaman. Benzer hassasiyetlerle bir araya gelmiş, genelde birbirlerini çok da iyi tanımayan ama ortak dertleri olan insanlar. Bir şeyi protesto etmek için toplanmış insanlar mesela. Yumruklarını sıkarak yukarı kaldırıp hep birlikte aynı öfke ve sloganla bağıran insanlar. Aralarına girivermek istiyorum bazen. Ne için toplandıkları ya da neyi protesto ettikleri umurumda bile değil. Yeterince öğrenci dövemiyoruz yahut daha fazla orantısız güç kullanmak istiyoruz diyerek bir araya gelen bir grup polisle bile birlikte bağırabilirim. Ama sonra düşünüyorum. Lan ben insan sevmiyorum bir kere. Sonra ne toplumsal kaygılarım var ne de halkın mutluluğu gibi bir derdim. Peki diyorum o zaman, neden sevmediğim bir grup canlıyla beraber boğazım yırtılana kadar bağırmak istiyorum? Galiba özendiğim için! Bana kalırsa insanların deliliğe en yakın oldukları anlar birlikte, birbirlerine gaz vererek toplu işler yaptıkları anlardır. Tribündeki insanlara bakın mesela, ya da bir gecede halay çeken insanlara. Çap ve semptomları farklı da olsa tek bir ortak nokta var ortada. Delilik.. "Kitlesel zeka yoktur, bir grup insan bir yerde toplanınca ilk önce akıllarını ve bilinçlerini kaybeder ve grup dağılana kadar da onlardan her türlü tuhaflık beklenebilir" gibi bir şey okumuştum. Adam haklı. Yoksa halay nedir? Hep bir ağızdan hakeme küfür etmek nedir? Pankart sopalarıyla banka atm'lerine saldırmak nedir? Bunların hangisini yalnızken yapabilirsiniz? Deliyseniz yaparsınız ancak. İşte tam olarak bu yüzden sempatik geliyor bana bazen bu gruplar. Geçici bir süre de olsa delirme garantisi veriyorlar ve ben buna zaman zaman epey ihtiyaç duyuyorum..

ŞEREF AMCA GÜLÜMSÜYOR MUYDU?


O kadar acı çeker ki insan, canlılar arasında bir tek o kahkahayı icat etmek zorunda kalmıştır der Nietzsche. Ya da buna benzer bir şey işte sarhoşum şimdi bu kadar hatırlıyorum...
Elbistan Şeker Fabrikası'nda çalışıyordu babam. Ortaokul yıllarım.. Ertesi tatil olan bazı günler işyerine götürürdü beni. Orada tanışmıştım Şeref amcayla. Dünyanın en güzel gülen adamıydı. Hafiften de Kemal Sunal'a benzerdi. Cebinde hep şeker taşırdı. Ya da benimle karşılaştığı zamanlarda cebinde hep şeker olurdu, bilmiyorum. Ne zaman beni görse kocaman gülümser sonra cebinden şeker çıkartıp verirdi. Bir keresinde şuna benzer bir şey söylediğini anımsıyorum babamın. "Bu Şeref kadar gamsız adam yoktur. Dünya yansa içinde hasırı yok derler ya, öyle bir adam. Surat astığını gören yoktur. Ne olursa olsun hep güler.."
Bir akşam morali epey bozuk geldi babam. Sordu annem ne oldu diye. O anlatırken ben de duydum. Kendini asmış Şeref amca. Fabrikanın kazan dairesinde...
Kim bilir nasıl acı çekiyordu da bu kadar çok gülüyordu. Dinmiştir ölünce acıları. Ölüm her şeyi sıfırlar..
Yirmi küsür yıl geçmiş üstünden. Cin içiyorum Caner'le beraber. Yan masada birileri Nietzsche'den bahsetti. Duyunca yukarda yazdığım sözü hatırladım. O söz de birden bire Şeref amcayı anımsattı durduk yere. Bellek yavşak bir düşman gibi davranıyor bazen. Canını yakacak şeyleri tamamen unutmana izin vermiyor. Freud'unun da amına koyim bilinçaltınında..!
Haberi duyduğum ilk andan daha çok üzgünüm şu an. Şeref amca için yeterince üzülmemiş olmamın mahcubiyeti bu sanırım. Mahcubiyet böyle bir şey işte. Gecikmeye gelmez. Geciken mahcubiyet ekstra üzüntü ve utançla çıkartır acısını..
Son duble cini Şeref amcanın anısına söyledim. Araya bir de çay sıkıştırdım. Ve şu an kafamda tek bir soru var. Eğer uyumamışsa eve gider gitmez babama soracağım. Şeref amca gülümsüyor muydu ipte sallanırken?

NEDEN BEŞİKTAŞ'LIYIM

Beşiktaş'lı oluşumun hikayesi bir tür çaresizlik ve yokluk hikayesidir. Beş altı yaşlarındayım. Yıldıztepe Mahallesinde oturuyoruz. Evimizin tam karşısında geniş bir arsa var. Mahallenin çocuklarıyla beraber sabahtan akşama kadar it gibi top koşturuyoruz. Takım falan tutmuyorum henüz ama kırmızıyı çok sevdiğimden Galatasaray'a yakın gibiyim..
Kahvaltı sonrası kendimi arsaya attığım her zamanki günlerden bir gün. Bir kaç arkadaş bekliyor zaten. Birlikte minyatür kale maç yapmaya başlıyoruz. Bir süre sonra yanımıza geliyorlar sırıta sırıta. Şimdi isimlerini bile anımsamadığım iki kardeş. Sırtlarında pırıl pırıl Galatasaray formaları. Babaları almancı, izne gelirken almış hediye diye. Nasıl da güzeller. O güne kadar ne benim ne de diğer çocukların forması olmamıştı hiç. Geberiyoruz kıskançlıktan. Resmen geberiyoruz. Devam ediyoruz bir süre sonra maça ama kimsenin oyunla alakası kalmamış. Herkesin aklı formalarda. Bırakıyoruz maçı. Ben fazla dayanamayıp koşarak eve gidiyorum. Babam işte. Annem evde. Soluk soluğayım. Annee diyorum, anne n'olur bana forma alalım. Gülüyor annem önce. Israrımı görünce de bağırmaya başlıyor. Para nerde diyor, kardeşinin götüne bez alamıyoruz sen forma derdindesin. Sahi ya lan. Bizim paramız yok ki. Zaten ben bildim bileli hiç olmadı ki paramız. Neyse.. Çekiliyorum bir köşeye burnumu çeke çeke ağlıyorum. Annem kapı aralığından bana bakıyor. İyice abartıyorum ağlamayı. Annem yan odaya geçiyor. Takır tukur sesler. Hiç dışarı çıkasım yok. Ağlamayı da kestim. Mal mal oturuyorum. Annem sesleniyor. İsteksizce yanına gidiyorum. Bir şey uzatıyor bana. Eski siyah tişörtümün üzerine beyaz atlet parçaları dikip forma yapmış. Arkasına da 7 rakamı dikmiş. Anne diyorum bu Beşiktaş forması. Ben Galatasaray istiyorum. Olsun oğlum diyor bu daha güzel. Hem bak 7 numara bu Feyyaz'ın forması. Forma bir şeye benzemiyor aslında. Alelacele çocuk avutmak için yapılmış uyduruk bir şey. Ama annem o kadar güzel gülüyor ki. O dakika karar veriyorum. Ben artık Beşiktaş'lıyım..
Velhasıl neden Beşiktaş sorusunu duyduğumda sallama cevaplar verirdim bugüne kadar. İlk kez itiraf ediyorum. Beşiktaş'lıyım çünkü paramız yoktu. Beşiktaş'lıyım çünkü kırmızı tişörtüm yoktu. Beşiktaş'lıyım çünkü o gün annem bana çok güzel gülüyordu..

17 Mart 2013 Pazar

Jazz Dinlerken Ben Daha Çok Seviyorum Seni..


Jazz dinliyor cemaat cuma hutbesinden önce
Haberlerde uçan atlar sokaklar silme manyak
Herkes kafayı yemiş seni bulamıyorum
Sesin nereden geliyor seni bulamıyorum
Yüksek sesle konuş biraz seni duyamıyorum
Annem hastaneye yattı köpekler bana bağırdı
Fotoğrafın düştü elimden seni göremiyorum
Parka girmem yasaklanmış çocuklar korkuyormuş
Oysa herkes basıyor ben çimlere basmıyorum
Aklım nerde bilmiyorum bana yardımcı olsana
Beni düşünmelerini nasıl da seviyorum
Gülsene arada bana sıcaklığını alayım
Odalar mı çok küçük ben mi çok büyüdüm
Duymayınca sesini bir yere sığamıyorum
Ruhum doğum sancısında kanatlandı kanatlanacak
Kanatlansa ne olacak yanına varamıyorum
Tutup elimden kurtarsan ellerin nasıl da güzel
Sigaramı tutuyorum elini tutamıyorum
Ben seni seviyorum tüm kızmalarına inat
Tüm dünyaya söylüyorum sana söyleyemiyorum..

Bir duble rakı koy bana ben saçlarınla oynayayım
Meze falan istemem sadece konuş benimle
Ne anlatırsan anlat yeter ki eksilmesin
Kulaklarımdan sesin bak her şeyim buna bağlı
Ne hükmü var mesafenin, iste sen ben hallederim
İste sen masallardaki ejderhaları bile döverim
Bir kendime yetmez gücüm başka her şeye yeter
Sen iste gerekirse kendimden de vazgeçerim
İnsanlar ne tuhaf hepsinde ayrı kaygı
Umrunda değiliz kimsenin allah aşkına gör artık
Bir sen varsın işte bir ben bir de senin gülüşün
Gülüşün diyorum gülüm, bak tam burda ağlıyorum
Valla bak ağlıyorum senin haberin bile yok
Kimselerin haberi yok diyorum ya hepsi tuhaf
Tuhaf yer bura bu dünya bilmem ki nasıl anlatsam
Ah bilmiyorum gülüm ben hiçbir şey bilmiyorum
Tek seni seviyorum ben başka bir şey bilmiyorum..

9 Mart 2013 Cumartesi

İKİ BİRA BİR SUCUK..


İkibinlerin başı gibiydi. Çok içtiğim bir gece (nasıl içmişsem artık) hastaneye götürdü arkadaşlar beni. Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil Servisi. Çok ağır değildi durumum sanırım. Mide yıkamaya falan gerek duymadan iğne yapıp serum takıp yatırdılar bir yatağa. Sızmışım.. Gözümü açtığımda bir ses duydum. Adamın biri bana sesleniyor. Kafamı sese doğru çevirdim. Bir kaç yatak ötede belden üstü çıplak, omuzlarından göğsüne kadar kocaman örümcek dövmeleri olan, her iki kolu da dirseğe kadar sarılı, çam yarması gibi bir adam bana sesleniyor..
"Şşştt, genç!"
Etrafıma bakındım tekrar, ikimizden başka kimse yok odada. Yine de şu salak soruyu sordum.
"Bana mı dedin abi?"
"Genç, kapıyı tut sigara içmem lazım."
"Sigara!.."
"Kapıyı tut kapıyı. Sigara içmem lazım!"
Vay amına koyim dedim içimden. Ulan hastanede bile değişmiyor hiçbir şey. Nerde manyak var bir şekilde kesişiyor yolum.
"Abi serum takılı kolumda nasıl kalkayım?"
"Oğlum al serumu öbür eline geç kapının oraya, camın önünde içerim ben çok daraldım."
"Abi içmesen."
"Lan oğlum..."
Tamamlayamadan lafını hemşire girdi odaya. Adamın serumunu değiştirdi. Bir de iğne yaptı sanırım. Çıktı tekrar. Sessizlik oldu epey. Gözlerini tavana dikmiş öyle bakıyor adam. Dayanamadım ben laf attım bu kez.
"Abi n'oldu sana?"
Sanırım sormamı bekliyormuş, anlatmaya başladı ben sorar sormaz.
"Gülüm ben Osmangazi durağında taksiciyim. İşten çıktım gece. Bayinin önünden geçerken durdum. İki tane bira bir de sucuk aldım. Severim ben çiğ sucuğu. Yedim içtim işte bir kenarda. Sonra eve girdim. İki tane kızım var benim ellerinden öper. Yatmışlar. Yanlarına sokuldum. Seveyim biraz dedim bütün gün görmüyorum zaten. Kokuyorsun diye öptürmediler. Hanımın yanına gittim. Ona sokulayım dedim. Surat beş karış. Öff dedi itti beni göğsümden. Delirdim ben. Camı çerçeveyi yumruklamışım hiç hatırlamıyorum. Sonra komşu aldı buraya getirdi beni."
Adam kan kaybından ölüyormuş. İki kolunda kırktan fazla dikiş.. Zor yetiştirmişler.
"Niye be abi" dedim "Değer miydi?"
"Ne bileyim be gülüm. Sabahtan geceye it gibi çalışıyorum. Kim için? Onlar için. Ayda yılda bir canım çekmiş sucuk almış yemişim. Ne diye horluyorlar beni?"
"Abi horlamamışlardır ya. Hem kötü kokar o."
"Koksun amına koyim. Ben hayatımı onlara feda etmişim lan. Bir gece kokuma dayanamıyorlarsa sikerim ben böyle hayatı!. Gözüm döndü işte birden."
Bir şey demedim. Baktım bir süre abiye. Haklı gibi geldi bana. Tamam manyak olmaya manyak adam. Hem acıdım da kızlarıyla karısına, nasıl da korkmuşlardır kim bilir. Ama.. Canı çekmiş lan işte. İki bira bir sucuk. İdare ediverin ne var yani.
Tekrar konuşmaya başladı.
"Taksinin sahibi de duymuş mevzuyu. Kesin altımdan alır arabayı. Vazgeçirmek lazım."
"Abi bu kollarla nasıl çalışacaksın ki?"
" Bir şey olmaz. Ben bir zaman kırık ayakla iki ay kullandım taksiyi."
Cevap veremeden doktor geldi. Tamam sen gidebilirsin dedi. Hemşire serumu çıkardı kolumdan. Toparlandım. Yanından geçerken abinin hadi geçmiş olsun dedim.
"Genç" dedi.
"Efendim abi"
"Bekarsın dimi?"
"Evet abi."
"Sakın evlenme. Bir sucuk bile yedirmiyorlar adama.."

Tesirsiz Parçalar 194-196..

194.
Kadın haklıydı. Adam aşık. Kadın kızgındı. Adam pişman. Anlatamamanın imkansız incelikteki engeline öyle takılıp kalmıştı ki adam, kadın sustu sitemsiz, o bekledi çaresiz... Kadın mağdurdu. Adam mağrur. Sonra gece oldu. Zaten ne olursa olsun bir şekilde gece olur. Adam tek bir güzel sözle bütün yanlış anlamaları sağaltacak. Umurunda değil adamın haklı olmak ya da olmamak. Adam sadece seviyor. Adam bekliyor. Çaresiz. Kadın... Bilmiyor adam. Adam aşık. Kadın da ihtimal.. Beklemekle ilgili bir sürü güzel laf geliyor adamın aklına. Utanıyor ama, yazamıyor hiçbirini. Sadece bekliyor. Mahçup. Beklentisiz affın gölgesine sığınıp bekliyor. Kadın haklı. Adam aşık..


195.
Ne çok hüzün var sahi.. Sabahtan başlıyoruz hüzünlenmeye, koca gün yetmiyor. Ertesi güne devrediyoruz bazı hüzünleri..


196.
Sesinde bir kırıklık olur bazen. O kırıklık yüzlerce kilometre uzaktan bana kadar gelir. Öyle zamanlarda ne yapacağımı bilemem. Eğer bir şeyler söylersem belki daha kötü olur diye korkarım. Sonra sen o suskunluğu yanlış anlarsın. Daha fazla uzatmadan kapatırız. Sen uyumaya gidersin. Ama benim aklım sende kalır. Kapatır kapatmaz özlemeye başlarım. Kapatır kapatmaz aramak isterim seni. Yapamam. Duvarlar üzerime gelir gibi olur. Evden dışarı atarım kendimi. Nereye gideceğimi bilemem. Bayiden iki tane kırmızı tuborg alıp parka sığınırım. Ne çok park var buralarda sahi. Sanılanın aksine, bir yerlerdeki park sayısıyla o yerlerin mutsuz insanlarının sayısı arasında sosyolojik izaha muhtaç bir ilişki var bence. Park deyince neşeli, cıvıl cıvıl yerler geliyor insanların aklına. Öyle değil halbuki. Gündüzleri çocukların, gizli gizli sigara içen öğrencilerin ve yaşlılarındır park. Geceleri ise üzgünlerin.. Bazı geceler o kadar ıslak olur ki etraf, bu ıslaklık sadece yağmurla açıklanamaz. Geceleri çam ağaçları da ağlıyor galiba. Islak çimler, ıslak çöpler, ıslak çam iğneleri, ıslak banklar, ıslak.. Her şey ıslaktır. Umursamadan banklardan birinin kenarına ilişirim. Açarım kırmızı tuborg'u. İyi gelir ilk yudum. Her şey yoluna girecekmiş gibi hissederim birden. İşte en çok o zaman aramak isterim seni. Ama geç olmuştur. Uyandırmaktan korkar arayamam.. Gülümseyerek seni düşünürüm sonra.. Biraları bitirip eve dönerken üzüntü ve mutluluğun aslında ne kadar da iç içe olduğunu bir kez daha hatırlarım şaşarak. Sonra uzanır, hayalimdeki gölgene sarılır tüm bunları sana fısıltıyla anlatırım. O an duymazsın belki sesimi. Ama gece melekleri daha sonra iletmek için sana bunları, söylediğim her şeyi kaydederler..

3 Mart 2013 Pazar

Samimi Acılar Sahte Mutluluklar..

Samimi Acılar Sahte Mutluluklar..

Beş sene boyunca aynı kızın peşinden koştu Barış (Üniversitenin ilk haftasında, amfide görür görmez karar vermiş Güliz'e aşık olmaya.) Mezuniyet törenine kadar da bir an bile vazgeçmedi. Güliz onu sevmedi. Ama uzak da tutmadı kendinden. Hemen hemen her gün görüştüler. Barış hislerini hiçbir zaman saklamadı. Kızın sevgilileri oldu arada. Barış'ın hiç olmadı. Zamanla herkes öyle kanıksadı ki bu durumu, Güliz'in sevgilileri bile Barış'ı yadırgamamaya başladı. Bir çeşit eğlenceye dönüştü hepimiz için onun bu hali. Bu işte o salak diye uzaktan parmakla gösterildiğine bile şahidim. İlk bir kaç yıl o kadar samimi değildik biz. Ortak arkadaşlar vasıtası ile durumdan haberdardım. O zamanlar da acırdım haline uzaktan uzağa. Güliz'e de kızıyordum içten içe..

Üçüncü sınıfla birlikte Barış'la samimiyetimiz de ilerledi. Sordum bir gün. Yoğun bir ucuz şarap akşamı. Bir artı bir öğrenci evinin mutfağındaydık ve kafalar hafiften dumanlanmaya başlamıştı.

''Neden Barış?''

''Efendim!''

'' Neden? Yani anladım aşık oldun, çok aşık oldun hatta tamam. Ama olmadı, olmuyor işte. Neden bırakmıyorsun artık?''

Uzun bir süre sustu. Sonra ciddi bir yudum aldı şaraptan. Sonra..

''Demedi abi. Bir kere bile seni istemiyorum demedi.''

''Ee. İstiyorum da demedi. Dedi mi?''

''Yok. Onu da demedi. Gülümsedi hep.''

''O herkese gülümser oğlum. Mizacı öyle onun''

''Bana başka gülüyor be abi. Biliyorum beni sevdiğini, ben de seni sevecek gibiyim ama daha değil der gibi gülüyor. Bekle diyor sanki bana. Ben de bekliyorum..''

Salak demek geldi içimden. Kızmak, bekleme ulan bekleme sevmeyecek o seni demek.. Diyemedim hiçbir şey. Acıdım. Çünkü gördüm gözlerinde. Söylediği şeye gerçekten inanıyordu o. Gerçekten Güliz'in kendisine başka türlü gülümsediğini zannediyor, gerçekten günün birinde kendisini sevebileceğini düşünüyordu. Başka konularla devam etti gece. Sonraki zamanlarda da, sanki sözleşmişiz gibi bir daha o konudan bahsetmedik hiç. Barış mezun olana kadar hiç vazgeçmedi. Sonrası varsa da hikayenin, ben bilmiyorum. Mezuniyetten sonra koptuk..

Yıllar geçti aradan. Düşünüyorum da şimdi, sanırım bazen hepimiz biraz Barış oluyoruz. Bir şey oluyor bazen, bütün dünya senin düşündüğünün tersini bile düşünse o kadar kuvvetli inanıyoruz ki o şeye, gerçekle bağımız kopuyor. Sonrası acı oluyor elbet. Olsun. Samimi bir acı sahte bir mutluluktan daha kötü olabilir mi gerçekten?

2 Mart 2013 Cumartesi

Tesirsiz Parçalar 193..

193.

Görmeliyim seni. Yolu yok. Her haline tanığım sesinin. Ama kızınca mesela yüzünün aldığı şekli görmek istiyorum. Gülerken (nasıl da güzelsin).. Ağlarken (hiç ağlama diyeceğim ama ağladığın zamanlarda olacak elbet) görmek istiyorum seni (o zaman da çok güzelsindir). Soğuk havalarda dışarı çıkarsın. Kat kat giyinip, katlı bahar çiçeği gibi salınıp yürürken görmek istiyorum seni (ah nasıl da yakışır sana her ne giyiyorsan). Öpsem seni, gözlerini kapatır mısın mesela? Göz kapaklarını görmek istiyorum. Şarap içersin bazı akşamlar, gözlerini devirip devirip gülersin, olsam ya ben de onların devrildiği yerlerin birinde (nasıl da güzeldir seninle şarap içmek). -Otlar toplamak istiyorum sana, salataya katmak için- Sonra geç kalırsın ya sen bazen işe. Telaşlanırsın. Telaşla hazırlanırken bir şeyleri unutursun, unuttuğun şeyleri hatırlatmak istiyorum sana (Telaş bile öyle yakışır ki sana). Ellerin, ayakların, saçların.. Her birini ayrı ayrı sevmek istiyorum. Ayrı ayrı sevmeliyim her birini. Seninle dolmuşa binmek, seninle sokaklarda dolaşmak, seninle yapılabilecek her şeyi yapmak ve yapacak başka hiçbir şey kalmadığında, sarılıp sana, huzur içinde, usul usul uyumak istiyorum. Görmeliyim seni..