Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

31 Ağustos 2011 Çarşamba

Tesirsiz Parçalar 69..

69
Geçip giden şeyler var bir de hiç geçmeyenler
Düzelmez kalp iltihabı ve sancısı vesaire
Yanımızda olmayanlar en çok andıklarımızsa
Ne öğrendik bu hayattan? Mazi kirli çamaşır sepeti
En çabuk paslanan demir neden tren rayıdır?
Çünkü birileri o trene biner ve gider
Ve geride kalanın ilk damla gözyaşı
Rayların üstüne düşer
Çünkü evrensel bir lanet çünkü gidip dönmemeler
Ve bütün yarım kalmışlıkların zaruri suç ortaklığı..

30 Ağustos 2011 Salı

Bayramlık Ayakkabı..

- İkisine birden alamayız. Yasin’e öbür bayramda almadık mı daha yeni sayılır onunkiler. Ali’ye alalım ona da okullar açılırken alırız
- Fahri, ucuzundan da olsa alacaksak ikisine de alalım, yoksa ağlar durur akşama kadar.
- Ağlarsa ağlasın zar zor yetiştiriyoruz zaten. Ayakkabısı varken bir tane daha almanın ne alemi var. Ona da sonra alırız işte.
- Peki.

Babamla annem konuşuyorlar. Uyudu sandılar bizi ama uyumadık. Daha doğrusu ben uyumadım Yasin çoktan sızdı. Duysa konuşulanları ortalığı kırar geçirir. Uyusun uyusun. Aslan babam, ayakkabı alacak bana. Yarından sonra bayram..
Ben yedi yaşındayım Yasin altı. Bir de Veysel var ama o daha bebek, henüz ayakkabı kullanmıyor. Bugüne kadar bana ne alındıysa aynısından Yasin’e de alındı. O küçükmüş o yüzden ona da alınmazsa ağlarmış. Ama aynı durum benim için geçerli olmuyor genelde. Ona alınan şeylerin aynısından bana pek alınmıyor. Ben abiymişim, ayıpmış kardeşimi kıskanmam. Yedi yaşındayım lan manyak mısınız ne abisi demek geliyor içimden ama anne baba işte denmez ki. Neyse. Yarın çarşıya çıkacaklar. Pantolonlarımızı geçen hafta almışlardı yarın da evin bayramlık ıvır zıvırıyla benim ayakkabımı almaya gidecekler. Aslında normal şartlarda ben de gidip ayakkabımı kendim seçmek isterdim ama Yasin’i kıllandırmanın alemi yok. Hem yeni bir ayakkabıyı beğenmeme gibi bir durumum nasıl olabilir ki?
Akşamüzeri geldiler ve ellerindeki poşetlerin birinde bana aldıkları ayakkabı vardı. Ben hayatım boyunca bu kadar güzel ayakkabı görmedim. Gerçekten çok mu güzeldi yoksa Yasin’le ikimize değil, sadece bana alınan hatırladığım ilk ayakkabı olduğu için mi bana öyle geldi bilmiyorum. Ama güzeldi işte, çok güzeldi. Kutuyu kaptığım gibi salona fırladım. Yasin dışarıdaydı. Ve ben gardımı almış bekliyordum Yasin gelecek ayakkabıları görünce önce babamlara ağlayacak, babamdan azarı yedikten sonra da yanıma koşup saldıracaktı. Saldırsın bakalım..
Yasin eve geldi. Doğruca salona girdi ve girer girmez de ayakkabılarımla burun buruna kaldı. Tabi bunda benim ayakkabıları başımın üstünde tutmamın da büyük rolü olmalı. Ulan ne piçmişim ha. Gözlerinin içine bakıyordum, o da önce ayakkabılara sonra bana baktı. Ve hiçbir şey söylemeden çıktı. Tamam dedim içimden, şimdi kıyamet kopacak. Ama dakikalar geçmesine rağmen çıt bile çıkmadı. Merakla salondan çıktım ve küçük odadan gelen televizyonun sesini duydum. Yasin orada öylece oturmuş televizyon seyrediyordu. Hesapta o sinir olacaktı ama kayıtsızlığı beni sinir etmişti. Yanına oturdum, ayakkabılarım da elimde tabi..
- Baak, ayakkabı almışlar bana
- Gördüm.
- Sana almamışlar ki
- Sus oğlum biliyoz seni daha çok seviyorlar
- Nerden biliyon, ayakkabı aldılar diye mi?
- Oğlum annem sana hep babam demiyor mu zaten? Onun babasının adı Ali, babamın babasının adı da Ali tabi seni daha çok severler bilmiyom mu sanki ben?
Haydaa. Sözde herife nispet yapacaktım ama adam iki lafla resmen ağzıma sıçtı. Ne diyeceğimi bilemedim.
- Oğlum mal mısın? Seni de seviyorlar tabi. Seninkiler yeni diye almamış babam. Okullar açılınca da sana alacakmış.
- Ya bi siktir git televizyona bakçam ben.
Yapacak bir şey yoktu. Salona gittim tekrar. Ayakkabı da gözümden düşüverdi birden. Galiba o kadar güzel değildi. Evet ben de biliyordum annemle babamın beni daha çok sevdiğini ama Yasin anlamıyor zannediyordum hep. Anlıyormuş meğer.
Bütün gün ve gece hiç konuşmadı benimle. Ben de pek üstüne gitmedim. Zaman geçtikçe içim acımaya başlamıştı. Evet babamlar beni daha çok seviyorlardı. Ve bu beni hiç mutlu etmiyordu. Keşke ikimizi de aynı sevselerdi.
Geçen bayram babam Yasin ben beraber gitmiştik bayram namazına. O sabah da erkenden kalktım babamla birlikte. Abdest aldım, sonra Yasin’in yanına gittim. Ama kalkmadı. Siz gidin gelmiyorum ben dedi. “baba” dedim “Yasin kalkmıyor.” Olsun oğlum dedi hadi biz gidelim. İçimde kocaman bir buruklukla ve ayağımda yeni ayakkabılarımla camiye gittik. Namazımızı kaldık ve ayakkabılığa yöneldim. Evet, tahmin edileceği gibi ayakkabılarım yoktu yerinde. Yırtık bir terlik bırakıp ayakkabılarımı uçurmuş mahallenin piçleri. Babama baktım, o da bana baktı “ ee” dedi “olacağına bak, eskilerle gelseydin ölür müydün?” Tabi ölmezdim ölmesine de uğruna kardeşimi sattığım ayakkabılarımı da giymek istemiştim işte ne bileyim.
Eve geldik. Babam anahtarı çevirmeden kapı açıldı. Yasin yüzünde kocaman gülümsemeyle açtı kapıyı.
- Baak, bana da almış oğlum babam..
İki elinde birer ayakkabı teki öylece bana bakıyordu Yasin. Canım babam ya. İçine sinmemiş. Akşam biz yattıktan sonra çarşıya gidip Yasine de almış aynı ayakkabıdan. Güldüm. Ayaklarıma baktım, yırtık terlikler vardı. O da aynı yere baktı. Sustu bir süre. Çok üzgün olmam lazımdı ama üzülmedim. Hatta sevindim. İkimizi de aynı seviyorlardı işte. Galiba o sabah o kapının önünde gerçekten abi olmuştum ben. Mutfağa geçtik, annem kahvaltıyı hazırlamış. Sofraya oturduk. Bir ara kulağıma eğildi Yasin;

- Boşver oğlum üzülme aynı ayakkabı zaten, bir gün ben giyerim bir gün sen giyersin kimse anlamaz..

Ağlamak Anlamaktır..

O kadar güçsüzüm ki sesim bile çıkmıyor
Saat üçtür belki dört uyusaydım ya keşke
Uyanmaktan korkmasam yüz yıl uyurum sanki
Ağaçlar, evler, kuşlar bile uykuda
Bir garip, bir tuhaf, bir huysuzum ki sorma.
Sana söyleyemediklerimi bak gaybına söylüyorum
İçinden konuşma!
Bu yeryüzü bu gökyüzü iyi güzel amenna
Her işte bir hayır var doğru bunları geçmeyelim
Ama bıktım artık şerden hayır damıtmaktan
Misal şimdi yan yana uyumak var
Uyumamakta hayır var da
Uyumakta ne mahsur var
Bir güzel olsak ya senle bu anlaşmamazlıklar niye
Secdelere küs alnımda bir kara bir kara
Kalksak gitsek ya şimdi
Belki Abant olur belki Porsuğun kenarı
Bayram namazından sonra
Ben anlatsam sen anlasan beraberce ağlasak
Ağlamak anlamaktır benimle ağlasana..

29 Ağustos 2011 Pazartesi

İçinden Çıkamadığım Sorular..

* Neden insanlar mandanın zavallı yavrusunu hain bir sineğe kaptırdıktan sonra arkasından ağlamasına delirmiş gibi göbek atarak tepki veriyorlar?

* Büyüklerimizin ellerinden küçüklerimizin de gözlerinden öpeceksek yaşıtlarımızın neresinden öpeceğiz?

* Dört yanlış bir doğruyu götürüyorsa neden binlerce doğru tek bir yanlışı ortadan kaldıramıyor?

* Kışın göl donduğunda Central Park’taki ördekler hangi cehenneme gidiyorlar?

* Avukatlar Av. Ali Lidar, Doktorlar Dr. Ali Lidar yazdıklarında çok havalı oluyor. Ama Öğr. Ali Lidar yazdığım zaman komik duruyor işte. Neden lan? Bu kadar mı boktan bir iş yapıyoruz biz?

* Işık hızıyla giden bir araba farlarını yakarsa ne olur?

* Yanlışlıkla aranan numaralar neden hiç meşgul çalmaz?

* Neden beni beğeneni ben beğenmem benim beğendiğim beni beğenmez yoksa ben zurna mıyım ha?


27 Ağustos 2011 Cumartesi

Sayıklamalar - 1

* Kim olduğunu şu an hatırlayamadığım bir yazar şuna benzer bir şey söylemişti. ‘İyi ki kırk yaşıma kadar Dostoyevski okumamışım. Yoksa asla kitap yazmaya cesaret edemezdim.’ Ben okudum maalesef. Lisede okudum Dostoyevski’yi. O yüzden de asla kitap yazamayacağımı çok iyi biliyorum..

* Hiçbirimiz, hayalimizdeki insanın hayalindeki insan değiliz sanırım. bu geç kalışların başka açıklaması olamaz çünkü..

* Beni terk ettiği için ondan, beni anlamadıkları için onlardan ve elimden hiçbir şey gelmediği için kendimden nefret etmeye başladım. Hatta bir ara bölündükçe çoğalan bu öfkenin içimdeki aşkı bile alt ettiğini düşündüğüm oldu. Ama tüm bunların zavallı birer savunma mekanizması semptomu olduğunu o kadar iyi biliyordu ki bir yanım, içten içe beni yiyip bitiren sızı tek bir gün bile azalmadı..

* Sonra biri çıkar ve seni mutlak bir isabetle anlayabileceğini, anlatabileceğini düşündürür. Ama olmaz hiç.. Hayat denen şeyin her yeni insanla yeniden sıfırdan başlaması ne büyük bir saçmalık aslında..!

* Olur olmaz zamanlarda 'sakin ol' diyen insanlardan nefret ediyorum. Bence insanların en kendileri gibi oldukları anlar öfkeli oldukları anlardır. Cinnet geçirip adam kesecek halimiz yok sonuçta. Biraz bağırıp, küfredip belki ekstradan bir iki tabak çanak kırıp rahatlıyoruz işte bir şekilde. Böyle ak sakallı dede gibi sağdan sağdan gelip 'sakin ol' diyen tiplere arkadaş falan demeden fütursuzca saldırmak istiyorum..

* Mutluluk ve mutsuzluk arasındaki fark 1.75 tl.. Valla bak. Ne kadar üzgün olursam olayım bir şekilde elime Kinder Sürpriz yumurta geçtiğinde güzelce soyup, çikolatasını ve parmaklarımı yalayıp, kutudan çıkan oyuncağın parçalarını birleştirip masamın üzerine koyarak gülümseyebiliyor ve vay arkadaş diyorum, hayat o kadar da boktan değil. Peki, gerçekten işe yarıyor mu? Evet. En azından yarım saat..

* Özlemek dünyanın en alçak duygusu. Düşünmemek bir yere kadar mümkün olabiliyor, oyalıyor insan kendini bir takım saçma sapan uğraşlarla. İnsan birini düşünmek istemiyorsa tam olarak beceremese bile epey uzun bir süre erteleyebiliyor bunu. Ama özlüyorsa onu, her an özlüyor, her saniye. Tepeden tırnağa özlüyor, bütün hücreleriyle..

* "Bazı sözler, yürekteki buz tabakalarını, ne kadar kalın olurlarsa olsunlar, birkaç saniyede kırarlar. Katılığın sarsılmaz kalelerini birdenbire çökertirler, duygusallığın önünde yükseltilmiş duvarları yıkarlar.." Şu an aklımdan geçen tek bir söz var. Gözünün içine bakarak ve ömrümde ilk kez yalvararak söylemek istediğim tek bir söz.. "Elimi bırakma.." "Önce elimi tut, ve sonra hiç bırakma.."

* Sevgililerim tarafından farklı bahanelerle terk edildim hep. Ama bana en çok koyan bahane 'artık beni heyecanlandıramıyorsun' oldu.. N'apcaktım lan, bungee jumping mi yapacaktım, Afrikaya safariye mi götürseydim seni, geceleri Spider Man'a dönüşen Peter Parker mıyım da maceradan maceraya koşayım ben .mına koyim. Kim olduğum ne olduğum belli baştan heyecanlanıp sonra heyecanlanmıyorsan git tedavi ol bana ne!

17 Ağustos 2011 Çarşamba

Müphem Şiir..

Al işte düştün sen kendin düş kapımın yan dalı
Göğsüm daralsa da biraz yakamda bir ferahlık
Taliydin hem izafi as’lolmadan kayboldun
Vehimdi zaten mutluluk kaybın sayılmaz vahim
Temaşa bekleme boşa belki hayırdır gidişin

Yan yana gelmemiz bile bizatihi günahtı
Sen Havva’ydın ben elma Adem o ara müphem
Mutluluk sandığımız şey nevrotik bir bozukluk
Eskiler nevrotiğe ne derlerdi hiç bilmem.

Çoksa da telaşa mahal alınma sen üstüne
Hint keneviri stokum epeyce idare eder
İyi kızlar cennete kötü kızlar her yere
Kalbi kırık adamlar cehennemin dibine gider..

15 Ağustos 2011 Pazartesi

Neden Ferdi Tayfur Dinliyorum..?

Çünkü o Ferdidir. Orhan Gencebay kral, Müslüm Gürses babadır ama Ferdi sadece Ferdidir.

Çünkü benim tanıdığım ilk gerçek tutunamayan Ferdi Tayfur’dur. Bütün filmlerinde ve şarkılarında istisnasız hep kaybetmiştir.

Çünkü çocukluğumun ciddi bir parçasıdır o benim. TRT hala anlayamadığım bir takım nedenlerden dolayı arabeskçileri uzun yıllar aforoz ettiği için babamla hafta sonları videocuya gidip onun filmlerini kiralarken hayatımın en güzel yolculuklarını yaptım ben.

Çünkü o acıyı estetize eden bir tür Thomas Bernhard’dır. Hiçbir entelektüel kaygı taşımadan basit insanların sıradan acılarını buğulu sesiyle yoğurup ruhlarımıza katık etmektedir otuz küsür yıldır.

Çünkü yıllardır memleket aydıncıklarının kendisini tu kaka ilan etmesine, dinleyenlerine kro, maganda gibi ipe sapa gelmez sözlerle saldırmasına bir kez bile tepki göstermemiş, kimseyle polemiğe girmeden işini bildiği gibi yapmıştır.

Çünkü popçu böcekler gibi hallüsinatif neşeler saçan, hoplayıp zıplayan ve bizi de bu akıl hastalığına davet eden lolipop müziğinden uzak durmuş, hayatımızda ne varsa, neyin acısını çekiyorsak onun müziğini yapmıştır.

Çünkü bütün filmlerinde kısa boyludur, çirkindir, seven ve aldatılandır. Ama aldatılmasına rağmen sevmeye devam edendir. Tamircidir, ameledir, şofördür. Biz neysek o da odur.

Çünkü her ne kadar isyan eder gibi görünse de isyanın altında soylu bir tevekkül vardır. O en güzel ‘Allahım Sen Bilirsin’ diyendir.

Çünkü Adanalıdır, Allahın adamıdır. Adam gibi adamdır..

14 Ağustos 2011 Pazar

Tesirsiz Parçalar 68..

Kendime benzeyen insanlardan oldum olası nefret ettim. İnsanların genelini sevmiyor olmakla birlikte aklıma geldiklerinde suratımı buruşturmama neden olanlar, bir şekilde kendime benzettiğim insanlardır. O yüzden nerede asık suratlı, her şeye muhalif görünen, küstah ve ukala biriyle karşılaşsam hemen gardımı alıp tırnaklarımı çıkarmaya başlarım. Kendime bile tahammül edemezken bir benzerimle yakınlık kurma fikri bile oldum olası ürpertir beni. Ama gel gör ki farklı olduğunu düşündüğüm için sığındığım insanların zaman içinde ufak ufak bana benzemeye başladıklarını görmek içimde onulmaz Promotheus yaraları çıkmasına neden oldu hep. Mesela hiçbir ortak noktamız olmadığından ve sürekli kavga ettiğimizden büyük bir keyif alarak aynı evde yaşadığım ev arkadaşımla birkaç yıl sonra daha az kavga etmeye başladık. Sonra hiç adeti olmamasına rağmen kitap okumaya yeltendi. Son zamanlarda eskiden tiksindiği, ev süpürmek, bulaşık yıkamak gibi işleri de neredeyse tebessümle yaptığını görünce ipler koptu bende ve evden ayrıldım. Sanıyorum eski sevgililerimle olan şey de aşağı yukarı aynı. Başta bizi birbirimize çeken zıtlıklar zamanla törpüleniyor. İki taraftan birinin kişiliği baskın olmaya başlıyor ve diğerini kendine doğru çekiyor. Ve yavaş yavaş zayıf olan kuvvetli olanın huylarını edinip ona benziyor farkında olmadan. Fark edildiği anda da bulantı başlamış oluyor. Sonrası da malum zaten..

9 Ağustos 2011 Salı

Protest Şiir..

Kandırdılar bizi resmen, ağzımıza sıçtılar.
Sesimizi çıkarmadık.
Uslu çocuk ol dediler, uslu olduk bizde.
Ee hani, şirinler nerde?
Kalemden mendilden geçtim zippomdan kan damlıyor.
Muhabbet kuşumuz öldü babam yenisini almıyor.
Protesto mahiyetinde geç gideceğim artık eve
Yalnız küçük bir sorun var
Babam protesto ne demek bilmiyor.
Yürümeye başladığımdan beri tepemde annemin terliği
Demoklesin kılıcı gibi sallandıkça sallanıyor.
Allahım söyleyemediklerimi en iyi sen bilirsin
Sen bari anla beni başka kimse anlamıyor..

6 Ağustos 2011 Cumartesi

İnsan Sevgisi !!..

- Ama ben insan sevmiyorum !
- Beni sevdiğini söylüyordun eskiden.
- İnsan olarak sevmiyordum ki ben seni. Öyle olsa yaptığın iyilikler arttıkça sana olan sevgimin de artması gerekirdi. Ama öyle olmadı. Ki öyle olağanüstü bir iyiliğine de şahit olmadım. Ne yaptın ki? Okul mu yaptırdın, fakirler için kermes mi düzenledin, şahit olduğum maksimum iyiliğin mendilci çocuklardan mendil almak olmuştur. Eminim onu da daha fazla sırnaşmasınlar diye yapmışsındır.
- Yani?
- Yanisi şu. Bir insan başka bir insanı bütün boyutlarıyla asla tanıyamaz. Karşımızdaki insana verdiğimiz değer mukabilinde istediğimiz taraflarımızı gösterir istemediklerimizi de saklarız. Evrensel bir sahtekarlık bu ama yapacak bir şey yok.
- Yine abartıyorsun. Ve ben de hala sana şaşırmaya devam ediyorum
- Abarttığım falan yok. Şöyle düşün dediğim gibi olmasaydı eğer bütün insanlar ilk sevgilileriyle evlenirlerdi. Bizi düşün mesela. Başlarda nasıl heyecanlıydın bir araya geldiğimiz zamanlarda hatırlasana. Ne oldu sonra peki? Bir sürü saçma sapan tarafımı keşfettin gün geçtikçe ve sonunda bu noktaya geldik. Peki o saçma sapan taraflarım zamanla mı ortaya çıktı? Hayır tabi ki. Onlar hep vardı. Ben o saçma sapanlıklar demektim hatta.Bilerek sakladım onları senden. Herkesin herkese yaptığı gibi.
- Beni bıraktın bütün insanlığı suçlamaya başladın şimdi de.
- Kimseyi suçladığım falan yok. Durum tespiti yapıyorum sadece.
- Her şeyi sorgulayacağına kendini de beni de insanları da rahat bıraksaydın bu noktaya gelmezdik.
- Benim bir şikayetim yok. Daha doğrusu kalmadı.
- Ee neden bunları konuşuyoruz o zaman?
- Ben insan sevmiyorum dedim sen neden diye sordun ben de anlatmaya başladım.
- Ama anlattıkların cevap sayılmaz. Bir an için söylediklerini doğru kabul edelim. Eğer sen de dahil olmak üzere bütün insanlar bu sahtekarlık oyununu oynuyorlarsa bu işin normali bu demek değil midir?
- Ben normal değil demedim ki zaten.
- Ne dedin peki?
- Bininci kez mi söyleyeyim?
- Tamam tamam anladık sen insan sevmezsin.
- Bininci tekrarda anlıyorsun, fena sayılmaz
- Off..
- Güle güle..

4 Ağustos 2011 Perşembe

Tesirsiz Parçalar 67..

67.
Oyuncaklar alıyorum sürekli kendime. Arabalarım, helikopterim, trenim, süper kahramanlarım, boncuğum, ejderhalarım ve başka onlarca oyuncağım var. Neden? Oyuncakları çok sevdiğim için mi? Evet oyuncakları çok seviyorum ama tek neden bu değil galiba. İki yaşından itibaren abi olduğum ve sekiz yaşına geldiğimde yanımda üç tane küçük kardeş gördüğüm için çocukluğumda kendime ait oyuncağım olmadı hiç. Oyuncak deyip geçmeyin, bir çocuğun ilk oyun arkadaşı hatta ilk sırdaşı oyuncaklarıdır. Oyuncaklarla beraber büyür çocuklar. Benimse oyuncaklarım diğer kardeşlerim oldu hep. Zaman zaman heves edip yalvar yakar babama aldırdığım oyuncaklarla ancak eve gidene kadar sevişebildim. Çünkü biliyordum ki daha eve girer girmez biri görüp ağlayacaktı ve ben de oyuncağımı ona vermek zorunda kalacaktım. Bazen düşünüyorum, neden hepimize ayrı ayrı oyuncaklar almıyordu acaba babam? Muhtemelen oyuncak o zamanlar pahalı bir şeydi ve yine muhtemelen bizim o kadar paramız yoktu. Neyse işte, şimdi oyuncak alabilecek kadar para kazanıyorum şükür ve oyuncaklarımla eve geldiğimde ağlayarak onları elimden almaya çalışan kimselerin olmayacağını da biliyorum. Bir kaç kez kuş ve balık alıp onlarla oyalanmaya çalıştım ama bazı zamanlar kendim dahil nefes alan hiçbir şeye tahammül edemediğimi farkedince canlı hayvan sevdasından çabuk vazgeçtim. Ve çocukluk aşkım olan oyuncaklarda karar kıldım. O yüzden de kafama estikçe çıkıp oyuncaklar alıyorum kendime. Ve oynuyorum da onlarla. Otuz yıl geriden oynuyorum farkındayım ama hayat da böyle bir şey değil mi zaten? Geç kalmaların arasında nefes almaya çalışıyoruz işte hepimiz, kimimiz başka insanlara tutunup ayakta kalmaya çalışıyor kimimiz de yaşayamadığı çocukluğuna sığınıp oynayamadığı bütün oyunları bir nefeste oynamak için çabalıyor..

3 Ağustos 2011 Çarşamba

Tesirsiz Parçalar 65-66..

65.
John Kennedy Toole. Alıklar Birliği’nin efsanevi yazarı. Uzun bir aradan sonra tekrar okumaya başladım ve yüzümdeki aptal sırıtışı kitabın kapağı kapanana kadar muhafaza ettim. ‘1969 yılında, otuz iki yaşındayken intihar eden John Kennedy Toole'un bu romanı, ölümünden sonra annesinin ısrarlı çabalarıyla 1980 yılında yayınlandı ve 1981 yılında, Amerika'nın en büyük edebiyat ödülü olan "Pulitzer Ödülü" -ilk kez ölü bir yazarın yapıtına- "Alıklar Birliği"ne verildi. John Kennedy Toole, bu romanında yaşadığı çağdan hoşnut olmayan, çağa ayak direyen bir kahraman yaratmış. Romanın kahramanı "İgnatius", koca göbeği, gürültülü geğirtileri, yellenmeleri ve oburluğuyla bir "Gargantua"; herkese: Freud'a, eşcinsellere, eşcinsel olmayanlara, Protestanlara ve çağın her türlü aşırılığına karşı açtığı tek kişilik savaşla tam bir "Don Kişot". Tam anlamıyla komik bir kişi, ama komik olduğu kadar da zeki; kendisini komik bulanları daha komik bir duruma düşürecek kadar zeki. 60'larda yazılmış bu romanın kahramanı 80'leri, 90'ları görecek kadar ileri görüşlü.’ İgnatius gibi bir abim olmadığı için o kadar hayıflanıyorum ki. Birilerinin hemen ilgisini çekeceğini bildiğim için söyleyelim, Alıklar Birliği, otuz iki yaşında kendi beynini uçurarak kısa yoldan dünyadan gitmeyi seçmiş yazarın tek kitabı. Haliyle yaşarken kitabının basıldığını göremediğinden 1981 yılında romanına Pulitzer verileceğini tahmin etmemiş olduğu da aşikâr. Edebilseydi beynini uçurmamayı tercih eder miydi, bilmiyorum.

Elime aldığım bir diğer kitabın ismi ise İğrenç Adamlarla Kısa Görüşmeler. Yazarı David Foster Wallace. 2008 yılında ömrü boyunca hep mücadele ettiği depresyonla daha fazla uğraşamayacağını düşünüp kendi isteğiyle var oluşunu sonlandıran bir güzel insan.. Kaliforniya’daki evinde kendini astıktan sonra Wallace kendi ifadesiyle ‘ne kadar yıkanırsa yıkansın kurtulamadığı hayatın kirinden’ kurtulmuş mudur bilmem. Ama şundan eminim ki yazdıkları günün birinde modern insan denilen zavallıların bütün foyasını ortaya çıkaracak kadar güçlü..

66.
Artık daha sakinim. Ne istediğimi bilmediğim için oradan oraya kendini atıp duran zavallı ruhum duruldu artık. Hiçbir şey istemiyorum. Ve bunu züppe bir Nihilist tavrıyla söylemiyorum. Kelimenin tam anlamıyla hiçbir şey istemiyorum. Hiç kimsem olmasın, kimselerin kimsesi olmayayım, varlığım emsalsiz yokluğumun müjdecisi olsun. Berrak bir su buharı gibi kimselere değmeden ‘yavaş yavaş geçtim kalabalıkların arasından’ demek istiyorum hepsi bu..