Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

29 Temmuz 2011 Cuma

Tesirsiz Parçalar 62-64..

62.
Benzer acıları yaşayan insanlar birbirlerini tanırlar. Ama belli etmezler tanıdıklarını. Herhangi bir yerde karşılaşabilirler. Metroda, barda, sokakta, kafede.. Sadece bir kez göz göze gelirler ve anlarlar. Daha sonra bakmazlar birbirlerine, belki canları daha çok yanacağından, belki de buna hiç gerek olmadığından. İlk bakışma aynı zamanda son bakışma olur. Ama onlar tanırlar birbirlerini. Muhtemelen o ortak acının müstehzi mahcubiyeti tekrar göz göze gelmelerine engel olur. Ama tanırlar onlar birbirlerini, çaktırmadan kimselere koruyup kollarlar..
Bazen kendinizi bir insana yakın hissetmeniz için bir şeyler paylaşmanız gerekmez. Benzer acıları yaşayan insanlar kendiliğinden ortaya çıkan görünmez bağlarla birbirlerine bağlanabilirler. Hatta bazen birbirlerinin tam olarak farkında bile olmadan yaparlar bunu..

63.
Zaman zaman kafamı kaldırıp çevreme baktığım oluyor tabi. Küçük küçük tutunma denemelerim de oluyor haliyle. Ama yaşadığım ve tanık olduğum her şey kitaplara daha fazla gömüyor beni ısrarla. Sanırım erken yoruldum ben..

64.
İnsan, başka beklentileri karşılanmadığında var olan mutlulukları da yok edebilen bir hayvandır. Bir şeyler olur. Başlangıçta her şey güzel de gidiyordur. Ama yetinmezsin. Yetinemezsin çünkü yetinmek senin hayvansı doğana aykırıdır. Hep bir fazlasını istersin. Ve bir yerden sonra karşındakinin veremeyeceği şeyleri istemeye başlarsın. Doğal olarak karşındaki veremeyeceği şeyleri veremez. Sonra sen durumun yarattığı hırçınlıkla istediğin şeyden vazgeçmek yerine dehşet verici bir bencillikle ısrarını sürdürürsün.
Sonuç : Daha önce elde ettiğin küçük mutlulukları da kaybedip yalnızlığa gömülür ve Orhan Gencebay'a sığınırsın..

26 Temmuz 2011 Salı

Tesirsiz Parçalar 61..

61.
Bazen bir şey söylemeniz gerekir. Tek bir laf vardır aslında söylenecek ve bütün dünya durup o lafı etmenizi bekler. Ama edemezsiniz. Kitaplarda yazan şeyin gerçek olduğunu anlarsınız o an. Kelimeler boğazınıza yumruk gibi tıkanır. Kelimelerin boğaza yumruk gibi tıkanması durumunun uydurma bir benzetme değil gerçek bir durum tesbiti olduğunu görürsünüz. Sonrası bir yığın maskaralıktan başka bir şey değildir. Öyle oldu yine. Benim ve onun ve çevremizdekilerin ve evrenin ve başka her şeyin iyiliği için bir daha görüşmemek zorunda olduğum o'na söyleyeceğim son sözün unutulmaz bir söz olmasını istemiştim oysa. Tıpkı filmlerdeki gibi. Ölmek üzere olan kahramanların son olarak ettikleri kulaklardan silinmeyecek sözlerere benzeyen bir sözle vedalaşmak istemiş ve saatlerce bunun için kafa yormuştum. "Hasta la vista bebeğim" gibi. Ya da "Gülersen bütün dünya seninle birlikte güler, ağlarsan tek başına ağlarsın" gibi.. Hiç olmadı "İ'll be back" falan gibi bir şeyler söyleyebilseydim keşke.. Olmadı. O sihirli son anda söyleyebildiğim son söz gerizekalılığımın tescili olarak hala kulaklarımda çınlamakta. Önce kendine iyi bak dedim, peşinden de hoşça kal.. Ne kadar etkileyici! Eminim en az on yedi dakika falan unutmamıştır telefonu kapatırken ettiğim mucizevi veda sözlerini. Kendine iyi bak.. Bu kadar işte etkim de, gücüm de, kelimelerle yaratacağım tesirin de üst limiti en fazla on yedi dakika.. Kahramanlıkla maskaralık arasında gidip geldiğim zaman dilimi. On yedi dakika!!

25 Temmuz 2011 Pazartesi

Dağınık Sicim

Dağınık Sicim

Eve dönen sigortasız bir travesti kadar yorgunum
Beni al, yont yoğur, sar sarmala
Alakası olmayan parçalara bölündüm
Tamamla..

Yaşamak sıkıntılı iş yaşlandıkça anladım
Ruhum payına hiç düşen nevrotik bir piç.
Zaman akar, su durulmaz, içim dağınık sicim
Toparla..

Sen yokken çok okudum, çok söz birikti heybemde
İstesem didaktik didaktik konuşurum şimdi
Ama bilirim, sevmezsin spesifik sözleri
Bağışla..

'Ruhuma bir hayat yakıştıramadım' sevgilim
Neyi tutsam elimde kaldı, usandım nefes almaktan
Oysa içimde bir tohum, su versen filizlenecek.
Hatırla..

19 Temmuz 2011 Salı

Ağlamaklı Şiir..

Adın üç kere geçti saçma sapan bir filmde
yalnız olsam çok ağlardım ama annem bakıyordu
otoban dolusu gürültüyü sıkıştırıp beynime
anne dedim, hadi çay koy da içelim..

17 Temmuz 2011 Pazar

Tesirsiz Parçalar 55-60..

55.
Benim için hiçbir özel durumu olmayan uzak bir arkadaşım, tesadüfen karşılaştığımız saçma sapan bir mekanda ayak üstü bir kaç dakika lafladıktan sonra, "Seni hiç iyi görmüyorum" dedi. "Ama sanırım bu çok kötü bir şey değil. İyi olmamak için bilinçli bir şekilde uğraşıyor gibisin ve bütün rahatsızlıklarını tırnaklarınla kazıyarak kendin yaratmışsın. O yüzden de beter ol demekten başka bir şey söylenmez sana."
Boynuna sarılmak istedim o uzak arkadaşın ama tuttum kendimi. En yakınlarımın bile anlayamadığı, hatta benim bile toparlayıp dillendiremediğim otuz yıllık ruh halimi üç cümleyle özetleyiverdi. Evet tırnaklarımla kazıyarak yoktan varettim ben mutsuzluklarımı. Ne denir ki başka? "Bu mutsuzluk benim,ilişmeyin.."

56.
Peşpeşe okuduğum iki kitabın ismi Ruh Kırılması ve Ruh Hastalığı. İkisinin de yazarının ismi İsmail. İkisi de daha önce duymadığım kitaplardı ve tesadüfen elime geçti. İki farklı yayınevinden çıkmış, yakın tarihlerde basılmış ve büyük ihtimalle iki yazarında birbirlerinden haberdar olmadan yazdıkları iki ayrı kitap..
Arka arkaya okudum ve bol bol göz damlası kullanmak zorunda kaldım. Tutunamayanlar'dan beri hiçbir kitapla bu derece yakınlık kuramamıştı ruhum. Sanki iki İsmail, birbirlerinden tamamen habersiz bir şekilde yıllarca benim içimi izlemiş gördüklerini kağıda dökmüş. Edebi değerleri tartışılır, hatta tartışılmaz bile belki. Çok başarılı kitaplar oldukları söylenemez. Ama çok acaip bir zamanda karşıma çıktılar ve ben bir kez daha emin oldum. Tesadüf dediğimiz şeyler, Tanrının bize göz kırpmasıdır aslında..

57.
Sana dair umutlarım azaldıkça, daha çok seviyorum seni. İmkansızlığın güzel taraflarını keşfettim sayende. Yanımda Genta* taşıyorum artık. Seni her gördüğümde, arkandan üçer damla damlatıyorum. Küçücük kutu etraftan gelebilecek bir sürü lüzumsuz soruyu engelliyor.
*Genta: Göz damlası..

58.
Annem, "oğlum akşam eve erken gelir misin?" dedi. Neden anne dedim, "hiç" dedi "konuşuruz biraz." İçim acıdı. Hemen her gün laflarız annemle, ama uzun süredir konuşmuyoruz. Yani konuşur gibi konuşmuyoruz. Günlük rutin seslenmeler oluyor haliyle ama anneme "Anne, nasılsın?" demeyeli on yıl olmuştur en az..
Sonuç : Saat on ikiyi geçti ve ben hala eve gitmedim.
Sonuç 2: Hiçbir şey yapmadan bile annemi üzmeyi becerebilecek kadar boktan bir evladım ben. Tren çarpsa artık bana da hepimiz kurtulsak..

59.
Kadınlar, yaşamak istedikleri hayata aşk seçiyorlar. Erkekler ise önce aşık olup sonra aşık oldukları kadının hoşuna gidecek bir hayat yaşamaya çalışıyorlar.. Bu ne boktan çelişki lan böyle..

60.
Hiç..

8 Temmuz 2011 Cuma

Halet-i Ruhiyemi Takdimimdir..

Hayatım ülkeme ne kadar da benziyor.. Nazlıdır benim ülkem. Kısa ömrü hep hassas dönem edebiyatlarıyla geçmiştir. Kuruluş yılları; taşlar yerine oturmadı aman dikkat edelim, kırklar; bütün dünya savaşta aman dikkat, elliler; lan demokrasi bol geldi bu ibnelere hadi bakalım ordu cumhuriyeti korusun, altmışlar; bakın siz sağcısınız bunlar solcu hadi bakalım yiyin birbirinizi, yetmişler; devam devam hadi bakalım. Oo aleviler de varmış burada devam gençler devam hadi hep beraber saldırın birbirinize, seksenler; evet evet demokrasi neyine lan bunların hadi bakalım ordu tekrar göreve, doksanlar; terör.., ikibin; yahu laiklik elden gidiyor nerde lan bu ordu? İkibinon; herkesi tutuklayın .mına koyim…

Çocukluğum saçma sapan bunalımlarla geçti. Okuduğum kitapların yan etkisi olsa gerek. Yahu bir insanın sekiz yaşında hayatla ne problemi olur. Dostoyevski okursa olur işte. Oysa çık sokağa oyna tutan mı var? İlkokula gidiyorum ve bir yığın ontolojik sorun var kafamda, pehh..

İlk gençliğimde solcu oluverdim birden. Ama ne solcu. Üç lafımdan dördü emek, işçi sınıfı, artı değer, halkların kardeşliği v.s.. Bıraksalar solculuktan öleceğim. Öyle böyle solculuk değil. O kadar inandırmışım ki kendimi ‘güneşi zaptedeceğimiz günlerin yakın’ olduğuna. Sadece tesis ve alet edevat sorunu kalmış. Halkımız arkamızda zaten. Yeter ki devrimci kıvılcımı ateşleyelim biz..

Polisten yediğim ikinci veya üçüncü seri tokada bile mukavemet edemeyecek kadar zayıfmış benim şanlı solculuğum. Biraz devletten dayak biraz da babamdan fırça yiyince bıraktım..

Sonra aşık olmalara başladım. Bana birazcık ilgi gösteren her kadına aşık olduğum saçma ve kayıp birkaç yıldan sonra uzun süreli istikrarlı aşk deneyimlerim oldu. Hiçbirini sonuna kadar götüremedim, hayatımdaki hiçbir kadını adam akıllı mutlu etmeyi başaramadım, ama hepsinden çok şey öğrendim. Geriye dönüp baktığımda şöyle ağız dolusu küfürle andığım hiçbir eski sevgilim olmadı. Hiçbirini ben terk etmedim, gittiklerinde hepsinin arkasından mütemadiyen yas tuttum. Ama dediğim gibi, hiçbirinin anısına bilerek saygısızlık etmedim, en azından içimden hepsini iyi andım..

Bu yaza kadar her sene aralıkları değişen depresyon seansları tertipledim kendime. Bu günlerde de girmeyi düşünüyordum depresyona ama annemin en sevdiğim depresyon hırkamı eskidi bu artık diyerek yer bezi yapması sonucunda giremedim. Hırkanın hikayesi de şu. Uzun, yerlere kadar değen kalın mı kalın hardal rengi eski bir hırka. Pek matah bir şey değil tabi. Ama son on yıldır ne zaman kendimi çok kötü hissetsem o hırkaya bürünüp, birkaç hafta evden çıkmayıp, tv ya da bilgisayar açmayıp hatta kitap bile okumayıp aptal aptal tavanı seyrederek yani depresyonun dibine kadar vurarak kendi kendime saçmalıklar yaptım. Ve o saçmalıkların kilit oyuncusu da hırkamdı. Şimdi hırka gitti.. Ben de vazgeçtim depresyona girmekten sonra oturdum bu yazıyı yazdım.

Özet : Ülkem gibi ben de hep hassas dönemlerden geçiyorum. Ve bu hassas dönemler hiç bitmeyecek gibi görünüyor. Ve takdir edersiniz ki şu an itibariyle de ülke ve ben çok hassas bir dönemdeyiz :)

7 Temmuz 2011 Perşembe

Tesirsiz Parçalar 52-54..

52.

Tesirsiz ne kadar söz varsa
ruh cebimde biriktirdim
ki zaten ben
küçükken de meraklıydım
suya yazılar yazmaya..

53.

İnsanlarla marullar arasındaki en büyük fark; marulların, marullarla insanlar arasındaki en büyük farkı fazla umursamamalarıdır. Bir insan eğer isterse oturup saatlerce insanlarla marullar arasındaki en büyük farkın ne olduğunu düşünebilir. Oysa hiçbir manavda bunu mesele yapan bir marulla karşılaşmazsınız..
Sonuç : Galiba marullar bizden daha akıllı..

54.

Belki canım sıkkındı belki sadece dikkat çekmek istemiştim belki söylediklerim aslında söylemek istediklerimin tam tersiydi tanımadığın biri yoldan geçerken küfretse bile sana efendim der bir şans daha verirsin acaba yanlış mı anladım dersin bana o yabancıya verdiğin şansı bile vermedin efendim deseydin seni seviyorum diyecektim belki demedin bir şey sırtını dönüp gittin iyi mi oldu yani şimdi sana da yazık bana da..

1 Temmuz 2011 Cuma

Güvercin Telaşı..

Yaşadıklarımdan hayal ettiklerimi çıkarttığımda
Geriye kocaman bir hayal kırıklığı kaldı.
Gerçi matematik oldum olası zayıf bende
ama konu bu değil şimdi..
Hayattan tamamen ümidimi kestiğim anlarda bile
şaşırmaktan alıkoyamadım kendimi
yavrusuna yiyecek götürmek için çırpınan serçeye.
Ya da her bozulduğunda yuvası
dehşetli bir tutkuyla aynı yere
çer çöp taşıyan güvercine.
Ne var dedim kendi kendime, ne var
Ne var da tutunmaya çalışıyorsunuz bu kadar
Bu rezil hayata?
Çıkamadım tabi işin içinden
ve serçelerle güvercinlere havale ettim bütün ontolojik kaygılarımı..

Rakı ya da Kafka ya da Xanax ya da Perec
hepsinde aradığım şey aynı aslında.
Usanmadan her defasında bozulan yuvasına
çer çöp taşıyan güvercinin
hevesidir yakalamaya çalıştığım her neyse..
Benden geçen şeylerin farkındayım elbette
İçimden geçenlerle ters orantılı hemen hepsi
Gölgesine sığındığım rakı şişesinin görkemi
Azalsa da o son lanet duble içildiğinde
gecenin son saatlerinde
İçinde serçeler ve güvercinler gezinen
laflar etme arzusu doluyor bir yerlerimde.
Ağzımı açacak oluyorum
ama dinleyen kimse yok
Neyse diyorum sonra, neyse
Neyse..