Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

22 Kasım 2010 Pazartesi

Eğer seni sevmiyorsa...

* Eğer seni sevmiyorsa, içinde 'o' olan hayaller kuramazsın..


* Eğer seni sevmiyorsa, belki de başkasını seviyordur..


* Eğer seni sevmiyorsa, içtiğin biranın dudağının üst kısmında imkânsız incelikte bir köpük çizgisi oluşturduğunu hiç kimse farketmez.


* Eğer seni sevmiyorsa, boşta kalan elini göğsünde ısıtıp kendini yeniden doğurmak istersin..


* Eğer seni sevmiyorsa, sevseydi neler olurdu hiçbir zaman bilemezsin..


* Eğer seni sevmiyorsa, aslında hiç kimse bir diğerini sevmiyordur..


* Eğer seni sevmiyorsa, Kasım da herkesten çok sen üşürsün..


* Eğer seni sevmiyorsa, hep onu sevdiğin yaşta kalırsın..


* Eğer seni sevmiyorsa, bir yerlerde bir şeyleri yanlış yapmışsındır..


* Eğer seni sevmiyorsa, seni sevmesine izin vermemişsindir..


* Eğer seni sevmiyorsa, her şey masumiyetini yitirmeye başlar..

* Eğer seni sevmiyorsa, yeniden var olmak için önceki seni tamamen tüketmen gerekir..

16 Kasım 2010 Salı

Anne.. Sus Artık..

Hayallerimin içine itirazlar karışıyordu.
Anlat oğlum, içine dert olması derdi hep annem
(Oldu anne, dert oldu içime...)

Kafamın içinde itirazlar yükseliyor. Düşüncelerimi peşpeşe sıralayamıyorum. Gerçek, zaman, eşya ve annem engel oluyor bana. Oysa istediğim tek şey, hiçbir şey. Kelimenin tam anlamıyla hiçlik.. "Üşüdün mü oğlum?" -Bilmiyorum anne- Kafamı toplayamıyorum. Ama düşünmeden de olmaz. Düşünüyorum işte, düşündüğüm her şeye de itiraz ediyorum sonra. Yaşadığım güzel şeyleri düşünmeye çalışıyorum, yalanmış hepsi diye bir ses yükseliyor. İki sesin de kaynağı aynı. Birbirlerini ikna edemiyorlar. Kesik kesik fotoğraflar var sadece, anlamlı bir bütün yaratamıyorum. Süreksiz yaşadığım için böyle oluyor galiba. Sürekliliği olan hiçbir şeye izin vermedim ki hayatımda. Doğdubüyüdüöldü sürekliliği demek olan hayat bile öyle demek değil gibi geliyor bana. Doğduktan çok uzun süre sonra yaşamaya başladım sanki ve yaşamaktan vazgeçtikten çok uzun bir zaman sonra öleceğim. Düşünmeden olmuyor ama düşüncelerime itiraz etmekten de alıkoyamıyorum kendimi. Sonra aklım, ruhumu çürütüyor işte... Kıpırdamak istemiyorum. Hatta yok olmak istiyorum. Hayır hayır yaşamak istiyorum, ama bu işi var olmadan yapabilsem. Hayalet gibi yaşayabilsem insanların arasında, kimselere görünmeden. "Çay koyayım mı oğlum?" -Koyma anne- Düşüncelerim bölünüyor, bedenim dağılıyor, olduğum yerde yavaş yavaş çürüyorum.. "Biraz uzansan oğlum." -İyiyim böyle anne- İyi değilim ben anne, hiç iyi değilim ben. Anlatmadan anlayabilsen keşke. Kafam çok karışık anne, nasıl susturacağım bu sesleri? Anne, hayaletleri kimse aldatamaz değil mi? Hem delirmezler de onlar.. Soyut bir şey olmak istiyorum anne ben. Şeffaf bir varlık. Bana bakınca duvarı görebilsin herkes mesela. Varken yokmuşum gibi.. Öldüğümü zannedebilirler. Olsun. Ben başka türlü varolmak istiyorum. O başka türlü varoluş durumuna geçtiğim an bunu anlayamayacaklardır. Önemli değil. Merak ediyorum neler konuşacaklar. Öldü diyecekler. Hep birlikte üzülecekler. Aralarındayken benim için üzülmeyen herkes çok üzülecek. Beraberce tören düzenleyecekler. Hayatıma değen bütün insanları bir araya getirebilecek bir tören düzenleyebilseniz keşke. İmamın önderliğinde yaşlı gözlerle önlerine bakan kocaman bir 'iyi bilirdik' kitlesi. Yaşarken beni kötü bilip giden herkes, hep bir ağızdan iyi bilirdik diye bağırır değil mi orada? Ölünün arkasından konuşulmazdı hani? Yok yok o lafın aslı ölünün arkasından kötü konuşulmaz olmalı. Yaşarken yapmadık kötülük bırakmadıkları için mi öldükten sonra güzel sözler söyleme telaşına düşüyorlar? Kimse iyi bilirdik diye bağırmasın anne arkamdan. Beni nasıl hatırlıyorlarsa öyle düşünmeye devam etsinler. Kötü bilirdik desinler, işe yaramazın tekiydi. Hepimiz anladık o yüzden de birer ikişer dağıldık etrafından.. Sonra üzerime toprak atma yarışını başlatsınlar. Gömdükten sonra da birbirlerine yakın olanlar ikişerli üçerli kümeler oluşturup fısıltıyla konuşmaya başlasın. "Çok üzüldük" desinler, "çok iyi adamdı." İtiraz ediyorum, iyi değildim ben, hiç iyi değildim hepiniz biliyordunuz. Ve adam da olamadım aslında. Duymasınlar... "İyiydi" desinler, "ama tuhaflıkları vardı. Başka türlü bir adamdı." Canım insanlar... Hala adam diyorlar. Hepsi yanılmış olamaz galiba. Ölünce adam mı olunuyor yoksa? Üstümü örten toprak onların bana ve benim onlara yaptığım bütün fenalıkların da üstünü örtüyor mu? "Aç mısın oğlum?" -Değilim anne!- Anne görmüyor musun, düşünüyorum. Görmüyor annem. Düşünceler görülmezler. Toparlayamıyorum.. "Çıkıp bir hava alsan oğlum?" -Sus anne, sus sus sus...- Susma anne... Sakın susma... Sen susunca üşürüm ben, acıkırım susarsan. Varoluşum bir tek sana bağlı artık. Susma anne, ne olur susma.. -Sus artık anne- Anne ağlama. Anne iyi değilim ben, sen ne yapsan daha kötü oluyorum. Ama susma... Ama konuşma da... Bilmiyorum anne... İyi değilim ben. Anne ağlama artık. Sen ağladıkça ben kafamı duvarlara vurup parçalamak istiyorum. Anne, sen niye diğerleri gibi değilsin? Kessen ya benden artık ümidini. Baksana bir şey olmuyor bana. Hayalimde bile ölemiyorum... İtirazlar yükseliyor...

15 Kasım 2010 Pazartesi

iNSOMNİA..

"Bu karanlık iyi böyle aferin tanrıya
Herkes uyusun iyi oluyor,hoşlanıyorum"
T.UYAR

İnsanlar uyurlar.. Normal olan bu olduğu için de uyuyamamayı anormal bir durum olarak görürler. Hatta bu uyuyama anormalitesini bir hastalık olarak kabul edip adına da İnsomnia derler.. Normal bir insan yatağa gider ve tüm gece boyunca uyuyarak sonraki gün adeta yeni bir hikayeye başlar. Bu, sadece farklı bir gün değil, farklı bir yaşamdır da. Kötü anlardan, anı ve düşüncelerden sıyrılabildikleri bir tür mabettir onlar için yatak.. Ve uyudukları an itibariyle arınarak pisliklerinden akıl sağlıklarını koruyabilirler. İşte bu yüzden kişi, düşüncelerin ya da şeylerin sorumluluğunu yüklenebilir, kendini ifade edebilir. Çünkü uyku ile beraber o bir şimdiye ve bir geleceğe sahiptir.. Zihnin geliştirdiği bir tür savunma mekanizmasıdır uyumak. Uyurken insan bilinçaltının yardımıyla temizlenir ve uyandığı an hiç kirlenmemişçesine varoluşuna devam eder. Uyku, onlar için her gün yeni bir yaşama başlayabilmenin kırılma noktasıdır. Fakat uyumayan bir kimse için,gece yatmaya gittiği zamandan sabah uyanana değin bunların hepsi süreğendir, kesinti yoktur. Bunun anlamı, bilinci baskı altına alacak bir şeyin olmadığıdır ve tüm bu şeyler bilinç çevresinde dönmeye devam eder. Kabuslar, bir şekilde hiç kesintiye uğramadan devam eder ve sabah, neyin başlangıcı..? Hiçbir şeyin. Madem ki bir önceki geceden hiçbir farkı yoktur, yeni bir gün varolmamıştır. Bütün bir gün provadır, provanın sürekliliğidir. Herkes geleceğe doğru koşuştururken dışarıda kalmışsınızdır.Bu durum aylar ve yıllar boyunca uzadığında, şeyleri algılama biçiminizi, hayat anlayışınızı zoraki olarak değiştirir.

Geleceğin nereye gittiğini göremezsiniz çünkü bir geleceğiniz yoktur. Ve ben, bu durumun hayatımın en korkunç, en sarsıcı ve kısacası en temel deneyimi olduğunu düşünüyorum. Bunların yanı sıra kendi kendinizle yalnız olma gerçeği de vardır. Herkesin uykuda olduğu bir geceyarısı tek uyanık olan sizsinizdir.. Ve ben, o anlarda insanlığın bir parçası olmaktan çıkıp, ayrı bir dünyada yaşarım..

14 Kasım 2010 Pazar

Kuğuların Arasındaki Çirkin Ördek Yavrusu..

Büyük beklentilerin olmasın.. Eğer yaşadıklarından çıkardığın en önemli ders nedir diye sorsaydı biri bana, bu üç kelimeyle cevap verirdim duraksamadan.. Büyük beklentilerin olmasın.. Bağırmayan anne, kırılmayan oyuncak, terketmeyen sevgili, bitmeyen oyun olmaz.. Beklentilerimin büyüklüğü ile hayal kırıklıklarımın büyüklüğü arasındaki çarpıcı ilişki öğretti bana bunu. Masumiyet denilen şey benim için anlamını, hayatım senaryosunu Bukowski'nin yazdığı ve müziğini Nick Cave'nin yaptığı boktan bir beat kuşağı filmine benzemeden çok daha önce yitirdi. Amacım karşıma çıkan herkese pislik atıp işin içinden sıyrılmak değil. Ama en başından beri anlayamadığım, bana yanlış gelen bir şeyler var. Ve şimdi anmaya bile değmeyecek bir sürü neden? Bir soru olarak 'neden ?' Neden insanlar anlatmak istediğim kadarıyla yetinip anlatamadıklarımı da anlattıklarımdan yola çıkarak anlamaya çalışmadılar? Ya sırtlarını dönüp gittiler ya da gereksiz sorularıyla ruhumun alabildiğine bunalmasına yol açtılar. Oysa susup yanımda kalmaları yeterliydi. Zamanları mı yoktu? Belki de sabırları.. O kadar çok sevebilirdim ki aslında hepsini.. Neden izin vermediler? Kendilerinden biri olmadığımı farkettikleri için belki.. Ama bu yanlış, daha doğrusu yanlıştı, yanıldılar. Aslında ben o kadar onlardan biriydim ki. Ağızlarından çıkan tek bir sözcüğü bile kaçırmadan dinliyor, sonra onlar unuttuklarında hatırlatıyordum. A.... B....'den nefret ettiğini söylüyordu mesela sonra B.... yanımıza geldiğinde onu nasıl sevdiğini anlatıyordu ben de az önce konuştuğu şeyi unuttuğunu farkedip aslında B....' den nefret ettiğini hatırlatıyordum.. Sonrada A.... ve B.... benim ne kadar salak olduğumu söyleyerek yanımdan uzaklaşıyorlardı. Hiç anlamıyordum, onları ciddiye aldığım için mi kızıyorlardı bana. O kadar uzun süre baktım ki gözlerinin içine,ne olur dedim içimden, beni de aranıza alın, istediğiniz gibi olurum, sizin gibi davranmayı konuşmayı küfür etmeyi becerebilirim.. Kabul etmediler.. Ama edeceklerinden emindim bir gün.. Hırsla küfür etmeyi, sigara içmeyi, yalan söylemeyi, sağa sola tükürmeyi ve kavga etmeyi öğrendim. Artık bir farkımız kalmamıştı, aralarına alırlardı beni. Yine almadılar.. Sonra anladım ki, bunlar sonradan öğrenilince olmazmış. Efendiliğin üstüne giydirilmiş serserilik nasıl sırıtırsa bünyede, ben onların arasında hep öyle sırıtırmışım. Bazı şeyler öğrenilmez, doğuştan bilinirmiş. İnsan onları bilerek doğarmış. Doğdukları zaman küfür etmeyi yalan söylemeyi ve kavga etmeyi bildikleri için onlar, ben ne yaparsam yapayım gerçek olamazmışım..
Çok zaman geçti tabi.. Ve ben büyüdüm.. Büyüdükçe efsane kavgalar ettim, olmadık küfürler uydurdum, herkesten çok sigara içtim ama masaldakinin aksine kuğuların arasındaki çirkin ördek yavrusu olmaktan kurtulabilmeyi bir türlü beceremedim.."

5 Kasım 2010 Cuma

Meyvelerden Nefret Ediyorum..

Meyvelerden Nefret Ediyorum..

Hatırladığım ilk derin hayal kırıklığım, belki de hatırladığım en eski yaşantımdır. Kendimi bildim bileli, hatırlamakta hep güçlük çektim. Şeyler, durup dururken geliverirler aklıma, ama ne zaman özellikle hatırlamaya çalışırsam bir şeyi, beceremem. İlk derin hayal kırıklığım da sıradan bir arkadaş toplantısında, biçimsiz bir meyve tabağının içinde geliverdi aklıma.
Bana ilk derin hayal kırıklığımı yaşatan dünyada en güvendiğim varlıkmış meğer. Babammış. Benim babam.. Dünyanın en güçlü, en merhametli, en akıllı ve kendisinden başka herkese karşı en insaflı adamı. Babam. Benim babam.. Hikayemin bazı detayları silinmiş belleğimden. Ama bazı imgeler canımı hala yakacak kadar net. Herşeyin başlangıcı ise. Bir meyve. Hangi meyve? Emin değilim. Bir meyve ve babam. Benim babam.. Benim kahramanımdır babam. Bazıları herkesin kahramanıdır bazıları ise sadece sizin. İşte benim babam ikinci tür kahramanlardandır, sadece benim kahramanımdır babam.
Meyve sevmiyorum ben, yemiyorum. Zorunda kaldığım zaman ucundan yemeye çalışıyorum evet, ama sevmiyorum. Ne zaman meyve çıksa karşıma, babam geliyor aklıma. Babam, benim kahraman babam.. Üç yaşındayım, belki de dört ama beş değil. Kiraz ya da vişne (emin değilim hala) istiyorum. Babam kanepede, uzanmış yüzükoyun. Ellerimden tutuyor.. Ellerim çocuk eli.. 'Yok oğlum' diyor. Yok. Ne yok? Para mı? Anlamıyorum ki. Ben meyve istiyorum. Babam uzanmış kanepede, yüzükoyun. Ellerimden tutuyor. İki çocuk elim, iki kocaman elin içinde kayıp. Bana ne diyorum, istiyorum. 'Yok oğlum' diyor babam. Ne yok? Galiba babam ağlıyor 'Yok Oğlum' Anlamıyorum ki.. Ne yok? Yok ne? Ne istediğimi tam olarak hatırlamıyorum. Ama küçük kırmızı meyvelerden biri emininim, ya kiraz ,ya vişne. 'Yok oğlum' diyor babam. Ama var. Var işte biliyorum ben. Adamın ismini de hatırlamıyorum. İbili gibi bir şey. İsim mi o, lakap mı? Bilmiyorum. İbili işte. At arabası var ve içi o meyvelerle dolu. Satıyor işte sokağımızda, gördüm ben. Çocuklu bir kaç kadın etrafını çevirmiş arabanın. O meyveden alıyorlar. Ben de istiyorum. Baba. Babaa.. Babam nerede? Babam evde olmalı. Koşarak eve giriyorum. Babam kanepede, yüzükoyun uzanmış. Annem mutfakta galiba. Sesi geliyor, kendisi yok. Sanki ağlıyor. Çocuklar İbili'nin başında. Ben de istiyorum. Baba diyorum, ben de istiyorum. 'Yok oğlum' diyor babam. Babam ellerimi niye kocaman sıkıyor? Babamın sesi titriyor. Ama. Ama babalar ağlamaz ki. Babalar bağırır, anneler ağlar. Ama babam ağlıyor galiba. Sanırım kötü bir şey yaptım ben, olmayacak bir şey istedim. Sussam ben, ağlamayı bırakır mı babam? İstemiyorum ben ondan desem yine kocaman kocaman gülerek havalara atar mı beni?
Baba.. Ben artık kocaman oldum. Ve biliyor musun, yüzüne karşı hiç söyleyemedim ama ben sana içimden hep babacığım dedim. Babam, babacığım.. Bilmiyorsun değil mi, meyve yemeye çağırdığınızda neden hep bir bahane bulup gelmiyorum. Ben meyve sevmiyorum baba, istemiyorum. Ne zaman nerede o küçük aptal kırmızı meyveleri görsem ellerim acıyor benim. Onlar benim babamı ağlatıyor.. İstemiyorum. Ne olur artık kimse ısrar etmesin, ben meyve sevmiyorum..