Küçükken her küçük çocuk gibi kendimi kahraman zannettiğim zamanlar olurdu. Ama en uzunu on beş dakika sürerdi bunların. Ya benden daha iri bir çocuk kabadayısına toslardım ya da kendi beceriksizliğimin sınırlarına.. Sonrası fiyasko..
Dördüncü sınıfta aşık olmuştum. Kız beşinci sınıftaydı ama bunun hiçbir önemi yoktu . Aşık olmuştum işte, yani galiba. Şimdi geriye dönüp baktığımda durumun adının aşık olmak olduğunu biliyorum tabi ama o zaman ben bu kızı seviyorum diyordum kendi kendime. Aşk ve sevgi arasındaki epistemolojik farkı bilecek seviyede değildim. Malum, o zamanlar yaşım henüz tek haneliydi. Ve ciddi bir sorunum vardı. Kız beni tanımıyordu, tanımayı bırak farkımda bile değildi. Görmemişti beni, her tenefüs sınıflarının kapısının önüne sotelenip seyrettiğim kız beni görmüyordu. Muhtemelen gözleri çok değmiştir bana, ama okuldaki yüzlerce sümüklü oğlandan biriydim nihayetinde nasıl farkedecekti ki beni. Evet bakmıştı bir kaç kez bana ama hiçbirinde görmemişti..
Dikkat çekmek için yaptığım şaklabanlıkları burada anlatmamın hiçbir anlamı yok. Kolayca tahmin edileceği gibi kendimi komik durumlara düşürürüp arkadaşlarımın taşak geçmesiyle sonuçlanan bir dizi girişimde bulundum elbette. Ama hiçbiri bırak işe yaramayı, onun dikkatini çekmemi bile sağlamamıştı.. O güne kadar..
O zamanlar hacı dayımın gazıyla zaman zaman kıldığım her namazın sonuna eklediğim standart duam kabul olmuştu sonunda. Bir şey olmuştu ve ben aşık olduğum kızın kahramanı olabilme fırsatını elde etmiştim. Tenefüse çıktığımızda okulun arka bahçesindeki akasyanın altında alışılmadık bir kalabalık vardı. İnsanlar gözlerini ağacın tepesine dikmiş uzaktan pek anlaşılmayan seslerle bir şeyler mırıldanıyorlardı. Normalde böyle temaşalı durumları pek siklemezdim, dudak büküp ön bahçeye doğru yollanmak üzereydim ki.. Tam arkamı dönüp uzaklaşıyordum ki.. O'nu gördüm. Oradaydı, en öndeydi ve galiba çok üzgündü. O an şimşek çaktı beynimde ve süratle kalabalığa doğru seğirttim. Mesele, bir şekilde ağaca çıkmış ama inemeyen ve kalabalığı görünce de iyice panik yapan, panikledikçe de ciyak ciyak bağıran yavru bir kediydi.. Epeyce de uzun boylu bir ağaç olduğundan kimsenin çıkıp kediyi kurtarmaya götü yemiyordu. Ve benim prensesimin ağzından 'yazık yaa, canım benim, kıyamam' sözleri dökülüyordu. Prensesimin yanına kadar sokuldum, ağzından çıkan her sözü duyabiliyordum ama o hala benim farkımda değildi. Olsun, az kalmıştı ama birazdan ben nasıl bir kahraman olduğumu ona gösterecektim. O da boynuma sarılıp beni öpecek ve kol kola gururla uzaklaşacaktık oradan. Yalnız iki küçük sorunumuz vardı. Birincisi ben kedi milletinden nefret ederdim, ikincisi ise hayvani bir yükseklik korkum vardı. Ve kedinin bulunduğu yere bakmak bile gözlerimi karartıyordu. Ama yapacak bir şey yoktu, ilk kez elime böyle bir fırsat geçmişti ve aptalca korkularım yüzünden bunu kaçıracak değildim. Ağaca uzandım, seslerin kesildiğini fark ettim ve dönüp son kez prensesime baktım. Bana bakıyordu.. Allahım sonunda kız bana bakıyordu. Kız bana bakıyordu lan! Gözlerini dikmiş bana bakıyordu kız, kim tutardı artık beni. Ya allah deyip tırmanmaya başladım. Tabi gözlerim kapalı, ve aşağıya zinhar bakmadan. Tamam kahramandım falan ama yüksekten de korkuyordum ve yükseldikçe altıma sıçacağım korkusu bünyemi ele geçirmişti. Santim santim yaklaştım kediye, yaklaştıkça korkum da birazcık azalmıştı. Bir kol mesafesi kadar yanaştım kediye, ama o kol bir türlü uzanmıyordu. Dedim ya hiç sevmezdim kedi şerefsizini. Tabi uzun sürmedi bu tereddüt. Prensesim aşağıda kahramanını izliyordu ve kahramanlar asla tereddüt etmezlerdi. Elimi uzattım yavru kediye. Önce tüylerini, sonra gövdesinin sıcaklığını hissettim. Tam avuçlayıp kendime doğru çekecektim ki.. Hain pençesini bana doğru savurdu pezevenk kedi ve sonra kendini ağaçtan aşağıya attı. Elim çizilmişti, kedi ağaçtan atlamıştı ve ben bok gibi ortada kalmıştım. Aşağıya baktım sonra, ama prensesim ve diğerleri artık bana bakmıyordu hepsi kedinin peşinden koşmaya başlamışlardı. N'oluyordu lan? Kahraman bendim, o ağaca ben çıkmış kediyi kurtarmak içim canımı ortaya koymuştum, bu kadar mıydı yani itibarım. Hadi diğerlerini siktir et, ne yani ben ağaçtan indiğimde prenses yanaklarıma öpücük kondurup kahramanım demeyecek miydi yani bana? Boşuna mı çıktım lan ben bu ağaca? Sikerim lan ben böyle kahramanlığı. Karar verdim, inip hepsinin ağzına sıçacaktım.Sıçacaktım sıçmasına da, acaba nasıl inecektim?
Ağaca çıkarken kahramandım ben ve prensesimin beni seyretmesinin verdiği gazla en tepeye süzülmüştüm. Ama inişe geçtiğimde bir kahraman değil zavallıydım ve prenses falan da yoktu aşağıda. Kimse yoktu. Ulan kıçı kırık bir kedi yavrusu için ağacın altında kümelenen insanların hiçbiri yoktu artık. Ağacın tepesindeki kedi yavrusu kadar değerim yoktu. Ve ben yüksekten çok korkuyordum, bırak aşağıya inmeyi bir alt dala bile uzatamıyordum ayağımı. Öfkeden ve korkudan ölmek üzereydim. Dakikalarca titreyerek kaldım o ağacın tepesinde. Tek tesellim şuydu ama. Ağlıyordum ve bunu gören kimse yoktu..
Yarım saat mi bir saat mi ne haltsa işte. Bir süre sonra bir şekilde indim ağaçtan. Sınıfa doğru yürüdüm. Dersin birini kaçırmıştım tabi. Vazgeçtim sınıfa girmekten. Kapının önüne çöküp, kafamı ellerimin arasına alıp ağlamaya başladım yeniden. Ne kadar geçtiğini bilmediğim bir zaman sonra zil çaldı. Öğretmen dışarı çıktı. Beni gördü ve kulaklarıma asılıp ' ağaç tepelerinde maymunluk yapıp derse girmemek ha. Velini çağır yarın okula' dedi ve okkalı bir tokat sallayıp gitti. Arkasından bakarken de onu gördüm. Prensesim kahkahalarla gülüyordu yanındaki bir gurup kızla beraber. Bir saat önce kahraman olmak üzereyken bir saat içinde ağaçta maymunluk yapan korkak ve beceriksiz bir mahluğa dönüvermiştim. Evet kız sonunda beni fark etmişti. Ama ben içimden sadece şunu geçiriyordum.. ' Senin de, ağacın da, kedinin de, öğretmenin de .mına koyayım..'
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder