Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

26 Ağustos 2014 Salı

MARADONA, MUHAMMED ALİ, GÖZYAŞLARIM VE BABAM

Maradona kilo aldığında acaip üzülmüştüm
94 dünya kupasıydı kokain ayağına futbolu bıraktırdıklarında
O zamana kadar bi dedem öldüğünde ağlamıştım
Bir de o gün ağladım Maradona'yla beraber
Sonra çok ağladım çook sayısını bile unuttum
Ama hala işler ne zaman kötü gitse ve ağlasam
Gözümün önüne Maradona'nın ağlayan yüzü gelir
Ben hala Maradona'yla beraber ağlarım sevgilim
Ağlayan Maradona'nın ne demek olduğunu
Bütün kenar mahalle çocukları iyi bilir

Tanrı, eliyle başımı okşamış gibi
Sevinmiştim Maradona İngiltere'ye çaktığında
Falkland Adaları'nın nerede olduğuna dair hiçbir fikrim yoktu ama
Fark etmezdi o zamanlar Arjantin dışındaki tüm takımlar
Biraz ipne, biraz kapitalist biraz da şerefsizdi
Che'yi bile ilk kez Maradona'nın tişörtünde görüp sevdim
Senin şimdi bunu anlaman biraz zor biliyorum
O zamanlar elimden gelse Maradona'ya zarar vermesin diye
İçtiği kokainleri elinden alıp hepsini kendim içebilirdim

Babam Muhammed Ali'yi çok severdi beni boks maçlarına götürürdü
Maçlar gece olurdu ve sadece kahvede televizyon vardı
Babam beni usulca uyandırıp kucağına alır
Gece yarısı Muhammed Ali'nin maçlarına götürürdü
O aralar çok küçüktüm bunun ne demek olduğunu bilmiyordum
Babam seviyor diye ben de Muhammed Ali'yi seviyordum
Ne zaman suratına yumruk atsa rakibi
Ben suratımı babamın göğsüne gömüyordum
Dediğim gibi olayların farkında değildim pek
Muhammed Ali'yi babam seviyor diye seviyordum
Sonra yine babamla 82 dünya kupasını
Aynı adamı sevdiğimiz için izledik
Bu kez durum farklıydı ama Maradona'yı
Babam da seviyordu ben de seviyordum
Maradona futbolu bıraktıktan sonra babam da futbol izlemeyi bıraktı
Ben de bir ara bırakmak istedim sigara gibiydi meret beceremedim
Yani sevgilim ben Maradona'yı
Hemen hemen seni sevdiğim kadar çok sevdim..

Tesirsiz Parçalar 304..

304.
Neden Ferdi Tayfur diye soruyorlar.. Neden Ferdi Tayfur? Çünkü eğlenmiyoruz be kardeşlerim. Ara sıra gülse de yüzümüz, özellikle geç saatlerde (burada İsmet Özel'e bir selam çakalım, "ve sancı geç saatlerde" diyen güzel insana) canımız çok sıkılıyor. Bekleyip duruyoruz çünkü, sevdiğimizi, Godot'u, eceli... Bekleyip durmakla geçiyor ömrümüz. Çünkü hepimiz kusurluyuz, zaman zaman detone olan Ferdi gibi zaman zaman sıçıyoruz hepimiz. Çünkü sorunlarımız var. Canımızın sıkılma sorunu, biranın erkenden bitmesi sorunu, pakette çok az sigara kalması sorunu, annemin tansiyon sorunu, olmak istediğimiz yerde olamama sorunu... Bir tek Ferdi Tayfur, şarkılarda da olsa bizden daha çok acı çekiyor ve bizim biraz olsun iyi hissetmek için daha büyük acıları kulağımızla da olsa dikizlemeye ihtiyacımız var...

JEAN BAUDRİLLARD'I ANLAYAMAYANLAR İÇİN FERDİ TAYFUR-JEAN BAUDRİLLARD BENZEŞTİRMESİ

Jean Baudrillard, gerçeğin yerini sahtenin aldığını söyler ve yeni duruma Simulakra (sahte gerçek) adını verir.
Ferdi Tayfur, "Bana Gerçekleri Söyle" der.

Jean Baudrillard, kapitalizmi tüketmek ve ihtiyaçlar uydurup bunları gerçek ihtiyaçlarmış gibi alıgaltmakla suçlar.
Ferdi Tayfur, "Neyleyim sen yoksan eğer dünyanın servetini" der.

Jean Baudrillard, artık tarih diye bir şey kalmadığını, tek yapabileceğimizin tarihin nereden itibaren gerçekliğini kaybettiğini bulabilmek olduğunu söyler.
Ferdi Tayfur, "Allahım Sen Bilirsin" der.

Jean Baudrillard, "Derinlik, daima kesintinin ardında; anlam ise, daima engelin ardında sapmaya uğrar..." buyurmuştur
Ferdi Tayfur, "Korkma söylemem, adını kimselere duyurmam. Sen bile bilmeyeceksin ömrün boyunca" der.

Jean Baudrillard, karamsarlık açısından Oğuz Atay'ın siyaset bilimi simülasyonudur.
Ferdi Tayfur, Oğuz Atay'ın yazdığı her satırın fon müziğidir.

25 Ağustos 2014 Pazartesi

Tesirsiz Parçalar 301-303..

301.
Bazı insanlar gittikleri her yerde huzur arar fakat bir türlü bulamazlar. Bulamazlar çünkü onlar huzursuzluğun bizzat kendisidirler. Huzursuzluklarını bulundukları her yere bulaştırır, üstelik bunun farkında bile olmazlar. Bunlar; aptal ve huzursuz, korkak ve huzursuz, aptal, korkak ve huzursuz olarak üçe ayrılırlar. Aptal huzursuzlar zaman zaman mutlu oldukları yanılsamasına kapılabilirler çünkü onları kandırmak çok kolaydır. Korkak huzursuzlar sıkıntılarıyla korkularını birleştirip yarattıkları distopyanın içinde mutsuzluktan debelenene kadar kendi kendilerine debelenip dururlar. Aptal ve korkak huzursuzlar ise sürekli bu işte bir terslik var diyerek fakat ne olup bittiğini anlayamayarak, anlamaya çalışmak için kendi içlerini deşecek cesarete de sahip olmadıkları için kendi anlamsızlıklarında, koparılmış ama bir türlü çürüyemeyen marul yaprağı gibi manasızca bulundukları yerde öylece dururlar.. Huzursuzlar familyasının en zavallısı işte bu son huzursuz gurubudur..


302.
Dünyanın en kolay işi birilerini suçlamaktır. Bu yüzden de dünyadaki insan sayısı kadar suçlayan olduğu söylenebilir. Kendini suçlamaktan bütün insan ırkını suçlamaya kadar açılabilen geniş bir yelpazede, kendi zavallılığıyla baş edebilmek için, haklı ya da haksız olduğuna bakmadan, durmaksızın suçlar insan. Emile Zola, meşhur Dreyfus Savunmasına "Suçluyorum!", diye başlar. Aslında Zola, farkında olmadan hepimizin yaşam manifestosunun giriş cümlesini yazmıştır. "Suçluyoruz!"



303.
Ne senden geçebilirem ne vuslat mümkün gayrı
Derdin hasına düşmüşem mene Mecnun ağlasın!
Felek kör, alem lal, zifr-i karadır günlerim
Lokman'a haber yollayın gelsin yüreğim dağlasın..

23 Ağustos 2014 Cumartesi

YARALARIMIZLA EŞİTLENİYORUZ BİRBİRİMİZE



Zor olanı yapmaya çalışıyorum. Acıyı, üzüntüyü, öfkeyi, hüznü anlatmak kolay. Ama bunlara neden olanda da sendeki yaraların aynısı varsa neyi nasıl anlatabilirsin?

"Bana acıyorsun!", demişti bir keresinde. O an içim acımıştı. Yanılıyordu. Ben o sıralarda kendime acımaktan başka bir bok yapmıyordum. Yine de üzülmüştüm öyle düşündüğü için. Acınacak halde old...uğunu düşünüyor olması ona acıyor olmamdan daha acıydı çünkü. Ne çok acı vardı sahi. O kadar acının arasınsa nasıl sevdiysek birbirimizi..

"Korkuyorum!"
"Neden?"
"Beni çok üzeceksin!"

O an bağırmak, sakın korkma demek istedim. Korkma, ben seni hiç üzmem... Diyemedim. Yaralarını görmüştüm çünkü. Belki de daha ilk günden yaralarımızla eşitlenmiştik birbirimize. Bizi birbirimize çeken benzer yaralar ağzımıza sıçacaktı. Herkes iyi bilir birbirlerinin en çok canını yakanlar birbirlerine denk insanlardır. Acıyla ve yarayla denkleştiğin birine nasıl yalan söylersin?

Durmaksızın geçmişiyle kavga ediyordu. Bense geçmişimle geleceğimin birbirini yediği sikik bir muharebeye kumandanlık ediyordum. Kazanırsam kaybedeceğim, kaybedersem kazanacağım lanet bir savaş. Yorulan iki cengaver gibi bir süre birbirimize sarılıp dinlenmek istedik belki de. Olmadı. Sarıldığımız yerlerimizden iyice yaktık birbirimizin canını..

Şimdi boynumuz bükük, çekildiğimiz köşelerimizde yaralarımızı sağaltmaya çalışıyoruz. Ne için? Yenilerine yer açmak için. Ayrı yerlerde, benzer yaralarla aynı günün ağrısını çekip, ayrı insanlara katlanıp, aynı sonsuzluğa hazırlıyoruz kendimizi. Gözümüz aynı yerde. Yaralarımızın eşitlendiği değil sıfırlandığı o yerde! Hiçbir şeyin fark etmediği, hiçbir yaranın hatırlanmadığı, kimsenin kimseyi kıramayacağı o yerde..

STOPPPPP

*Gürkan abim aramıyor beni epeydir. Unuttu demek değildir bu değil mi? Arasa ona derdim ki, abi çok özledim be, ama gelme diyor bana. Nasıl yapalım?

*Sonsuzluğu dolaşırken, sensizliğe alışırken diye bir şarkı dinledim demin İbrahim Erkal'ınmış. Çok nihilist lan bi dinleyin hele..

*Annem eve erken gelmemden umudu kesti iyice, oğlum bari sabah kalkınca yukarı çık yüzünü görelim diyor yazık. Allah ...kimseye benim gibi evlat vermesin. Amin..

*O şimdi uyuyor. Haksızlık. Büyüyüp muhtar olunca herkesin aynı saatte uyuyup uyanmasını emretcem ilk iş..

*David Foster Wallace okudum biraz. Kitabının yayınlandığını göremeden öldü. Düşününce ne güzel bir şey!

*Daha önce söylemiş miydim? İmanın en süper şartı meleklere iman..

*Başım çok ağrıyor. Park bile havasız. Bir ülkede parklar bile havasızsa o ülke fertleri komple sıçmış demektir. Allah acısın hepimize!

*Efes yeni bira çıkarmış. Exstra Shout. 237 ml. %9.0 alkollü. Rakıdan sonra beş tane içince ağaçları sarı perilere, sokak lambalarını Jedi şövalyelerine, çimenleri de Hereke halılarına benzetiyor. Bir deneyin derim..

*Gürkan abim beni epeydir aramıyor. O'nunla da konuşamıyorum. O yüzden size yazıyorum bunları. Arasalardı sizin kafanızı sikmezdim. Bana kızmayın onlara kızın!

NA-TECELLİ


Nedir bu benim çilem!
İnsan sevmem
Devlette öğretmenim
En sevdiğim yemek içli köfte
Midemi yakar.
Bir kız tanırım dünya güzeli
Ben onu severim
O beni
Bilmem..

MAVİ SAPLI BALTA!

Buna benzer bir acıyı yaşamıştım evvelden
Olacakların farkındayım hiç uzatma istersen
Mavi saplı bir balta senin kadar iş görür
Ucuna, asılmış bir kuş kondururuz dilersen

Sakatlanmış bir atım sürünün arkasında
Sense sarı bir arslan en acımasız tavrınla
Ha desen parçalarsın gövdem pençenin ucunda...
Uzatma, uzat ordan, mavi saplı bir balta

Senden merhamet dilenmez aman bilmezsin bilirim
Şikayetim yok tabi ki yine gelsen yine severim
Senin yolun çok uzun benimse gözüm toprakta
Usulca uzat hadi, mavi saplı bir balta..

NE FARK EDER?

İnsanlar amaçlı amaçlı geçiyorlar yanımdan. Bir kısmı önümde bir kısmı arkamda neredeyse düzenli sayılabilecek bir tempoda gözden kaybolana kadar yürüyorlar. Sanki hepsinin işi var. Sanki hiçbirinin canı sıkılmıyor. Sanki bir benim işsiz güçsüz ve sanki bir tek benim canım sıkılıyor. Barın yüksekçe taburesinde oturuyorum. Önümde ağır arjantin bardakta bira. Kaldırmaya bile üşeniyoru...m. Öylece ılıyor bira. Son yarım saattir garsona kurmaya yeltendiğim beş cümlenin üçü devrik ikisi yarım. Yani evet, konuşmak bile zor geliyor..
Önümden geçen insanları tanıdığım birilerine benzetme oyunu oynamak istiyorum. Zorluyorum kendimi. Olmuyor. Bu akşam kimse kimseye benzemiyor nedense! Hava serin. Mekan loş. Gürültü şimdilik katlanılabilir seviyede. Bir mucit, bir ressam ya da ne bileyim işte yetenekli yaratıcı bir bok olsam en eşsiz eserimi bu akşam verebilirdim diyebileceğim kadar güzel bir akşam belki de. Oysa ben sadece sıkılıyorum. Oyunlarım da hiçbir işe yaramıyor.
(Tam burada biradan ciddi bir yudum alıp bir de sigara yakıyorum) Bira leş! İyice ılımış. Sigara.. Sigara her zamanki gibi. Güzel. Sadece aç karnına güneşin altında şekersiz sakız çiğnerken içilen sigara bok gibidir. Eğer o kadar psikopatsanız bir deneyin, ne demek istediğimi anlarsınız! Onun dışında sigara hep iyi gelir. Gerçi uzun vadede öldürüyor ama olsun. İyidir sigara..
Durum, mekan, iklim ve ruh halimi özetledim. Tüm bu laf kalabalığının sonucu ise şu. Seni özledim... Seni özlüyorum... Bağlantıyı kuramadın mı? Saçma mı geldi? Tabi her şey normal bir bu saçma değil mi? Salak salak yürüyen insanlar, durduğu yerde ısınan bira, hiç değişmeyen sigara, üşenik cümle teşebbüsleri, bok püsür, hiçbir şey saçma değil; her yerde ve her durumda seni özlüyor olmam saçma öyle mi? Öyle mi? Eğer gerçekten öyleyse, olsun ne yapalım? Saçma da olsa şimdi burda, oturduğum yerde seni çok özlüyorum. Gerisi malum lafın. Çünkü seni çok seviyorum ve çok uzağımda da olsan, bu düşünce bile gülümsetiyor beni..
İnsanlar yürüsün, bira ılısın, ben cümle kuramayayım ne fark eder? Seni seviyorum ya ben, bana ne gerisinden...

12 Ağustos 2014 Salı

TESİRSİZ PARÇALAR - 300

300.
-ÇOCUK HÜZNÜ!-
Çocukluğunu yarım yaşayanlar ne kadar büyürlerse büyüsünler, her çaresiz anlarında ona geri dönerler. Onları nerede görseniz tanırsınız. En yetişkin halleri, hatta hüzünleri bile biraz çocuksudur onların. Çocuk hüznü, evet. Çok istediği oyuncağın neden alınmadığını bir türlü anlayamayan, babasının nereye gittiğini, bir gün önce akvaryumda nazlı nazlı süzülen balığına ne olduğunu, dedesinin ona sormadan neden cennete gittiğini, annesinin saçlarını yıkarken neden canını yaktığını ve neden hep yorgun olduğunu, arkadaşlarının neden oyunlarına onu almadığını bilemeyen; Allah'ın ve karşı evdeki yaşlı amcanın niye hep öfkeli olduğuna akıl sır erdiremeyen, iri bakışlı, sarkık dudaklı, bükük boyunlu çocuk hüznü... Çocukluğunu yarım yaşayanlar büyüdüklerinde, o hüznü de büyütürler beraberlerinde. Onlar bu yüzden her şeye üzülebilirler. Onları üzmek bu yüzden çok kolaydır. Bu yüzden gözlerinde akacak yer arayan yaşlarla dolaşır onlar. Onları kandırmak ve ağlatmak bu yüzden çocuk oyuncağıdır. Ve bu yüzden onlarla uğraşmak iki kere ayıptır. Onların çabucak kırılıverecek hayalleriyle oynamak iki kere günahtır. Eğer şefkat gösteremeyecekseniz, uzak durun en azından. Bütün büyüyememişlerin yarım kalmışlığının hatrına en azından bunu yapın. Uzak durun!

Tesirsiz Parçalar 296-299..

296.
Beklenen geldiğinde gelmiş olmaz her zaman. Olmuyor. Bazen öylesine uğruyor beklenen, bazen geçerken uğruyor, bazen hala orada olup olmadığını kontrol etmek için bazen de geride nasıl bir enkaz bıraktığını görmek için... Sonra geri gidiyor. Gider...
Kimsenin Sikine Takmayacağı Kişisel Tavsiye 1 : Yeterince beklediğini düşünüyorsan çok zaman geçmiştir ve artık bu kimsenin umurunda değildir!
Beklenen geldiğinde sevinirsin. Gideceğini bile bile. O yüzden kızamazsın gelişine. Çünkü bir kez daha gözlerine bakabilmişsindir. Tuhaf olan şudur, giderken de kızamazsın. Onun bir peri olduğuna karar vermişsindir çoktan ve periler bir görünüp bir kayboluyor diye onlara kızılmaz...
Kimsenin sikine takmayacağı kişisel tavsiye 2 : Asla bir periye aşık olmayın, asla bir perinin gelmesini beklemeyin, onları uzaktan sevin ve olur da karşılaşırsanız gözlerinin içine bakıp mutlu olun..


297.
Hayatım boyunca çok az şeyi yarım bıraktım ben. Genelde her boku elime yüzüme bulaştırmamla bilinsem de gücüm yettiğince sonuna kadar gittim gidebileceğim her şeyin. Bebeyken öğretti annem bana doysam bile tabakta yemek bırakılmayacağını, ya da sofrada parça ekmek. Büyük deprem olduğunda bira içmeyi, artçısı olduğunda sınıfta ders anlatmayı kesmedim mesela. Devam ettim elimden geldiğince her ne yapıyorsam yapmaya. Tek bir istisnayla.. Neşet Baba. Ne zaman, nerede bir Neşet Ertaş türküsü duysam, her ne yapıyorsam bırakıp, gözlerimi inceden kısıp, için için eşlik edip onunla beraner hiçbirinize anlatmayı beceremeyeceğim bir yolculuğa çıkarım. İşte bu an da o anlardan biridir. Öyleyse varsın yarım kalsın bu cümle de..



298.
Kopabildim mi? Bilmem.. Kopmak ne ki? Araya bir kaç varil rakı girdi. Bir kaç hayal kırıklığı, bir kaç salak yerine konulma ve koyma, bir kaç iyi hissetme, bir kaç kötü hissetme ve bir kaç bir bok hissetmeme ve bir dedikçe kaçma ve kaçtıkça bir zannetme ve yine rakı ve yine hayal ve kırılma ve yine... Döngü mü paradoks mu her ne sikimse işte!



299.
Kimse durup dururken özlemekten ağrımaz
Özlemek bazen tahta bir sandalyede sigara yanığı
Özlemek bazen pervanesi tarafından kırılmış yel değirmeni
Özlemek bazen mavi pencereli o yerde
Gelmeyeceğini bile bile sağa sola bakıp
İçilen her duble rakı..

NERDESİN


Bak yine ulaşamıyorum sana, nerdesin?
Bir tek sen lazımsın oysa ve bir tek sen burada değilsin
Evet herkes burada delirmemi seyrediyor
Herkes toplandı etrafıma ölümümü seyrediyor
Herkes beni öldürüyor işit gel n'olur, nerdesin?
Babamın oy verdiği parti beni yavaş yavaş öldürüyor
Annemin astığı surat beni yavaş yavaş öldürüyor
Arabalar beni öldürüyor şarkılar beni öldürüyor
Şiirler beni öldürüyor arkadaşlar beni öldürüyor
İnsanların sahteliği beni öldürüyor içtiğim rakı beni öldürüyor
Bunları yalnız sen anlarsın ama yoksun, nerdesin?
Anladık perisin sağın solun belli olmaz
Anladık meleklerin hikmetinden sual olunmaz
Anladık özgür bir kuşsun ancak istersen gelirsin
Ama sen de anla artık deliriyorum bak ölüyorum
Yavaş yavaş ölüyorum sanki kanım çekiliyor
Kitaplar beni öldürüyor eşya beni öldürüyor
Sevdiklerim beni öldürüyor okuduklarım beni öldürüyor
İşittiklerim ve inandıklarım hepsi beni öldürüyor
Ben bunca saçmalıkla yalnız nasıl başederim
Nerdeysen çık gel hadi yoksa Azraili beklerim..

KOFTİ REZALET

Göğün altındayız hepimiz ne kadar rezil olabiliriz
En masumumuz bir kaç kere babasını
öldürmek istemişken
Özür dilenen dileyeni affetmese de anlasın
Hatta anlasın sadece gerekirse affetmesin
Göğün altındayız hepimiz kıçımız ne kadar kalkabilir
Birazcık kafası karışan kafasını göğe kaldırsın
Gök her şeyi örterken ne kadar rezil olabiliriz?