Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

12 Aralık 2015 Cumartesi

TESİRSİZ PARÇALAR 338-340..

338.
Dünya ayıp etme şampiyonası olsa altın madalyayı götüme takarlar. Valla bak. Tam şu an ağlama öncesi sümüğümü yatak tişörtümün iç-boğaz kısmına siliyorum. İnsanlar değişik zamanlarda, değişik yerlerde, ne içtiklerine ve ne amaçladıklarına bağlı olarak enteresan yalanlar söyleyebilirler. Ben de söylerim duruma göre, .mına bile korum. Biri hariç. Çünkü meleklere yalan söylenmez. Öyle değil mi Jehan?
Ayıp etme mütehassısı gibi bir şey oldum. Yazmak kolay da bunu, siktir etmek zor. Özürle falan gelinmez de üstesinden... Kırmızı Tuborg'la duş alsam halledebilir miyiz ki? Keşke akil adam olmasaydı da Orhan baba ona akıtsaydım zehrimi!
Yatak tişörtünün iç-boğaz kısmına silinen sümüklerin samimiyeti sorgulanmaz. Ve yatmadan önce içilen son sigaranın marjinal faydası... Götüm götüm ettiğim lafları siktir edin de isterseniz, sümüğün, gözyaşının ve son sigaramın masumiyetine inanın. Yoruldum lan ben. Cidden!


339.
Yazmaya ne zaman başladım? Yazmaya nasıl başladım? Birbirinden sikik iki soru! Ve ikisinin de cevabı aynı. Yazayım dedim çünkü başka hiçbir şeyi beceremiyordum ve bu salaklık kayıtlara geçmeliydi. Herhangi bir şeyde (hiç abartmıyorum herhangi bir şeyde; futbolda, derslerde, kız tavlamada, yüzmede, balık tutmada, hayırlı evlat olmada, at tımarlamada, ebesinin damında!!) ortalamaya yakın başarılı olabilseydim muazzam bir iç huzuruyla tek satır bile yazmadan yaşar giderdim. Ama olmadı. Baktım ki becerebildiğim bir halt yok, bari dedim neden ve nasıl beceremediğimi anlatayım. Öyle öyle başladım yazmaya. Pek çok kişinin melankoli dediği, bunalım dediği zımbırtıların hikaye-i esası budur işte. Okuyup sevdiğim bütün büyük yazarlar ya yaptıklarını ya da yapmak istediklerini yazdı hep. Ben fakirse, üstesinden gelemediklerimi, yapmak isteyip de yapamadıklarımı. Kader...


340.
Altı kişilik bir masa etrafı intihar timi
standart ruh törpüsü
geniş aile korosu
anne sarmasının bitişiyle doğan boşluğu
doldururken ev baklavası
kahkahalar arasına sızar tek bir düşünce
bir benzeri değil hayır
hayır hayır bir benzeri değil
öldürecekse insanı
kendisi öldürmeli
!

2 Ekim 2015 Cuma

ANLADIM KADER BU SEHER

olgun bir şiir gibi kararlı
ve çok özür dileyerek telaşla
sahipsiz, kimsesiz bir çelişkiyle konuşuyorum tamam da
tanırsın beni razı olduğumdan değil
şey dediğimden
kader..


düşünsene diyeceğim kulakların ağrıyacak
en azından hayal et niye böyle olduk Seher
bak bu sefer çok üzgünüm öncekilere benzemiyor
tezgahı dağıtılmış üzgün bir işportacı
elbette hem devlete hem zabıtaya küfreder
kader deyip durma Seher
biliyorum ben de
kader..

ağla, bağır, saçmala izah etme ikna et
bana yalan söyle seher bronşlarım ağrıyor
bak bu sefer ciddiyim ölü atlar görüyorum
bence beni sakinleştir iyi değilim Seher
bırak ev oturmasını park gezmelerini bırak
-bak burası çok mühim parkları bana bırak!-
salarım yoksa kuşları bir başımıza kalırız
alyuvarlarım ağrıyor n'olur insaf et Seher..

beni herkes yanlış anlıyor sen bari yapma Seher
kederli bir mülteciyim demiştim sana hatırla
yoksa ithamla merhamet aynı mı senin katında
merhamet et merhamet et merhamet et merhamet
senden önce çok dolandım bütün avlular şahit
sonra sana sığındım büktüm boynumu kapında
konuşturma beni Seher daha fazla konuşturma
Sus ve anla dur ve anla al beni sar ve kucakla..

Tesirsiz Parçalar 336-337..

336.

Gözlerinin akı kadar asil değilse de
bunlar da kendince beyaz
bir mevsim daha erteledik muhtemel sevişmeleri
olsun, belki gelecek yaz!
iç geçirmeleri bırak ben o işi hallediyorum
sen en iyisi sahildeki iri kanatlı kuşların
kanatlarının iç kısmına benim için mektuplar yaz..





337.

..
Bin yıl düşünsem bu kadar güzel tarif edemezdim yüzünü. Tarık abi bir cümlede benim yerime tarif edivermiş. "Biraz evvel ağlamış kadınların yüzü.."

Yüzlerimizi oluşturan organlar hepimizde aynıdır. Hepsi aynı yerde durur hep. Gözler, dudaklar, burun, kulaklar, çene... Ama ilahi dokunuştan mı ne, aynı şeyler, aynı yerde bambaşka şekillere girerler. O yüzden de aslında kimse kimseye benzemez. Özellikle kadınlar. İkiz olsalar bile...


"Bazı kadınların yüzü, ağır bir hikayenin yaşandığı sokaklar gibidir. Bir Metin Kaçan hikayesinin sokakları gibi darmadağın, acıtıcı, insanı nefessiz bırakan. Kalbiyle bakmayı bilen herkes, o sokakların her bir tarafına sinmiş keskin kokulu hüzünleri fark eder."

Ah be Tarık abi. Benim gözümle, benim beynimle, benim kalbimle mi gördün ki?

"Bazı kadınların yüzü, birazdan buralara yağmur yağacak yüzüdür. Bazı kadınların yüzü, bir kez olsun gerçekten gidenler, dönmek isteseler de dönemezler yüzüdür. Bazı kadınların yüzü, ben gitmek istesem de beni bırakma yüzüdür..."

Canımın içi Tarık abi. Bi denk gelsek de iki bardak çay içip senin yüzünü anlatsa bana. Çünkü ben senin yüzüne her baktığımda dilim lal, sesim içime kaçık, kelimelerim.manasız ve aptal. Yüzün... Ne güzel...


BEN GİDERİM

Ne güzeldin. Orada, ilk oturduğumuz yerde, bana baktığın pek çok zaman beni yerdeki parkelere bakarken yakalıyordun ya zaman zaman. Ben o anların hiçbirinde parkelere bakmıyordum da, öyle zannet istiyordum. Yoksa karşımda sen otururken sikeyim parkesini! Parke değildi mevzu, mevzu sana mevzunun parke olduğunu zannettirmekti. Bunu gerektiriyordu çünkü takıntılı bir ruh hastası olmak!

Biraz evvel ağlamış kadın yüzünde ittifak etmiştik Tarık abimle beraber. Bir yüz ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi çünkü. Ne zamana kadar? Yüz yüze gelene kadar. Sonrası komple mahçubiyet!

Bozulur muyum ben sana? Hayatta bozulmam ben sana. Ama daha çok bakarım parkelere. Aslında bakmam da, bakıyormuş gibi yaparım, sen de bozulma.. Yoksa nasıl kurulur dengeler?..

Her şeyden hevesimi aldım dediğim zamanlarımda hiç bilmediğim heveslere meylettim hattı zatında. Ayıplama da beni, mümkünse anla, mümkün değilse salla!

Soğudu gibi oldu havalar. Dikkat et kendine! Artistlik yapma, yürürken önünü kapa. Ve korkup gidersem bir gün. Sakın kızma. Kızma çünkü;


Çok durmam ben, duramam
bütün gece çorbacıları bilir
o yüzden
istasyon civarındadır hep
kiraladığım bütün evler

kalmak alışkanlık biraz
marifet biraz
biraz cesaret
bense ne alışığım
ne mahir
ne cesur
dönüp dolaşıp başladığım yere
döneceğimi bilsem de
kanadıkça giderim
kanattıkça giderim
devirdiğim otuz küsür yaş
başka bir şey de değil de
bunda usta etti işte


gitmeyi iyi bilirim
ister korkaklık de buna
ister yavşaklık
cevap bile veremem
giderim


Giderim ben
öyle öğrendim babamdan
beş çocuğun yükünden ve
annemin dırdırlarından
kaçıp kaçıp sığındığı
kahvehanenin eşiğinde
her boynumu büküp
"baba eve gidelim" dediğimde
ve
"sen git! gelirim ben!" lafını
her duyduğumda
içimden hep şey derdim
bir yere gitmeliyim
eve değil ama
nereye?
o zamanlar küçüktüm
hep eve dönerdim mecbur
sonra işte unuttum artık
ev
nere?

Velhasıl
ben giderim
gitme derdiyle büyüdüm
o yüzden gülüm
anlayamasan da
üzülme

12 Eylül 2015 Cumartesi

Tesirsiz Parçalar 334-335..

334.
"Fakir ve önemsiziz..." İnsanlar ikiye ayrılır. Fakir ve önemsiz olanlar ve zengin ve önemli olanlar... Fakir ve önemsiz olanlar gözyaşı döker, zengin ve önemli olanlar nasihat eder. Fakir ve önemsiz olanlar, yani bizler, birbirimizi yeriz, zengin ve önemli olanlar fildişi kulelerinde bizi seyreder. Toprağa yerleştiğimizden beri bütün hikaye budur. Bakın bugüne kadar çıkmış bütün savaşlara. İstisnasız hepsini zengin ve önemli insanlar çıkarmıştır ve istisnasız hepsinde fakir ve önemsiz insanlar ölmüştür. "Coğrafya kaderdir" der ya İbn-i Haldun, doğru ama eksik. Doğduğun coğrafyada hangi sınıfta doğduğun da kaderdir. Fakir ve önemsiziz, başıma her ne geliyorsa hepsinin nedeni bu!




335.

ÖYLE DEĞİL Mİ SİNEM SAL?
Bir vapura özenip yalpaladığım akşamlar
aklıma herhangi bir sinemsal dizesi gelir
içinden su geçen şehirlerde yaşayanlar
içinden su geçmeyen şehirlerde yaşayanlara
biraz küçümseyerek bakar hep
evi bozkırda olanlar bunu çok iyi bilir
o susuzluğun açtığı imkansız ihtiyacı
büyük büyük rakılarla gidermeye çalışırlar
olmaz ama hep eksiktir eksiktir hep hep eksik
oooo der sonra yukardan bir ses
'çok anarşist'
ve peşinden yok der biri
sağ bacağı kırık masadan
anarşist değil çok
şey
çok
çok acayip..

27 Ağustos 2015 Perşembe

Tesirsiz Parçalar 333..

333.

Her gelmenin gelmek demek olmadığını, haliyle de her gitmenin aslında gitmekten sayılmayacağını daha bebeyken öğrenmiştim. İlk annem gitmişti benden. İki yaşındayken abiydim çünkü ve kardeşimin ona benden daha çok ihtiyacı vardı. Tamam derdim çaresiz, sıramı beklerdim. Ama sıra hiç gelmezdi. Çünkü sıranın bana gelecek gibi olduğu zamanlarda bir sürü kardeşim daha oldu. Öyle öyle büyüdüm işte..

Anladım hep durumu ve ve hep hak verdim anneme. Ne kızdım ne sitem ettim. Bekledim yine de... Dizimi masanın köşesine çarptığımda, mahalledeki çocuklardan dayak yediğimde, babam ilk tokatı attığında... İçime içime ağladım hep. İçime içime ağladım ve bekledim. Annemi bekledim. Koşup gelseydi annem, sarılsaydı bana, yapıştırsaydı kafamı göğsüne, ortalığı ayağa kaldırırcasına ağlardım. Ama annem hiçbirinde gel-e-medi. Hep çok işi vardı çünkü! Öyle öyle, kimselere göstermeden, içime içime ağlamayı öğrendim.

Demem o ki, ben şimdi sana kalk gel demem. Beklerim hep ama gel demem. Diyemem. Çünkü öyle öğrendim. Canım çok yanıyor şu an. Eğer gelirsen, sarılırsan bana, yapıştırırsan kafamı göğsüne, ortalığı ayağa kaldırırcasına ağlarım. Ama gel demem. Diyemem. Öyle öğrendim çünkü. Öyle büyüdüm. Gelmezsen işi vardır derim. Çünkü biliyorum. Sevdiğim bütün kadınların hep, hep çok işi oldu çünkü. Bir şey demem o yüzden. Oturur beklerim. Gelirsen ne iyi edersin. Gelmezsen bir şey demem. Beklerim...

25 Ağustos 2015 Salı

Tesirsiz Parçalar 331-332..

331.
Sen gelmesi gitmesi bir, el kadar kadındın
Ben annem hariç sevdiğim her şeyde yanıldım
Olmayacak yerlerde biteviye kalırdın
Her yeni gün umutla geleceksin sanırdım
Böyle böyle gölgene razı oldum, alıştım
Annem hariç sevdiğim her şeyde yanıldım





332.
Sen ellibin yıl önce toprağa yerleş. Zaman geçsin etrafını çitle çerle çöple çevir, burası benim de. Sonra yazıyı bul, tekerleği bul, parayı bul, çağlar geçsin, feodalizm, emperyalizm, kapitalizm, sanayi devrimi bok püsür bir milyon tane hikaye. Geçsin sonra ellibin yıl ve hayalin şu olsun; emekli olup iki dönüm yer alayım kendime, tulumbamdan suyumu çekip kendi domatesimi yetiştirip diktiğim ardıç ağacının altına gömüleyim. Bence de süper fikir. O zaman kim kandırdı da bizi ellibin yıldır sikik sikik işlerle uğraştık. Madem başa dönecektik derdimiz neydi lan! .Mına koyim medeniyetinin, iki dönüm toprak, biraz su, biraz tohum yetiyor işte. Hep yetiyormuş hatta. O tekerleği ilk döndüren puşt kimse allah bildiği gibi yapsın onu!

20 Ağustos 2015 Perşembe

Tesirsiz Parçalar 330

330.

Hareket ve manasız girişimler alayımızın maymun olmasına neden oluyor. İnsan sadece mecbur kaldığı kadar enerji harcasa depresyondan obeziteye ne varsa muzdarip olduğu, hepsinden kurtulabilir. Çok konuşuyor, çok içiyor, çok sevişiyor, çok yemek yiyor, çok kitap okuyor, çok tv. seyrediyor, çok küfrediyor ve sonra bunların hepsinden şikayet ediyoruz. Canı sıkılan bir ladin ağacı gördünüz mü hiç? Göremezsiniz. Çünkü bir ladin ağacı ladin ağaçlığı asgari neyi gerektiriyorsa onu yapıyor. Fotosentezse fotosentez, o kadar! Fazladan tek bir kanat çırpmıyor kuşlar, gerek yoksa ekstra tek bir kulaç bile atmıyor balıklar. Neden? Çünkü hepsi bizden daha akıllı...

ZANGOÇLARA SELAM SÖYLE

hissetmelerin
birbirleriyle
kafa bulduğu
bu yerde
sığındığın ve sığındığına
pişman olduğun her insan
içinde patlayan
geniş zamanlı
bir bomba

tüm bunları bilirken
tüm bunlara inat
olanları olacak olanlardan
ayıramayacak kadar saf
bir sen varsın
bir de arsenik!

atların çığlıklarının
ve sodayla karışık rakının
geçti an itibariyle
hükmü
olacak artık olacak olan
kim geçebilir önüne

beni bırak
söylediklerimi de
hemen şimdi bir mum yak içinde
ikimizin yerine
ve bir dilek tut
mümkün olan en dar zamanlı bir dilek
ben uzaktan elham okurum
sen zangoçlarına çan çaldır
ayrılığın şerefine!

17 Ağustos 2015 Pazartesi

TESİRSİZ PARÇALAR 328-329.

328.
Hayat ne biliyor musun abi? Düşün bak rövanş maçındasın. İlk maç kendi evinde sıfır sıfır bitmiş. İkinci maç oynanıyor. Deplasmandasın. Dakika doksan artı iki. Bir sıfır yeniksiniz. Hakem üç dakika uzatma vermiş. Yani bitime yarım dakika ya var ya yok. Gol atarsanız tur sizin, atamazsanız her şey bitiyor. Maçın uzama ihtimali yok. Bir uzun top yollamış kalecin. Önüne düşmüş. En ileride sen varsın. Pas verecek adam arıyorsun. Arkadaşlarının yorgunluktan götü düşmüş. Etrafında kimse yok sizden. Senin de götün düşmüş. Topu sürmeye mecalin yok. Sürebilsen kaleciyle karşı karşıya kalıp topu kaleye takman işten bile değil. Ama mecalin yok. Ve maç bitti bitecek. Umutsuzca ve tüm gücünle abanıyorsun topa. Kaleye en az otuz metre var. Olmaz. Gol mol olmaz. Bi sik olmaz artık. Ama n'apçan, olmayana kadar zavallı bir umutla bekliyorsun işte. Top üstten auta çıkana kadar bekliyorsun. Maç bitiyor sonra. Eleniyorsun. İşte hayat o havadaki top abi. Biliyorsun hayatta gol olmayacak. Ama başka ne çaren var ne de şansın. Bir şey olmayacağını bile bile bekliyorsun. Bir şey olmayacağını bile bile beklemek işte hayat..





329.
Anlatmaya doyamazsın bağını bahçesini
Kuş kondurmaktan bahsedersin serin bahar akşamlarından
Susar dikkatle dinlerim
Iskaladığın bir şey olur ama sen fark etmezsin ben fark ederim
Ne de olsa şehir sonuçta
İzmir seni çok sevmez
Ben seni çok severim

15 Temmuz 2015 Çarşamba

SOPA DEĞİL O MERCEDES!

Dünya çok bozdu. Ve biz içindeydik. Birbirimizi mi bozduk yoksa beraber mi bozulduk, bilmiyorum!
Bir süredir internette dolaşan bir haber, daha doğrusu bir yazı var. Doğudaki illerimizden birinde sopasını Mercedes ilan etmiş bir güzel abimiz yaşıyormuş yıllardır, yeni öğrendik. Sopasının ucuna Mercedes amblemi takmış, dikiz aynası, radyosu şehirdeki ustalar tarafından takılmış güzel bir abi. Ve bütün şehir uymuş abinin bu oyununa. Mercedes’ini kurallara göre park ediyor, bakım için sanayiye gidiyor, hatta hız sınırını aştığı için polisler tarafından ikaz ediliyor abimiz. O sopa sadece onun için değil tüm şehir için bir Mercedes artık. Çünkü öyle kabul ettirmiş!
Birileri “deli” diyor o güzel abimiz için. Afedersiniz ama siktirsinler ordan! Yemin ediyorum size kırka yaklaşan saçma yılı devirdiğim ömrümde onun kadar akıllı bir adam görmedim ben. Belki değişik, belki çok alışılmış şekilde davranmıyor tamam ama… Deli? Asla! Çünkü bir çok insanın yapamadığını, yapmaya cesaret edemediğini yapmış. Önce kendi gerçeğini yaratmış sonra da bunu koca bir şehre kabul ettirmiş. Ve psikopat bir diktatör gibi zorla yapmamış bunu. Başlarda kendisiyle dalga geçen, küçümseyen, aşağılayan ahaliye inat bıkıp usanmadan her gün bacaklarının arasına kıstırdığı Mercedes’ine binmiş, sokak sokak dolaşmış, arabasını süslemiş, yıkayıp paklayıp yıllarca yanından ayırmamış. Sonunda da herkese kabul ettirmiş. O bir sopa değil demiş artık herkes yıllar süren ısrarın sonunda. O bir sopa değil, o bir Mercedes…
Felsefe’nin en kadim sorularından biridir “Gerçek nedir?” sorusu. Yüzlerce filozof binlerce farklı yanıt vermiştir bu soruya. Gerçeği bir olgu olarak gören de olmuş, durum olarak gören de, yanılsama olarak da… Ve bence en güzel cevabı da bazı aklı evvellerin “deli” dediği o canımın içi abi vermiş farkında bile olmadan. Nedir gerçek? Gerçek; gerçek olduğuna inandığımız ve başımıza ne gelirse gelsin bir an bile şüpheye düşmeden yaşadığımız ve savunduğumuz şeydir. Tıpkı Allah’a inanmamızın temelinde var olan koşulsuz iman gibi iman ettiğimiz şeydir gerçek…
Yıllar önce sıkıldığım manasız bir akşam saatinde kendimi dük ilan edivermiştim. Başlarda kimse sallamamıştı haliyle. Ama ısrarla kendimi Dük olarak tanıtmayı sürdürdüm Mercedes’li abim gibi. Sonra sonra alıştı insanlar. Ali diyen, abi diyen, mesleğimden dolayı hocam diyen, yazar diyen, şair diyen, oğlum diyen, lan diyen… bir sürü insan var etrafımda. Ama itiraf ediyorum, duyunca yüzümü güldüren en sevdiğim hitap “Sayın Dük’üm…” Çünkü dük dışındaki tüm sıfatlar bana birilerince yüklendi, Milli Eğitim “öğretmen” yaptı, okurlar “yazar” vs. dedi, annem sayesinde “oğul”, sevmeyen insanlar yüzünden lan oldum. Ama dük… İşte onda kimsenin katkısı yok. Bir akşam canım çok sıkılıyordu ve kendimi Tepebaşı Dük’ü ilan ettim. Kafayı yemiş bu şizofren diyenlere de zerre kulak asmadan bildiğimi okudum. Şimdi elinizi vicdanınıza koyup söyleyin, aristokrat bir ailede doğmaktan başka hiçbir vasfı olmayan Cambridge Dük’ü mü gerçek dük yoksa ben mi?

ŞARAPÇININ GENÇ BİR MÜPTEZEL OLARAK PORTRESİ

şarapçının genç bir müptezel olarak portresi
seferberlikten sonra boşaltılmış mütevazi bir ahırın
duvarını süsler
sevgiliye, otoriteye, devlete rağmen o resim
ıskalanmakla birlikte tüm resmi törenlerde
kaybeden ve ısrarla kaybettiğini reddeden
bütün babalarıyla küs uzatmalı öğrencilerin
şişe içlerine akan gözyaşlarını izler

tam burada bir cenaze töreni düzenlememiz lazım
tam burada alayımıza siyah smokin yakışır
ama ütülerde yazmaz smokinin ısı ayarı
annem ütüleyemez, üzülür
-cenaze töreni kalsın-

içinden otoban geçen bütün biçimsiz kasabaların
yol kenarlarına ekili muhatapsız dilekleri ve
iktidara meyyalli orta dereceli hayalleri var
oysa;
aldanıyorlar ve farkındalar
yalnızlar ve farkındalar
unutulmuşlar ve farkındalar
baksana! sana da öyle gelmiyor mu
bütün üşenmişlikleri ve içi geçmişlikleriyle
sanki ikimizin hikayesini anlatıyorlar

KİMSE ÖPMESİN SENİ


Artık kimse doğru düzgün öpmeyecek mi beni ?
Bunu halletmemiz lazım yoksa takılır kalırım
Takılmalar meşhurdur bizde bak mesela babam
Anneme kırk yıldır takık daha önce de söylemiştim


Oysa
Esmerliğimi bırakmıştım arkada ve sarılamamanın hüznünü
Kimsenin dinlemediği müzisyenler fark etti ilkin
Bu arada salonda delirmiş bir dans histerisi
Bu arada garsonların yetişememe telaşı
Bir ara seni yanlış bir adam öptü tam alnından
O ara içimdeki bütün kuşları öldürdüm
Öptürdün kendini ve yok oldun ara ara baktığım
Bütün aralarda yoksun sen aslında bilip
Bilmez gibi yaptığın bütün gecelerin sonunda
Fena halde yoksun hep ah! en çok da bu ara

Bu arada olmadığın bütün aralara sızan
Bir sürü şey oldu elbet azıcığını anlatayım
Terli hayvanlar gibi telaşla dans eden adamlar
Umutsuzluğun makyajıyla güler gibi yapan kadınlar
Ve yorulup yorulup oturdukları masalarda
Koalisyon muhabbetleri
Bu arada bir yerlerde doğalgaz faturasını ödeyemeyip
Kendini asan babanın kaybolmuş çorap teki
Bu arada mendil satan çocuklar
Bu arada hırsla dövüşür gibi sevişen
Annelerinin okuyor zannettiği genç kızlar

Bu arada
Baş ağrısı
Mide dönmesi
Ve
Tonik
Ve
Kalabalık
Ve yeter artık
Kimse öpmesin seni
Yazık..

11,5 TL’NİN DAYANILMAZ HUZURU

Müslümanların bir kısmı, özellikle de zengin olan kısmı Allah’tan gittikçe uzaklaşıyor. Kabe’ye ve civarına bakın mesela. Bilgisayarınızın arama motorunu açın ve görsellerde arayın. Gördünüz mü? Sahabe bu manzarayı görse alayımıza kılıçla saldırırdı herhalde böyle mi sahip çıktınız oğlum Allah’ın emanetine diye. Kabe cahiliye devrinde putlarla doluyken bile bu kadar kirli değildi. Babil Kulesi’ni andıran dev gökdelenlerle çevrili Beytullah, görgüsüz, şımarık zenginlerin gecede on bin dolar verip kaldığı otel odalarına fon olmuş durumda. Petrolden gelen ölçüsüz paranın manyaklaştırdığı Katarlı, Bahreynli, BAE’li, Suudi Arabistanlı binlerce insan altın musluklu odalarda Kabe’yi seyredip zemzem yudumluyor ve bunun adına ibadet diyorlar. Bu mu hacc’ın ruhu? Durumu müsait olan inananlara farz kılınan ibadet bu mu? Suriye’de, Somali’de, Doğu Türkistan’da ve pek çok yerde milyonlarca insan açlığın ve zulmün pençesinde inlerken Business Class uçup, kendilerine özel umre partileri organize eden görgüsüz güruh bunun hesabını Allah’a nasıl verecek? O parayı Cannes’de ya da Vegas’ta falan harcasalar daha iyi lan! En azından ölçüsüzlüklerine Allah’ı karıştırmamış olurlar.
Aslında her daim gözümüzün önünde olan görgüsüzlük ve izansızlık ramazanlarda daha bir can yakıcı oluyor. Sabah bir otelin iftar menüsü geçti elime. Üşenmedim saydım, tam yirmi altı parça var listede. Adamların başlangıç dediği ve çorbadan önce sundukları iftariyeliklerle bile dört kişilik bir aile doyar. Çorbası ara sıcağı ana yemeği pilavı tatlısı… Fiyatı da kişi başı 75 TL. Yuh ulan diye isyan edesi geliyor insanın. Çünkü o sofralardaki pek çok insan ay sonunda şöyle bir hesap yapacak. Fitre matematiği…
“Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu, bu yılki fıtır sadakası miktarı 11.5 TL olarak belirledi. 2015 yılı Ramazan ayının başlangıcından 2016 yılı Ramazan ayının başlangıcına kadar olan süre için, ülkedeki sosyo-ekonomik hayat şartları ve bir kişinin günlük asgari gıda ihtiyacı göz önünde bulunduran Din İşleri Yüksek Kurulu, en düşük sadaka-i fıtır miktarını 11.5 TL olarak tespit etti.”
Bir öğün yemeğe 75 TL verip sonra da ihtiyaç sahiplerine 11.5 TL ödeyerek bir emri yerine getirdiğini zannetmenin yalancı huzurundan korusun rabbim hepimizi.

YOLUN DOĞASI

Kendinden başka her şeye
özeniyor bazen insan
üstelik yolken
ve bunun farkında değilken
ne ki gerçek?
ittifakla eyvallah denilen
yalan!

‘annem gibi konuşacak olursam
herkesin biraz mayası bozuk’

yola çıkan herkes
bir süre sonra yol olur
ve başka yollar geçer üstünden
içinden yollar geçer üstünden
başka insanlar geçer
yolculuklara çıkan
yol çiğnenir yıpranır
ölüp gidemez
hay lanet!

ilk yolculuk
son yolculuk
hep yolculuk
peki
yolken nasıl yol alınır?
işitin ve şahit olun
her yolculuk ihanet
her yolculuk aptalca planlanmış
bir kaçış
her yol
yalan!

3 Haziran 2015 Çarşamba

Tesirsiz Parçalar 327..

327.

Sazova parkına gitmiştik birgün. Alıştığım müşkülpesentliğine inat, her şeyi güzel bulmuştun. Ağaçları, kuşları, masal şatosunu, korsan gemisini, hatta kısa bir süre beni... Fark ettiysen hiçbirini onaylamamıştım. Nedenini şimdi söylüyorum. Ağaçlar, kuşlar, şato, gemi, hatta ben... Hiçbirimiz fena değildik o gün haklıydın. Ama sen hepimizden ve her şeyden daha güzeldin. Ve o an bunu söylemek olmazdı. Şimdi, söylenecek her şeyi söylemek için geç kaldığım bu zamanda ve bu yerde söylüyorum bunu. Sen öyle güzeldin ki o gün parkta dolaşırken, biz, bütün park seni izliyorduk ve özellikle ben seni ağaçlardan, kuşlardan, şatodan, gemiden, hatta kendimden bile kıskanıyordum...

O günün gecesi, seni bırakıp eve dönerken, o gün olanları düşünüp, yaptığım şeyin ne kadar saçma olduğunu anlayıp ve bu saçmalığa makul bir gerekçe bulamayıp bayiden iki tane kırmızı tuborg alıp bankta içmiştim. Çok sonra düştü jeton, ben haksız falan değilmişim aslında. Ben o gün hiç de saçmalamamışm. O gün diyalektiğin ve felsefenin evrensel kurallarına uymuşum sadece. Çünkü o gün oradaki en güzel şey senmişsin. Herhangi bir şey (sevgili olur, at olur, çiçek olur, ne olursa artık...), herhangi bir şey herhangi bir yerdeki en güzel şeyse, başka her şey hükmünü yitirir çünkü. O gün orada en güzel şey sendin ve elbet sen bunu fark edemezdin. Fark etmemek de en güzel şey olmaya dahildi çünkü. O zaman gençtim, bunun anlayamamıştım. Şimdi yeterince yaş aldım ve her şeyi anlıyorum. Bir işe yaramaz artık ama, olsun...

Yıllar önce seninle Sazova parkına gitmiştik. Sen parktaki her şeyden daha güzeldin. Ben de bunun farkındaydım. Şimdi ikimiz, düşsek de birlikteliğin kaydından, tarih bunu böyle yazsın!

31 Mayıs 2015 Pazar

Tesirsiz Parçalar 326..



326.

Üşenmekten kafayı yemiş bir meczup gibiydim karşılaştığımızda. Varoluşumu ağacın, kedinin, çiçeğin varoluşu gibi sıradan ve bitimli bir varoluş kabul ederek basit ihtiyaçların ritmiyle hareket eden, hiçbir şeye şaşırmayan, olmakla olmamak arasındaki farkın kimse için fark yaratmayacak kadar küçük bir nokta olduğunu zanneden bir yarı deli… Sonra sen geldin. Çok güzeldin bir kere. Sırf bu yüzden bile bir sürü hayal kurulabilirdi. O yüzden de bir sürü hayal kurdum hiç üşenmeden. Birlikte bindiğimiz tramvayların birdenbire tenhalaşacağını, birlikte Jehan Barbur dinleyip dans eder gibi yapabileceğimizi, birlikte insanların evlerine tıkıldığı saatlerde uzun şehir yürüyüşlerine çıkacağımızı falan hayal ettim uzandığım füme renkli kanepede. Ve sen tüm bunlar olup biterken çok güzeldin. Hep… Öpüşmeli sevişmeli şeyler de gelip gelip gidiyordu aklıma tabii, allah affetsin. Çünkü cidden çok güzeldin.

Annem Darth Vader maskemi kırmış ikinci kez, eve gelince gördüm. Sinirlendim haliyle. Kazara kırdığını söylüyor ama saçma. Bence maskeyi takıp ışın kılıcımı kuşanıp mahallenin kedilerini kovalamam sinirlerini bozduğu için bilerek kırdı ve kaza süsü verdi. İşte bunlar hep sen bu kadar güzelsin ve yoksun diye oluyor. Sen yanımda olsaydın kedileri rahat bırakırdım. Valla bak!

Biliyor musun güzel olmadığını söylediğin anlarda güzelsin en çok. Bir Sinem Sal dizesi gibi, dikkatli bakıldığında daha iyi anlaşılan… Bazı insanlar ne yaparlarsa yapsınlar çirkinleşemezler çünkü. Şey gibi.. Kelebek…

Mahalle bakkalımız bile ayar verdi nihayet az önce. Bira almaya gittiğimde “hocam şu ara çok içiyon dikkat et!” falan gibi bir şeyler söyledi. Sana ne amk diyemedim. Ama o çok güzel de diyemedim. Gülümsedim ve Veysel’in üzerine attım suçu. Suçlu veballi içiyorum şu an ılık kırmızı tuborg’umu.

Sen şimdi güzel güzel uyuyorsundur. Ben de birazdan yatarım çirkin çirkin. Birkaç satır Sinem Sal okur, birkaç Jehan şarkısı dinler, ses çıkarmadan biramı bitirir gelirim rüyalarına. Sahi, melekler rüya görüyorlar değil mi?


22 Nisan 2015 Çarşamba

Tesirsiz Parçalar 325..

325.

Israrla bir şeyler soruyor insanlar. Dertlerini anlatıp anlamamı, hiç değilse dinlememi istiyorlar. Üstelik yıllardır ben insan sevmiyorum diye feryat etmeme rağmen yapıyorlar bunu. Ya psikopatlar ya da kafa buluyorlar benimle. Durum şeye benziyor, boşanmış bir aile terapistinden yolunda gitmeyen bir evlilikle ilgili yardım istemeye… Anlayacağınız komple sıçmış vaziyetteyiz…


Öğretmenliğe başladığım ilk yıllarda kendimi, eline gitarı ilk aldığında bir gün Joe Satriani’yle sahneye çıkacağını zanneden hevesli bir ergen gibi hissediyordum. Oysa hayat kariyer planımı Esra Erol’un evlilik programı orkestrasında basçı olmama göre tasarlamış. Bir tek farkla, o basçı sürekli gülümsemek zorunda, benimse suratım asık dolaşmaya hakkım var en azından. Niye böyle oldu? Biliyorum aslında da… Hani her şeyi bana anlatıyorsunuz ya, ben kime, neyi, nasıl anlatayım?


En çok yalan söylememeye çalışırken yalan söylüyor insan. Kırmamaya çalışırken kırıyor. Çekip gideceğim diyorum ya hani bazen! Yalan! Bok giderim anasını satayım nereye gidiyorsun. Her sabah alarmla uyan, ayın on beşi geldiğinde boş cüzdanla bankamatik önünde pusuya yat, sonra kocaman hayaller kur! Sevsinler…


Bir haftadır iki tane kumru dadandı bizim bahçeye. Babam da çaktırmadan, ufak ufak ekmek kırıntıları atarak iyice alıştırdı. Neredeyse hiç çıkmıyorlar bahçeden. Fırsat buldukça onları izliyorum hava kararana kadar. Birbirlerinden en fazla on, on beş metre uzaklaşıyorlar. Aralarındaki mesafe arttıkça gerildiklerini o kadar belli ediyorlar ki. Ürkek kafa hareketleriyle sürekli birbirlerine bakıyorlar, hani bir tehlike olsa, bir uçuşta yanına gidecekmişçesine. Kumru bile hayvan haliyle en fazla on on beş metre uzakta kalmaya tahammül edebiliyorken, insanlar yüzlerce kilometreye katlanabiliyorlar. Ya da katlanabildiklerini söylüyorlar. Ben katlanamıyorum valla, dayanamıyorum bazen? Dayanabilenler nasıl beceriyorlar?


16 Mart 2015 Pazartesi

APARTMANLARIN GÖLGESİNDE!

hep bir ağızdan bağırsak suçsuzluğumu
tabiat ve ortasında dikilip
küfrettiğim bu çağ!
ah ki yazık ne çok apartman her yer
kapı önlerinde mutsuz izmaritler
ben bu gece burada
apartman gölgeleriyle
kavga edip dururken ben
burada bu kadar çok
ne kadar çok ben diyorum allahım
sarhoşluktan değil bu
bu hastalık!

suçsuzum ben suçsuzum apartmanların dış cepheleri şahit
başka kimse bilmez ama
ev içi terlikleri
salon salomanjeler
işlemeli havlular
ve boşalmalarına anneler tarafından
asla izin verilmeyen
camdan sürahiler
hiçbiri
hiçbiri bilmez suçsuzluğumu

uyurken terk edilen taşra delikanlıları
her gece rüyalarında kendilerini asarlar
inanmıyorsanız sorun
apartman boşluklarına!

5 Mart 2015 Perşembe

Tesirsiz Parçalar 324..

324.



'Öfkeliyim evet. Genelde öfkeliyim. Çünkü çok ayıp ettiler bana. Açık verdim çünkü en baştan, her şeye inanabilen bir salak olduğumu hiç saklayamadım. Ve tanıdığım neredeyse herkes bu özürümü acımasızca kullandı. Ve sen de, üzgünüm ama sen de farklı değilsin...



Niye her şeyi unutup iki eski sevgili, iki arkadaş gibi konuşamıyoruz diyorsun ya. Yapamayız işte onu, yapamıyoruz. Sen normal normal konuşursun ama benim içim titrer sesini duyunca, anlattıklarını bile dinleyemem. Çünkü ben o esnada seni hala çok seviyor olurum. Bir taraftan da artık arkadaş olduğumuz için bu durumu saklamaya çalışırım. Tabi bunu da beceremem. Oynamaya çalıştığım bu rezil oyun sinirlendirir sonra beni. Saçma sapan bir sebeple kavga çıkarıp bağırmaya başlarım. Sen şaşırmış gibi yaparsın çünkü sen çok akıllısın. Ben değilim. "Nasıl ya?" dersin, "arkadaşlar böyle şeyler için kavga eder mi hiç?" İşte o son lafı etmesen ne güzel olur. Ama edersin. Ben de sana siktir git falan derim. Tutamam kendimi çünkü. Sonra sen beni yeniden affedene kadar küfürbaz, anlayışsız bir salak olarak hatırlarsın. Biraz zaman geçince de affeder, yeniden oturup konuşmak istersin. Ve aynı şeyler yeniden tekrarlanır. Nietzsce'nin Bengi Dönüş Teorisi dediği zıkkım tam olarak bu işte. O yüzden beni hiç affetme, ya da affetsen bile bana belli etme!'

3 Mart 2015 Salı

Tesirsiz Parçalar 323..

323.

Gelmemişin biri... Bu iki kelimeyi yazdım yaklaşık yarım saat önce. Sonra da bakmaya başladım. Kafamın içinden en az bir şiir, bir öykü, bir kaç ne olduğu belli olmayan parça geçti. Ama tek satır ekleyemedim bu küçücük cümleye. Hiçbirini yakıştıramadım devamına. Sonra olduğu gibi bırakmaya karar verdim. Onu, beni ve durumumuzu anlatan sihirli bir öykü olduğunu anladım sonra bu iki kelimenin. Gelmemişin biri...

Şarabı kendim içtim...

Onu kendimden, beni ondan korumalıyım. Fakat Allah kahretsin, o çok güzel. Bin gün boyunca da görmesem hep en son gördüğüm kadar güzel. En kızgın olduğum zamanlarda bile sesini duyar duymaz japon balığına dönüyorum. Sersem, sessiz ve başka her şeyi unutan...

Yağmur başladı, haberi olsa niyet eder mi ki benimle ıslanmaya?

Kafamda bir öykü dönüp duruyor kaç zamandır. Sadece içtiği zaman çok konuşan, sürekli sevdiği kadından bahseden ama her seferinde kadının ismini değiştiren bir adam. Bunu neden yaptığı belli değil. Belki kendini kandırıp gerçek ismi unutmak istiyor, belki bir sürü kadında hep aynı kadını sevmiş, belki de anlattığı her şey uydurma. Hep aynı kadını hep aynı cümlelerle anlatıyor. Her seferinde kadının ismi farklı. Niye? Bilmiyor, beraber bakacağız...

Anahtarlıkla poster öylece duruyor masada, bir şey söylemek istiyorlar ama cesaretleri yok...

Cehalet mutluluktur demişti ya Sokrates. Yeni anladım ne demek istediğini. Bazen bilmek, haber almak kaygıyı artırmaktan başka bir işe yaramıyor. Bazen bilmek, hayal kurmaya bile engel.

Ve seviyorum ben, sonunu bile bile...

25 Şubat 2015 Çarşamba

Tesirsiz Parçalar 322..

322.

Doğalgaz faturasının üstündeki Maliye Bakanlığı logosunu sana benzettiğimde delirdiğimi anladım. Ve biraz içim rahatladı. Artık kimse bir şey yapamazdı bana, kimse üzemez, kimse zarar veremezdi. Kanunun ve tanrının verdiği yeni yetkiye dayanarak bağıra bağıra sevebilirdim artık seni. Çünkü deliler ve çocuklar her ne halt ederlerse etsinler bir şekilde bağışlanırlardı ve ben artık çocukluk trenini çoktan kaçırdım diye hayıflanmayacaktım... Ben kurtulmuştum, gerisini onlar düşünsün diye mırıldanarak dolaptan bir Ice Tea Mango aldım. Akıllı zamanlarımda Ice Tea Şeftali içerdim ama artık delirdiğim için doğal olarak saçma sapan şeyler yapmam gerekirdi, dolaptaki en saçma içecek de Ice Tea Mangoydu. Bir elimde içecek kutusu, diğerinde doğalgaz faturası on dakika kadar odada dolaştım ve içimden en sevdiğim Ferdi Tayfur şarkısı yarışması yaptım. Birinciliği Allahım Sen Bilirsin aldı. Çünkü ben de artık Ferdi Baba gibi her şeyi ona havale etmiştim...

29 Ocak 2015 Perşembe

Tesirsiz Parçalar 319-321..

319.
Bir yerde okudum sanki sanırım bir kitap. Ortalama bir gün, ortalama bir şehirde binden fazla kuş ölürmüş. Oysa biz ne az kuş ölüsü görüyoruz. Birileri araştırsın n'olur, kalan kuşlar nereye saklar kuş ölülerini?

320.
tozunu silkelemektir zamanın
anımsamak dediğimiz
bu yüzden mi hatırlamak
hep öksürtür içimizi?

321.
Yirmi yıl falan önce (hemen hemen), babamın bahçıvan olduğunu kimselere söyleyemez, kürt olduğumuzu kendimden bile saklar, gizli gizli Ferdi Tayfur dinler ve Beşiktaş şampiyon olamadığında 'oğlum ben zaten öylesine tutuyorum' derdim.
Yirmi yıl falan sonra gurur duyduğum şeylerin listesi;
1)Babam
2)Kimliğim
3)Ferdi Tayfur
4)Beşiktaş

Eee, hani lan evrim?

26 Ocak 2015 Pazartesi

Tesirsiz Parçalar 318..

318.

Uyuyorsun şimdi. Ya da uyuyacaksın birazdan. Uyu kuzum. Ama bir taraftan da beni dinle. İkisini birden nasıl yapayım deme, yaparsın sen. Senden önce sevdiğim kadın uyurken bile dinlermiş beni. Her ağladığımda yatağından fırlayıp kucaklar, öper, emzirir, tekrar uyutana kadar başımda beklermiş. Annemmiş..
Şimdilik işler iyi gitmiyor. Tabii şimdilik. Biliyorsun hepsi geçecek bunların. Umutsuzluğa kapıldığının farkındayım zaman zaman. En çok da o zamanlar üzülüyorum. İnan bana hepsi geçecek. Pessoa şey diyor ya hani kitabında "Kuvvetli bir inanç ve yeterli isteğin üstesinden gelemeyeceği hiçbir şey yok." Ben hem bütün gücümle inanıyorum sana hem de bütün kalbimle istiyorum. Sen de aynı şeyleri düşünüyorsan, gerisini zaman halleder hiç merak etme..
Günler iyice birbirine benzemeye başladı burada. Bu iyi bir şey mi yoksa kötü mü emin değilim. Ama şunu biliyorum ki o birbirine benzeyen günlerin içine sızan her şeyde biraz sen varsın. Kitap okurken senin sevebileceğin yerlerin altını çiziyorum, radyoda sevdiğin şarkılar çıktığında ben sevmesem de koşulsuz bir saygıyla sonuna kadar dinliyorum ve annemle günde en az bir kez senden konuşuyoruz..
Biraz içtim yine bu gece. İçip içip yazıyorsun diye kızar mısın ki? Bu gece kızma e mi kuzum? İnsan Çarşamba gecesi neden içer? Çok özlediği biri vardır da ondan içer. Bu Çarşamba gecesi de çok özlüyorum ben seni. Ama biliyorum hepi geçecek bunların. Umutsuzluğa kapılıp beni üzme. Pessoa'yı aklına getir, beni oradan hiç çıkarma, üstünü sıkıca ört ve içinden bir şarkı tut. Ben de burada o şarkıyı mırıldanayım ve ayrı yerlerde yan yana uyuyalım..

KARDEŞİM DEĞİLSİN HRANT!


Malatya'da doğmuşsun 1954 yılında. Babam da Adıyaman'da doğmuş senden iki yıl evvel. Benim de çocukluğumun ciddi bir kısmı Elbistan'da geçti. Yani hemşeriyiz seninle. Yetimhanede büyümüşsün, babam da anne baba nedir bilmeden büyümüş, ortak noktanız çok. Çok güzel bağlama çalarmışsın. Ben çok heves ettim ama bir türlü beceremedim. Babam fena değildir eline aldımı çalar bir şeyler. Ana dilin farklı olduğu için Türkçe'nde tatlı bir kırıklık var. Ve inanır mısın babamın da şivesi tıpkı sen. Askere gidene kadar hiç Türkçe konuşmamış o yüzden onun da Türkçesinde tatlı bir kırıklık var. Ben babamın ana dilini hiç bilmiyorum o yüzden idare ederim sanıyorum. Sen Pazarları kilisede, babamla ben de Cumaları camide aynı Allah'a dualar etmişiz. Sen artık edemiyorsun, babam da biraz hasta evde kılıyor namazlarını, ben fırsat buldukça gitmeye çalışıyorum...
Bu liste uzar gider. Çünkü babam da sen de ben de bu toprakların çocuğuyuz, Anadolu'luyuz. Sana Ermeni'sin diye zulmedenler uzun süre babamın ve benim de kimliğimi reddettiler, Kürtsün diye babamı aşağıladılar.. Al sana bir ortak nokta daha...
Ve en önemlisi ne biliyor musun abi, seni öldüren zihniyet aslında beni de babamı da yok etmek istiyor. Çünkü insan sevmiyor onlar. Ne yüreklerinde merhamet var ne içlerinde Allah korkusu... Sen şimdi çok sevdiğin memleket toprağının altında yatıyorsun. Babam ve ben de bir gün oraya geleceğiz... O zaman şunu söyleyeceğim sana. Kardeşim değilsin Hrant. Biz kardeş değiliz abi. Biz aynıyız aslında....

3 Ocak 2015 Cumartesi

Tesirsiz Parçalar 317..

317.

Sene doksanlı bir şey.. Bir arkadaşın doğum günündeyiz. Sadece ortamın değil muhtemelen dünyanın en ezik adamıyım o ara. En azından o sıra.. Hiç değilse o gece.. Karaoke mevzularının yeni yeni popüler olduğu zamanlar. Sen bir şarkı istiyorsun, elemanlar cd'den bulup müzikli kısımlarında sesi açıp şarkı söylemeli kısımlarda kısıp sana söyletiyorlar. Türk işi karaoke işte ne olacak .mına koyim. neyse işte herkes istiyor Aşkın Nur Yengi, Bendeniz, Tarkan falan.. Sıra bana geldi. Dedim Ferdi Tayfur "Sanma Sana Dönerim.." Abi garsonundan doğum günü hatununa kadar herkes öyle bir baktı ki bana, yerin dibine girmek deyimi gerçek olsa dakka durmam girerdim.. Çalmadılar tabi, yokmuş ellerinde. Saçma sapan bir utanç ve gelişmemiş bir aşağılık kompleksini elime verip popidik şarkılar dinlemeye ve söylemeye devam ettiler...


Yirmi sene geçmiş aradan neredeyse. Şimdi o garsona da, o işletmeciye de, o o gece orada kim varsa alayına da gecikmiş bir sitem yollayıp bağıra bağıra söylüyorum lan işte. Hadi bakalım!!