Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

21 Haziran 2014 Cumartesi

KELİMELERİN BAZI ANLAMLARA GELMEDİĞİNE DAİR

Tarif edememek... Anlatamamak...

Önce söz vardı yazar İncil'in girişinde. Sözden önce de yazı vardı der Derrida. Sözün sınırının anlatamamak olduğunu söylemek ister sanki. Tabi ne demek istediği tam olarak anlaşılamaz çünkü yazmadan önce söylemiştir. Oysa söz ne kadar da eksik... Yazı biraz kurtarır durumu. Bir yere kadar ama...

Sevdiğinin gözlerinin içine, "seni seviyorum, sen benim ışığımsın, ellerimi sakın bırakma" bakışıyla bakan bir adam düşünün mesela. O bakışı tam olarak hangi sözcüklerle anlatabilirsiniz? Alın işte yukarda yazdım. Bir daha okuyun. Okuduklarınız milyonla çarpılsa bile o bakıştaki teslimiyetin ve masumiyetin yanına yaklaşamaz. Ya da, "merak etme hepsinin üstesinden geliriz" saç okşaması; "Ayının teki de olsam seni çok seviyorum" yüz dökülmesi; "İyi ama bu kadarı da fazla, sen de laflarına biraz dikkat et" kaş çatışı; "Farkındayım, pişmanım ve çok üzülüyorum" ses titremesi... Bunların hangisini hangi söz eksiksiz anlatabilir?

İletişebilmek adına kelimeleri icad eden atalarımızın gözü kör olsun! Ellerin, gözlerin ve harflerle kirlenmemiş sesin görkemine bıraksalardı keşke kaderimizi. Belki bir medeniyet geliştiremezdik ama anlatamamanın ezikliğiyle kendimizi parçalayıp ruhsal buhranlar da yaşamazdık...

1 yorum:

  1. ben de susarım o zaman. gecekondum'da oturur, anlaşılmayı beklerim. fakat albayım, adresimi bilmeden beni nasıl bulup anlayacaklar?
    (Oğuz Atay)

    tesirsiz parçalara geri dönüyoruz...

    YanıtlaSil