Aşağıdaki metin bir Şubat akşamında paylaşılan bir ‘facebook durum gönderisinin’ ardından gönderinin sahibi ve aşağıda adı geçen takipçilerin içine şeytan kaçması sonucu birbirini takip ederek yazılmıştır. Edebi bir amaç (en azından burada paylaşıldığı esnada) gütmemektedir. Bu metni okuduğunuz şekliyle hazırlayan -haymatlos, diğer iki yazara bir jest ve sürpriz yapmak amacı taşıdığı için izin almaksızın hareket etmiştir. Her ne kadar kaynak bildirmeye özen gösterildiyse de diğer iki yazarın herhangi bir rahatsızlığı veya bir şikayeti durumunda gönderi silinecektir.
I.
“Beş yaşındaydım henüz ve kelimenin tam anlamıyla ne olduğunu o zamanlar kavrayamayacağım varoluşsal bir ikilemin ortasına düşmüştüm. Sınıfta kimseyle konuşmuyor, kirden birkaç kere mutasyona uğramış sıraya kafamı gömüp öğlene kadar son zilin çalacağı anı bekliyor eve gider gitmez de bulabildiğim herhangi bir kuytuya çekilip ertesi günün gelmesini bekliyordum. Bütün hayatım yapmak istemediğim şeyleri yapma zamanımın gelmesini beklemekle geçecekti sanki. Nefret etmek kelimesinin tam karşılığı o an benim hissettiklerimdi. Okuldan nefret ediyordum. Ucube öğretmenlerinden, arkadaş denilen tek hücrelilerinden, kirden canlı organizmalara dönüşmüş sıralarından, beton yığını bahçesinden,iğrenç griliğinden, küflenmiş duvarlarından, keskin amonyak kokan tuvaletlerinden.. Hasta olup okula gitmediğim zamanlar mutluluktan delirecek gibi oluyordum. Bütün gün yatakta yatıp hiçbir şey yapmamadan sonsuza kadar mutlu mesut yaşayabilirdim. Zaten çelimsiz olan vücudum iyice zayıf düşmeye, benzim hızla sararmaya başlamıştı. Evdekiler bile fark etmişti artık, ortada geçici bir uyum sorunundan daha ciddi şeyler vardı. Aslında durum öyle ümitsizdi ki ancak bir mucize işleri yoluna koyabilirdi..”
-Ali Lidar, 3 Şubat 21:13 / https://www.facebook.com/alilidar
II.
“Yapmaya çalıştığım her iş önünde ya da sonunda elime patlıyordu, en iyi becerebildiğim şey yemek, içmek, uyumak ve uyanmak ve uyanır uyanmaz sigara yakmaktı. Arada sırada çalan müziğe akıl sır erdiremiyordum. Optik oyunlarla da işim olmazdı, bakkala gitmekle de içimdeki sıkıntı gitmeyince, raftan güzel bir kaset seçtim ve teybe taktım, çal dedim. Kaydın başladığı bölümüne gelinceye kadar bandın, suskunluk, sessizlik, can sıkıntısı, kasetçaların motoruyla döndürülen kasnaklara baktım, gözüm daldı. Ta ki, çalmaya başlayana kadar. Ben, ne kadar ünlüyüm diye düşündüm…”
-Muhittin Aykut Duru, 3 Şubat 21:18 / https://www.facebook.com/muhittinaykutduru
III.
“Babamın boş zippo benzini kutusu elime geçti sonra. Kendime ilkel bir telsiz yapıp uzaylılarla temas kurmanın yollarını aramaya başladım. Epeyce oyaladı bu manyaklık ben. Az kalmıştı yakında uzaylılara sesimi duyuracak, küçük bir gemi göndermelerini ve etrafımdaki geri zekalılardan beni kurtarmalarını isteyecektim. Neredeyse sonuç alacaktım ki bir gün okuldan eve geldiğimde telsizimin yerinde olmadığını gördüm. Anneme seğirttim hemen ve bağırmaya başladım. Anee, telsizim nerede? Canım annem teneke kutularla oynamama çok üzülüyormuş. Pazardan iğrenç mavisi plastik bir telefon almış telsizimi de çöpe atmış. Omuz silktim, istemiyorum dedim, Yasin oynasın telefonla. Anne baba kafası işte bir yere kadar çalışıyor. Kablosu olmayan bir telefonu kullanarak uzaylılarla nasıl iletişim kurabilirdim ki? O zamanlar cep telefonu icat edilmemişti henüz. Ben de kaderime razı olup mahallede kedi kovalamaya karar verdim..”
-Ali Lidar, 3 Şubat 21:30
IV.
Kendilerini kovalarken yere düşüp dizlerimi parçaladığım kediler büyük bir şefkatle kanayan yerlerimi yalama alışkanlığı kazanınca artık uzaylıların beni irtibat kurmak için yeterli gördükleri kanaatine vardım. Gel gelelim uzaylılarla iletişmek eskisi kadar cazip degildi. Akacak iki damla kanım vardı ve tüm telaşımın sebebi olan bu iki damla sayesinde tüm halkı, ordusu, vergi mükellefleri ve yönetmeye meyyal herkesin görmeyi cok istediği unsurları sadece kedilerden mürekkep bir imparatorluk kurabilirdim. Bunu yaparken, “sokak köpekleri kaldırımlara sıçtığı sürece yaşamaya değer bir hayat umudu her zaman vardır” gibi aforizmalarla duvarlara dadanan rejim karşıtı asiler edinir ve umursamazdım onları. İmparatorum olm boru mu?
-Haymatlos, 3 Şubat 23:57
V.
“Diye düşünüp kendi kendime hayaller kurarken zaman geçti tabi.. Sonra iktidarlarının tehlikeye düştüğünü gören yöneticiler Cıa’nın da desteğini alarak Satanizm denilen bir tarikat kurdular. Satanistler arkalarındaki derin devletin de gazıyla sokaklarda kedi avına çıkmaya başladılar. Dostlarımın patileri ve ve kendi tırnaklarımla sıfırdan inşa ettiğim imparatorluk avuçlarımdan kayıyordu. Biraz daha devam etseydim kedi ırkı sonsuza dek yok olma tehlikesiyle karşı karşıyaydı. Yapacak bir şey kalmamıştı. Çaresiz kedilerle kurduğum hayalleri silerek sokaklarda kız kovalamaya başladım..”
-Ali Lidar, 4 Şubat 00:30
VI.
İlk zamanlar acemilikten kaynaklı sıkıntılar yaşamadım değil ama sonra biraz toparladım. Kızlarla yapılan kovalamacada onları yakalayamamak ve onları ulaşılamayan ve ulaşılamayasıca bir yerde kristalize etmenin nasıl da rasyonel olduğunu anlamak için kovaladığımı yakalamamı ve hatta bir müddet sonra onların kovaladığı varyasyonlara izin vermemi gerektiren ironi doğal olarak bana hayatımın en sürreel evresini deneyimletti. Bu süreçte gördüm ki ‘kız’ isimli fenomen/olgu/mefhum (bunların üçü aynı şeydir fakat bir kız bunları şeksiz gümansız bir inançla peşpeşe kullanabilir) evet kız denen dalga geçmişte bıraktığım bir hesaplaşma imiş. Evet canlar, aslında hala başladığım yerdeymişim: Uzaylılar benimle iletişmek çabalarından vazgeçmemişler ve ben imparatorluğumda bir miktar kaçak çay ve bolca mırıltıdan meşruiyet alan bir saltanat sürerken onlar adına ‘kız’ dedikleri bir lisan icat etmişler. Tüm kriptolojisini düzenledikleri, etimolojik, semantik ve sintaks ayarlarını verdikleri laboratuvarlar cok yakınımızda, Venüsteymiş üstelik. Değişik bir dildi bu ‘kız’. Bir kere “anlatımın akışını bozan cümleyi bulun” tarzı sorulara malzeme olabilecek kadar seri konu geçişleri oluyordu ve bu cümleler arasında bağlaç olarak soru cümlelerini kullanıyorlardı. İlginçtir ki bu özelliklerini android işlemcili cihazlara nispet edercesine her lisana uyarlayabiliyorlardı. Uzaylı yapıyo işte kardeşim. Bence uzaylılarla Japonlar bi kapışmalı yani. Neyse, bide bu kız dediğimiz dil bildigin ete kemiğe bürünmüştü tırstım ilk başta zaten. Sonra bu kızların trip diye bi lehçesi var ki ne siz sorun ne ben anlatayım. Tek diyebileceğim Al Bundy reyizin tavsiyesine uymak gerek: “ömrünün önemli bir kısmında her ay 1 hafta boyunca kan kaybeden ama yine de ölmeyen bi yaratıktan korkmalısın evlat” demişti üstad. Bir ara düşünmedim değil: lan yoksa küçükken o zippo tenekesiyle kafa oldum da ondan mı oluyo bunlar diye. Hatta belki ben şu an hala evin bi odasında yanımda zippo tenekesi ve suratımda anlamsız bir ifade eşliğinde halüsinasyonda olabilirim.
Bu tanımlanamayan ve kafayı sıyırma sebebi deneyimlerden sonra dönüp uzaylılara dedim ki: dilinizi anlıyorum ama konuşamıyorum.
-Haymatlos, 4 Şubat 02:07
Şubat 2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder