249.
Ara sıra kesilen, zaman zaman da şiddetini artıran rüzgar, içi gibiydi adamın. Lise'deyken Lodos, Karayel, Keşişleme gibi türleri olduğunu öğrenmiş; ne bok yiyeceğini bilemeyen rüzgar diye bir türü ise hiç duymamıştı..
"Bir kuş olsam kanatlarımı hiç çırpmadan ona doğru süzülürdüm" diye geçirdi içinden. "Kavak poleni olsam savrulurdum ona doğru. Hiç değil, içi boş bir poşet olsam, karasız rüzgarın her esintisinde ona biraz daha yaklaşırdım." Mırıldandı sonra, "polen yada poşet olamadığı için bile üzülebiliyormuş insan.."
Gülümsedi sonra, ucuz kitaplarda yazılan türden 'acı acı' gülümsedi. Sonra birasından büyük bir yudum alıp aşağıya baktı. Bulunduğu balkonun altından güneye ve kuzeye doğru hızlı hızlı yürüyen insanları gördü. Herkes bir yere doğru gidiyordu kararlı adımlarla. Herkesin işi vardı sanki ve sanki herkes bir yerlere yetişmenin telaşına düşmüştü. Bir süre daha boş boş baktı adam, sonra birasından daha da büyük bir yudum çekip, "bir tek ben ve rüzgar" dedi. Bir tek ben ve rüzgar varız, nereye gideceğimizi bilmeyen!"
250.
..
Ve bende ciddi bir ciddiyet problemi var sanırım. Çocukluğumdan beri asık suratımın altında çiftleşen bir kaç çift tilki saklıydı hep. Lüzumsuz tevazu kıytırıklığına girmek istemem, bir gün herhangi bir şeyi ciddiye alırsam muhakkak üstesinden gelirim diye düşünüyorum. Ama ne zaman bir şeyi birazcık ciddiye almaya kalksam, sikindirik bir gülme geliyor bana, kendimi tutamıyorum. Ömrü hayatımda yaptığım en ciddi iş bir kadını deli gibi sevmek oldu, o da bir melekmiş, ben nereden bileyim. Oturdum ciddi ciddi sevdim onu, yüzüne hasret ölüp gideceğim muhtemelen.. Velhasıl bir gün yazmayı ciddiye alırsam tek satır bile yazmam, öğretmenliği ciddiye aldığım gün istifa ederim, hayatı ciddiye alırsam da kafama sıkarım!
Ey ehl-i müneccid, ehl-i demkeş, ehl-i zar ve ehl-i jack daniels ve ehl-i devrim ve ehl-i ukala.. Kulak verin sözlerime, bir kere söyleyeceğim. Her neyi ciddiye alıyorsanız bilin ki ondandır kahr-u belanız.. O yüzden meşhur ve meşum sokak filozofu Recep Usta'nın dediği gibi yapınız. Siktir ediniz!!
251.
Doksanların sonu. Şeker fabrikasının öğrenci yurdunda kalıyorum. Yeni gelen çömezlere eşek şakası yapılan saçma sapan zamanlar işte. Gecenin üçü, bir gurup çömez koridora toplanmış, sırayla şarkı söylemeleri isteniyor. Mevzu hayli sevimsiz esasında ama yurdun en kıdemlilerinden olduğum için çocukların oyunu bozmak da istemiyorum. Uzaktan göz ucuyla bakıyorum, biraz da can sıkıntısından oradayım. Abuk sabuk şarkılar söyleyen bir kaç korkmuş çocuktan sonra önce sesi duyuyorum. Uzun saçlı, iki üç küpesi, burnunda piercing'i olan bir çömez. Bu şarkıyı bi söylüyor aga, bi söylüyor (Cengiz Kurtoğlu-Demek Gidiyorsun). Bitiminde ben meydana çıkıp kükrüyorum, bu çocuğa dokunanın amına korum lan diyerek.. Adamım Bora, nerde n'apıyor la şimdi acaba?
Sahabe, Efendimize gelerek; "senin yanında bambaşka bir halet-i rûhiye içinde olurken, evlerinize çekildiğimizde ise bundan uzaklaşıyor, neredeyse unutuyoruz, bu yüzden münafık olduğumuz endişesi taşıyoruz" derler. Peygamber s.a.v. mütebessim cevap verir: "Kalp, rüzgarın önündeki bir kuru yaprak gibidir, bir o yana bir bu yana savrulur."
YanıtlaSil